Bugün Sırrı Süreyya Önder’i sonsuzluğa uğurladık.
O ana kadar "veda" bir kelimeydi. Bu gün, bir çağın kapanışı oldu.
Cenaze töreninde yüreğimize çöken ağırlık bir kayıp değil sadece, bir yoldaşın gidişi değil sadece, bir halkın, bir coğrafyanın, bir dilin, bir barış umudunun yitimi gibi çöreklendi üzerimize. Herkes bir söz söyledi. Herkes bir şey söyledi. Ama Ceren… Kızının, can parçasının, o güzel yüreğin konuşması ülkenin akışını değiştirdi.
Bir halkın kalbinden yükseldi sesi. Onun cümlelerinde bir halk ağladı, bir baba ağladı, çocuklar, anneler, dağlar, nehirler, yer yerinden oynadı. Ben bir kız babası olarak o an anladım: İnsan bazen acının içinde boğulur, ama en derin yerinde yeniden doğar.
Ceren konuştuğunda, sadece Sırrı’yı değil, onun tüm mirasını, sözcüklerini, inatla yaşadığı o barışçıl direnişi taşıyordu sesiyle.
Onun her hecesi Ahmede Xani’yi andırdı, Aram Tigran’ın sesi gibiydi.
Onun konuşmasında "baba" kelimesi öyle bir yere oturdu ki, o gün her kelime yerinden oldu.
Sırrı Süreyya Önder bu ülkenin en naif direnişçisiydi.
O, slogan atmazdı, ama bir tebessümle bir duvarı yıkardı.
O, tok sesiyle bir halkın en sessiz yanına dokunurdu.
Onu tanıyanlar bilir:
Mizah onun kalkanıydı.
Ağıt onun kılıcıydı.
Barış ise onun tek ideolojisiydi.
Yaşamı boyunca bu ülkedeki tüm halkların kardeşliğini savundu. Birileri onu hep "zor" zamanlarda gördü ama biz biliyoruz: O zoru sevmedi, zoru kolay etmek için yaşadı.
Kürt halkına, Türk halkına, Ermenilere, Süryanilere, Alevilere, Sünnilere, yoksullara, mahpushanedekilere, öğrencilerle dolu otobüslere, hastane koridorlarında bekleyen yüreklere ses oldu.
Onun sesi duvarı yıkmazdı; duvarı insana çevirirdi.
Bugün onu uğurlarken, halklar bir ağızdan konuştu.
Bakanlar değil, rütbeler değil, paşalar değil…
Meydanı dolduranlar; yoksulun, işçinin, kadının, mahallenin diliydi.
Bu halk onu sahiplendiği kadar onunla da sahiplendi barışı.
Çünkü barış, protokolle değil, halkın duasıyla yapılır.
Çünkü barış, müzakere odalarında değil, halkın cenazelerinde kutsanır.
Ve çünkü barış, Sırrı Süreyya Önder’in adımlarında yürür, gölgesinde büyür, mezarında filizlenir.
O şimdi artık aramızda yok.
Ama Mezopotamya’nın toprağıyla, Fırat’ın suyu ile, Botan’ın kayasıyla, Dersim’in rüzgarıyla yaşıyor.
Artık biz onun yoldaşları değil, taşıyıcılarıyız.
Yükümüz büyük ama adımız da onurlu: Barış emanetçisiyiz.
Ceren’e sarıldım cenazede.
Konuşamadım.
O konuştu, biz sustuk.
Ve o sustuğunda, biz artık başka bir dilde konuşmaya başladık:
Yasın, ağıdın, sözün ve sözün ardındaki hakikatin dili.
Sırrı, seninle birlikte bir çağ göç etti.
Ama biz sana söz:
Barışı unutturmayacağız.
Kelimelerini, filmlerini, yoldaşlıklarını, halklara olan inancını unutturmayacağız.
Senin mezar taşında ne yazarsa yazsın, biz biliyoruz:
Adın halktır, soyadın barış.
İstanbul Times (Sizden Gelenler ) Çetin Yılmaz -04.Mayıs.2025