Bir derviş bir gün mürşidine sormuş:
“Efendim, neden hayatımda hep aynı acılarla karşılaşıyorum?
Aynı insanlar, aynı kırılmalar, aynı hayal kırıklıkları…
Ben mi değişmedim, kader mi ısrarlı?”
Mürşid tebessüm etmiş:
“Evladım, ders geçilene kadar sınav bitmez.
Allah, seni cezalandırmak için değil, olgunlaştırmak için döngüye alır.
Aynı acı, başka bir yüzle karşına çıkar; ta ki sen o dersi fark edene dek.”
İşte Freud’un “tekrar zorlantısı” dediği şey, tasavvufta “nefsin terbiyesi” ile aynı kökten beslenir.
İnsan, geçmişte yüzleşemediği bir duyguyu —bir eksiklik, bir sevgisizlik, bir korku—
bugünün sahnesinde yeniden yaşar.
Bir çocukluk kırığı, yetişkinlikte “tesadüf” sanılan ilişkilerde yeniden belirir.
Freud bunu bilinçdışı bir mekanizma olarak anlatırdı;
sufi ise “kalbin imtihanı” derdi.
Ama ikisi de aynı gerçeğe dokunur:
İnsan, içindeki yarayı anlamadan huzura kavuşamaz.
Bir kadın düşün…
Hep sevgisiz adamları seçiyor.
Belki babasından alamadığı sevgiyi, başka yüzlerde tamamlamaya çalışıyor.
Bir adam düşün…
Sürekli başarısızlıkla sınanıyor.
Belki çocukken duyduğu “sen yapamazsın” sesini susturmaya çalışıyor.
Bilinçdışı ya da kader fark etmez;
ikisi de insanı fark edene kadar aynı yoldan yürütür.
Oysa, hakikat şudur:
Ders alınan acı, tekrar etmez.
Yüzleşilen korku, tekrar karşımıza çıkmaz.
İnsan fark ettiği anda kader değişmez belki,
ama kendisi değişir ve bu, her şeyin başlangıcıdır.
Belki de hayat, Allah’ın bize yazdığı bir tekerrürdür;
ama her tekrar, bir fark edişle son bulur.