DÜNYA

Turan: Türk Demokrasisi Öksüz Büyümüştür

İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan, Yunus Emre Enstitüsü ve 15 Temmuz Derneği’nin katkılarıyla KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da düzenlenen “Yakın Tarihimizde Demokrasi Mücadelesi” konulu panele katıldı.

KKTC’de olmaktan duyduğu mutluluğu ifade ederek konuşmasına başlayan Bülent Turan, üniversite eğitimini burada tamamladığına ve bu itibarla KKTC’yi ikinci vatanı olarak gördüğüne vurgu yaptı. KKTC’nin 15 Kasım’daki kuruluş yıldönümünü şimdiden kutlayan Turan, geleceğe ilişkin de iyi dileklerini ifade etti.

İstanbul Times Haber Merkezi – Hüseyin Çetiner

Darbelerin yıldönümlerini “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kullandığı günlerden, darbeye karşı koyduğumuz 15 Temmuz gecesini kutladığımız günlere geldiğimiz için Allah’a hamdettiğini ifade eden Turan, elde edilen bu gelişimin önemine vurgu yaptı.

Güçlü Türkiye’nin güçlü Kıbrıs, güçlü Kıbrıs’ın ise güçlü Türkiye demek olduğunu vurgulayan Bülent Turan, Türkiye’nin çok özel bir coğrafyada olduğuna vurgu yaptı. Dört saatlik bir uçuşla dünyanın 67 ülkesine uçmanın mümkün olduğunu, bunun da dünyada bir başka ülkede mümkün olmadığını ifade eden Turan, bu özelliğin daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğunu ifade etti.

Konuşmasında ABD ile İngiltere’nin dayanışmasını örnek olarak gösteren Bülent Turan, bu iki ülkenin tarihte ilk zamanlar savaştığını, hatta ABD’nin İngiltere’nin kolonisi olarak kurulduğunu, ancak bugün her konuda birlikte hareket ettiklerini, dil ve din birlikteliklerinden bir sinerji ürettiklerini ve bu dayanışmayı küresel bir güce dönüştürdüklerini ifade etti.

Sadece KKTC ile Türkiye arasında değil, tüm Türk dünyasının benzer bir anlayışta olması gerektiğini anlatan Bülent Turan, bu anlamda 15 Temmuz’un da sadece Türkiye’nin, Ankara’nın, İstanbul’un değil; daha geniş bir coğrafyanın, Lefkoşa’nın, Kerkük’ün, Bişkek’in, tüm Türk dünyasının meselesi olduğuna vurgu yaptı.

Bülent Turan konuşmasına şöyle devam etti: “Bakınız; 27 Mayıs 1960’ta, tabiri caizse, bu mübarek ülkenin kanına bir virüs bulaştırıldı; bir darbecilik hastalığı girdi ve o günden bugüne bu hastalığı atamadık. Ne zaman millî egemenliğe yan bakan bir anlayış olsa, ne zaman millî egemenlik bazı anlayışlara hizmet etmese, buraya müdahale etmek, bu virüsü çoğaltıp yaymak birilerinin görevi hâline geldi.

O yüzden biz sadece ‘o gün ne kötülükler yaşandı, hadi anlatıp ağlayalım’ değil; bir daha bu ülkede darbe pratiği olmasın diye bu toplantıları yapıyoruz. Yoksa burada 1946 Sopalı Seçimleri’ni, ardından asılan başbakanı, bakanları, ardından 1971 Muhtırası’nı, 1980 Darbesi’ni, sonrasında 28 Şubat’ı, 27 Nisan’ı ve 15 Temmuz’u tabii ki saatlerce konuşabiliriz ama sonda söylenecek şeyi başta söyleyeyim: Özet şu; Türk demokrasisi öksüz büyümüştür.

Ne demek bu? Dünyanın her yerinde demokrasi hareketleri aydınlarla başlar, üniversitelerle başlar ama maalesef ülkemizde tam tersi oldu. Üniversiteler, aydınlar, elitler hep darbenin yanında olmuş. Türkiye’de aydınların koruduğu, kolladığı bir millî egemenlik değil; tam tersine, milletin kendisinin, halkın kendisinin koruyup kolladığı bir millî egemenlik dönemi yaşamışız. ‘Sandık namustur, rey namustur’ lafı üniversite hocalarımızın değil, köydeki annelerimizindir. Hepiniz bilirsiniz, Mersin Arslanköy’deki muhtarlık seçimindeki hikâyeyi. Kurtuluş Savaşı’nda en hararetli dönemlerde bile meclis kurulurken seçim yapmış bir milletiz. Darbenin karşısında olması gereken üniversitelerimizin, aydınlarımızın birçok zaman alkışladığını da üzülerek görmüş bir milletiz.

