Bazen insan sadece izler…Ekranlardan bir haber geçer: “İran’da üst düzey bir komutan daha öldürüldü.”
Sonra başka bir karede bir çocuk ağlar, bir anne bağırır, bir şehir daha yıkılır.
Ama biz sadece izleriz.
İsrail, İran’ı yeniden vurdu. Hedefler kritik, kayıplar büyük. Herkes şaşkın ama sanki herkes biraz da alışmış gibi. “İran’ın hava savunması yok muydu?” diyor biri. “İhanet mi var içeride?” diyor bir başkası.
Ama kimse o patlamanın olduğu yerde sabah kahvaltı hazırlayan bir annenin ne hissettiğini sormuyor.
Dünya büyük bir oyunun içinden geçiyor. Sınırlar yeniden çiziliyor, planlar yapılıyor, gizli anlaşmalar imzalanıyor. Ama bu satranç tahtasında taşlar insanlar, piyonlar çocuklar…
Ukrayna ayakta. Küçücük bir ülke, dev bir güce direniyor. Ama İran gibi büyük bir devlet, içeriden çöküyor. Bu bir savaş değil sadece; bu bir psikolojik çöküş, bir güven kırılması, bir halkın yalnız bırakılması.
Peki ya Türkiye ?
Kuzeyde savaş, güneyde istikrarsızlık. Ortadoğu’da ateş büyüyor.
Ve biz…
Tam da bu yangının ortasında, yangın bize sıçramadan önce neyi bekliyoruz?
Sınırlarımızda sessizlik yok, sadece duyulmayan sesler var. Terör, göç, istikrarsızlık…
Türkiye’nin güvenliği artık sadece fiziksel sınırlarıyla sınırlı değil; zihinlerimizi, çocuklarımızın geleceğini, şehirlerimizin huzurunu da kapsıyor.
Bu yüzden artık kavga etmeyi bırakmalıyız.
İktidar ya da muhalefet, sağ ya da sol… Bu topraklarda doğan herkes aynı çocuğun gözyaşını paylaşmak zorunda.
Yoksa tarih, susanları da yazacak.
Ve en çok da “birlik olsaydık, belki her şey farklı olurdu” diyenleri hatırlayacak.
İstihbarat, savunma, diplomasi, strateji…
Evet, bunlar gerekli.
Ama en çok da insan kalmak gerekli bu çağda.
*Çünkü artık mesele bir savaşı kazanmak değil, insanlığı kaybetmemek…*