“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun…” (Nisâ Suresi, 135. Ayet)
Toplum olarak uzun süredir içinden çıkamadığımız bir çelişkinin tam ortasındayız:
Ahlakı ve hukuku ne zaman konuşsak, tartışmalar hemen bir “bizden mi, sizden mi?” sarmalına hapsoluyor. Oysa gerçek şudur:
Hırsızın bizden ya da sizden olanı olmaz.
Suç, aidiyetle değil, eylemle tanımlanır. Adalet ise taraf tutmaz. Taraf tutan şey, adalet değil güç olur.
Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, hakikatin cesur savunucuları. Bir toplumda ahlak, aidiyetle gölgelenirse, hukukun vicdanı kurur. Sessizliğimiz ise bu çürümüşlüğün ortak imzasına dönüşür.
Evrensel hukuk ne der?
• Her birey yasa önünde eşittir.
• Suç kişiseldir; ne cemaat, ne parti, ne aile bunu ortadan kaldıramaz.
• Adaletin tarafsızlığı, bir toplumun sürdürülebilirliğinin temelidir.
Ancak biz, uzun zamandır bu ilkeleri kişisel çıkarlarımızın ve siyasi hesaplarımızın gölgesine terk ettik. “Bizim adam” savunuculuğu, hukuku rehin aldı. Hataları savunulabilir kılmaya çalıştık, yeter ki hata bizim mahalleden gelsin…
Ahlak, bir toplumun kendisine tuttuğu aynadır. O aynaya baktığımızda adaletsizlik, çifte standart ve sessizlikten başka bir şey görmüyorsak, korkarım ki büyük bir çöküşün eşiğindeyiz.
Çünkü ahlak yoksa adalet susar. Adalet susarsa, toplum çözülür.
Artık sormamız gereken soru şu:
Gerçekten adalet mi istiyoruz, yoksa sadece bizim lehimize çalışacak bir sistem mi arıyoruz?
İkisi birbirinden çok farklı şeyler. Biri hukuk devleti üretir, diğeri sadece güçlülerin keyfini…
Adaleti konuşmak için cesaret gerek.
Kendi yakınından başlamak, kendi adamına da “yanlış yaptın” diyebilmek gerek.
Aksi halde ne 15 Temmuzlar biter, ne de toplumsal travmalar…
Ve o gün geldiğinde, artık hiç kimse “bizden” ya da “sizden” diye ayrılamayacak. Çünkü çöküş, ayrım yapmaz.
Son söz:
Adalet, iktidarların lütfu değil, toplumun namusudur.
Onu koruyamazsak, geleceği hak edemeyiz.
İstanbul Times - Mehmet Sebah Yiğit