​“Toplum olarak psikolojimiz bozuldu.” Açıklamayı psikologlar yaptı. Veriler ürkütücü.
 

2017 yılının başına kadar gündüz kuşağı kadın programları denince akla izdivaç programları olarak adlandırılan flört ve evlilik üzerine kurulmuş programlar gelmekteydi.

Bir kitle iletişim aracı olarak televizyon 1960’lardan bu yana Türk kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Televizyon birbiri ile hiçbir sosyal bağı olmayan, birbirine benzemeyen, kısaca heterojen olarak tanımlanabilecek kitleyi aynı anda sınırlı bir şekilde etkisi altına alabilen, toplumsal dönüşümün bir aracı olarak ifade edilebilir izleyiciler, televizyondaki birbirinden farklı içeriklere her gün maruz kalmaktadırlar.

Bu içeriklerin büyük çoğunluğunu gündüz kuşağı kadın programlarını oluşturmaktadır. Kadına yönelik ve kadına ilişkin konuları toplumsal gündeme taşıma iddiasında bulunan bu programlar toplumsal sorunları kadın çerçevesinde ele almaktadır?

İçinde bulunduğumuz ataerkil kültür doğrultusunda bu programlarda yer alan kadın temsili, kadını ezilen ve mağdur olarak resmetmektedir.

Kitle iletişim araçlarında kadınlara yönelik programlara baktığımızda ilk olarak karşımıza 1939 yapımı “Ev Saati” isimli radyo programı çıkar. Televizyonda yayınlanan ilk program ise 1984 tarihli “Hanımlar Sizin İçin” adlı programdır (Akbulut 2006: 100). Bugünkü haliyle kadın programları 1997 yılında yayınlanmaya başlamıştır.

RTÜK tarafından uyarılan yayın ihlallerinin düzeltilmesiyle bu programlar yayına devam etmiştir. Programlar genel olarak kadın sunucular tarafından sunulmaktadır. Hedef kitleleri uyarınca yayın saatleri de gündüz kuşağı olarak belirlenmiştir (Tat ve Toker 2009: 458). Hedef kitleleri ise ev hanımları ve emeklilerden oluşmaktadır.

Bu programlarda, kadınlar sadece “eğlence, trajedi, güzellik, mutfak, aile, ev ekonomisi” gibi belli temalar içine ve klişelere sıkıştırılmışlardır.

Medyada, kadın izleyiciye yönelik programlar hakkında yapılan birçok çalışma bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar bu programları pek çok yönden incelemiş farklı sonuçlara varmıştır.

2016 yılında RTÜK kararıyla yayınlarına son verilen evlendirme programları için Tölük ve Özad; bu programların kişilerin özel hayat gizliliğini ihlal ettiğini, evliliği materyal bir kavram haline getirdiğini ve insanları birbirlerini dış görünüşlerine dayanarak eleştirmesine sebep olduğunu belirtmiştir

Yapılan araştırmalar sonucunda çokça eleştirilen gündüz kuşağı kadın programları, hedef kitleleri tarafından birçok sebep gösterilerek günümüzde de izlenmeye devam edilmektedir. Rahte’nin araştırmasına göre kadınların bu programları izlemelerinin ilk nedeni yaşadıkları sorunları başkalarının hayatlarında da görerek merakların giderme ve bu durumlardan kendilerince ders çıkarmalarıdır, ayrıca çoğu kadın evde yapacak bir şey bulamadıklarından vakit geçirmek için izlemektedir.

Televizyonların gündüz kuşağı programları genellikle kadınlara yöneliktir ve kadınların ilgi alanlarına giren çeşitli konular işlenmektedir.

Türkiye’de ise tüm açıklığıyla dakikalarca ekranlarda gözümüzden beynimize ve oradan da ruhumuzun içine kalıcı olarak bırakılıyor. En etkili kitle iletişim araçlarından biri olan televizyon programları insanları etkileyebilmektedir.

Birçok kanalda yayınlanan kadın programları merak duygusuyla sabah erken saatlerden itibaren izleyiciyi ekran başına çekiyor. Bu tür programlar toplumda yaygın bir izlenme oranına sahip olsa da insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkileri henüz yeterince düşünülmüş değil.

Cinayetlerden kayıplara, tecavüzden gasp olaylarına kadar birçok konu, bu tür programlarda stüdyoya gelenler tarafından enine boyuna her türlü mahremiyete girilerek yapılan konuşmaların insan ruh halini ne şekilde etkilediğini psikiyatri uzmanları dile getiriyor…

Toplumu ayakta tutan önemli değerler vardır. Örneğin bu değerler, paylaşımcılık, yardımlaşma, güven duygusu, sadakat, aile değerleri vardır. Bu programlar aileyi bir arada tutan temel duygu olan güven duygusuna son derece zarar veriyor örneğin evlilikle ilgili korku uyandırıyor, eşi ile ilgili kuşku uyandırıyor ve aileyi bir arada tutan temel değerleri sarsıyor.