Halkımızın bu mücadeleyi verme şekli çok enteresan. Büyüklerimizin kullandığı bir tabir vardır: ‘Anadolu irfanı’ derler. Kıymetli bir yaklaşımdır. Ne zaman darbeciler adım atmış, milletimiz bunu anlamış gibi yapsa da ilk fırsatta raydan çıkan treni rayına sokmuştur. Ne demek bu? Mesela 1960’ta darbe yapılmış, 1961’de darbeciler dayamış silahı; anayasa referandumu yüzde 61’le geçmiş ama üç ay sonra yapılan genel seçimlerde DP’nin devamı olan Adalet Partisi iktidar ortağı olmuş. Hiç kavga gürültü olmadan raydan çıkan treni tekrar rayına koymuş. 71 Muhtırası oluyor, hemen arkasından aynısı oluyor.

1980 Darbesi’nde de aynısı oluyor; anayasa büyük bir farkla geçiyor ama sonrasında darbeciler aksini işaret etmesine rağmen Turgut Özal seçiliyor. 15 Temmuz’a kadar bu ayarı sandıkta veren bu aziz millet, 15 Temmuz’da sandığı beklemeden o gece ayarı vermiştir. Niye? ‘Zaten bizi meydanlara çağıracak bir millet var’ demiştir.

Eski krizlerde tavrını bildiği için ona güvenmiş ve meydanlara inmiştir. İkincisi; millet bu darbeci anlayışlardan çok çekmiş, ekonomik olarak da çok ağır yaşamıştır. Her darbe bizi en az on yıl geriye götürmüştür. Bakınız, çarpıcı bir örnek: 1959’da kişi başı millî gelir 585 dolar; 1960’da darbe oluyor, rakam 360 dolar. 1961 yılında 194 dolara düşüyor. Rakama bakar mısınız? Millet bunu yaşadığı ve liderine güvendiği için 15 Temmuz’da olaya el koymuştur.”

FETÖ ile ilgili de konuşan Bülent Turan sözlerine şunları ekledi: “FETÖ, yabancı istihbarat örgütlerinin bir aparatı olarak, büyük bir menfaat birliği şeklinde, 50–55 yıl önce CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in evinde temeli atılmış, kurulmuş bir yapıdır.

Hak etmedikleri makamları, hak etmedikleri paraları, hak etmedikleri gücü elde etmek için çok büyük mesai harcadılar. 17 Aralık sonrası Türkiye’deki siyasi irade büyük bir cesaretle dershanelerini, okullarını, gazetelerini kapatmaya başladığında ben de o dönem milletvekiliydim, Grup Başkanvekiliydim.

Çok büyük yalnızlık yaşadık, tepki aldık. Siyasi partilerimizin çoğu, belki de bizim eksikliğimiz, meselemizi belki iyi anlatamadık; bize çok tepki verdiler, çok tavır yaptılar, meseleye mesafeli durdular.

Fakat sonuçta, geldiğimiz yerde, çok büyük adımlarla, 15 Temmuz’da milletin kahramanlığıyla FETÖ’nün temizlendiği bir sürece girdik. Fakat bu yapı dağdaki terörist gibi ‘vurdum, öldü’ bir yapı değil. Sinsiliğiyle bambaşka bir yapı. Bakınız; aradan 10 yıl geçti, hâlâ operasyonlar devam ediyor. Polisimiz, jandarmamız 390 bin gözaltı yaptı, 127 bin mahkûmiyet kararı verdi.

Gördüğümüz şu: Pişman olan tek bir FETÖ’cü yok ama pusuda bekleyen FETÖ’cü çok. Bu mücadele sadece kolluğun görevi değil; tüm kurumlarımızın görevidir. Cumhurbaşkanımızın ‘yalnız kaldım’ söylemi alelade bir söylem değil.

Bu söylemi her kurum amirimizin önüne alıp düşünmesi lazım. En ufak bir gevşemede, odağımızın dağılmasında hemen eski hatalarımızı tekrar görüyoruz. Bekçi olamayacak, temizlikçi olamayacak, normal memur olamayacak kişilerin çok büyük siyasal yapılarda, çok büyük bürokratik yapılarda görev aldığını üzülerek görüyoruz. Oysa Cumhurbaşkanımıza bağlı kalmadan her kurumumuzun, her siyasi partimizin bu konuda çok hassas olması; bir daha bu hataların yapılmaması gerektiği kanaatindeyim.”

EVLATLARIMIZ “BABA SEN ÖLMEDİN Mİ?” DİYE SORDULAR.

Konuşmasını 15 Temmuz kahramanlarının, o geceki kahramanlıkların unutturulmamasını ifade ederek tamamlayan Bülent Turan, “O gece neler yaşandı neler… Kendi evlatlarımız ‘Baba, sen ölmedin mi?’ diye sordular.” dedi.

İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan’dan sonra, Gençlik ve Spor Bakanlığı Bakan Yardımcısı Sayın Dr. Enes Eminoğlu ve 15 Temmuz Derneği Başkanı Sayın İsmail Hakkı Turunç da birer konuşma yaptılar.

Kaynak: İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)