Türkiye’de 2021yılı sonucuna göre toplam 29 milyon 15 yaş üstü kadın vardır, bunların 20 milyonu doğurganlık dönemi olarak kabul edilen 15-49 yaş arasındadır. Gündüz kuşağındaki programların bir kısmı kadınlara yönelik hazırlanmaktadır. Bu programlarda genellikle ‘ev kadınları’ hedef kitle olarak belirlenmiştir.

Televizyon, kadınların en fazla kullandığı kitle iletişim aracı olma özelliğindedir izlenme oranı en yüksek programdır.

Toplum koruyuculuğu yok artık. Daha önce geniş aile vardı. Anneanne, babaanne hepsi bir arada yanlış bir şey yapan gençler yoldan çıktığı zaman onları hemen kırıp dökmeden yola sokuyorlardı. Şimdi aile bağları, sosyal bağlar zayıfladı. Bu programlar var olduğu sürece geleceğimiz için hayal kurmayalım…

Konu üzerine Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, konuyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Bazı televizyon dizileri ve programları, toplumun inanç ve ahlak değerlerini, onarılması güç bir şekilde tahrip etmeye devam ediyor. Özellikle de "gündüz kuşağı" olarak adlandırılan ve yoğunlukla kadınlara hitap eden birtakım programlar, manevi ve ahlaki temelleri derinden sarsıyor.

İstatistiklere bakıldığında Türkiye'de son 5 -10 yıl içerisinde hane azlığı arttı, bu ne demek? Aile içi yaşam azaldı, tek kişilik haneler arttı.

Bu programları devam ettirenler ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Toplumdaki yozlaşmanın, kötülüğün artmasının, yalanın artmasının, güvensizliğin artmasının ve korku duygusunun artmasının sebebidir.

Örnek verirsek Amerika bununla baş edemedi şu anda açık evlilikler başlattı. Bu özgürlük adı altında yapılıyor, artık baş edemiyor. Açık evlilik nedir? Evli iki tarafın da sevgilisi var. Bu normal, ne var ki bunda diyerek kabullendiler(!). Eğer böyle bir toplum istiyorsak, geleceğimiz buna doğru gidiyor.

Şu anda istatistiklerde Türkiye'de evlilik oranı yüzde 2,09 Fransa da yüzde 59'dur. Doğan yüz çocuğun 59'u evlilik dışı oluyor. Dünya buna doğru gidiyor, bunu artık normal kabul ediyorlar.

Şu anda Kuzey Avrupa'da yeni doğan çocuklara anne-baba ismi yazmıyorlar, 'ebeveyn 1, ebeveyn 2' yazıyorlar. Anne kavramını kullanmıyor çünkü çocukların çoğu devlet kurumlarında büyüyor. Norveç'te soğukta ölmesin diye ısıtıcılı bebek kutuları var, doğan çocuklar oraya bırakılıyor. Eğer böyle bir toplumu doğal kabul ediyorsak, buyuralım sessiz kalalım.

Gelişmiş ülkelerin filmlerinde, kesinlikle çocuğa yönelik şiddet olayları, aile içi şiddet olayları doğru dürüst haber yapılmıyor.

Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması’na göre kadınların en fazla izlediği kadın programları, ilk sıralardadır. Oysa söz konusu programlar, bu konularda devletin ilgili kuruluşlarının yol göstericiliği ve denetimine gereksinim vardır.

Üzücü yanı bu tür olayların ekran başında çözülmesi kolluk kuvvetlerimizin ve adaletin yetersiz olduğu insanların aklına geliyor.

TV programlarının yasal bir sorumluluğa bağlanması gerekiyor. Televizyonlarda yapılan bu türden programlar gerek hukuki gerek, psikologlar tarafından kontrol altına alınmalı ve Ülkemizde kolluk kuvvetlerimiz, mahkemeler var olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Sonuç olarak ve biz biliyoruz ki anne çocuğun yetiştirilmesinde çok büyük görevlere sahiptir. O sebepten onların bu tür programlardan dolayı psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor olması geleceğimiz için olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Bu programların topluma, aileye, çocuklara nasıl zarar verdiğini bilmemiz gerekiyor. RTÜK görevlileri RTÜK üyelerine sorsunlar, o programları çocuklarıyla birlikte oturup seyredebilirlerse diyeceğim bir şey yok...

Şiddet ve ahlaki değerlerimizi bozan şeylerin kime ne faydası ver? Zararı ise halkımızın çok etkilendiğini biliyoruz. Bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Aslında toplumu biz farkında olmadan değiştiriyoruz. Boşanma neden bu kadar arttı diye düşünüyoruz sebebi belli ama uygulayan yok ki…

İstanbul Times  - Ömer Kantemür