DİPLOMA DAVASI’ YENİ HÂKİMİYLE GÖRÜLDÜ

İmamoğlu, ilk iki duruşmada yer alan, ancak dosyadan el çektirilerek Kahramanmaraş’a atanan hâkim yerine görevlendirilen yeni yargıçla elindeki tüm gerçek belgeleri paylaşarak, savcılığın iddialarını bir bir çürüttü.

İstanbul Times Haber Merkezi - Hüseyin Çetiner -Silivri - İstanbul

SIKAR! BIRAKAMAZSINIZ BENİ DEVRE DIŞI. BENİM ARKAMDA 86 MİLYON İNSAN VAR

Hakkında açılan birbirinden absürt davalarla cumhurbaşkanlığı adaylığı yolculuğunun engellenmeye çalışıldığına vurgu yapan İmamoğlu, yeni hâkime, “Bu davanın benim nezdindeki ismi; diplomada sahtecilik, evrak sahteciliği davası değil, ‘Ekrem İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığının engellenmesi’ davasıdır.

SAVCILIK DİYOR Kİ; ‘İŞİMİZ SENİNLE. TALİMAT ÖYLE. ÇÜNKÜ, SENİ CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞINDA DEVRE DIŞI BIRAKMAK İSTİYORUZ…’

Savcılık diyor ki; ‘İşimiz seninle. Talimat öyle. Çünkü, seni cumhurbaşkanlığı adaylığında devre dışı bırakmak istiyoruz…’ Sıkar! Bırakamazsınız beni devre dışı. Benim arkamda 86 milyon insan var, 16 milyon İstanbullu var… Bu baskı altında, bu atmosferde gerçekten bağımsız bir karar verebilecek misiniz? Ben bu soruyu aldım, buraya koydum” sözleriyle seslendi.

KİMİN DİPLOMASI SAHTE, KİMİN DİPLOMASI GERÇEK, KİMİN DİPLOMASI VAR, YOK; ORTAYA ÇIKSIN

“Ama buradan haykırıyorum” diyen İmamoğlu, Cesaretiniz varsa, kendinize güveniyorsanız, en önemlisi milletin emanetine sahip çıkacak yüreğiniz varsa, samimiyseniz, kul hakkını gerçekten savunuyor ve kul hakkına gerçekten saygınız varsa -CHP, AK Parti fark etmez- Türkiye'nin bütün merkezi ve yerel idare yöneticileri, en üst düzey bürokratları, herkesin mal varlığı en geniş biçimde incelensin.

KİM RÜŞVETLE, İRTİKAPLA, KAMU GÜCÜNÜ, NÜFUZUNU KULLANARAK, MAL MÜLK SAHİBİ OLMAYA YELTENDİYSE, MİLLETİN GÖZÜ ÖNÜNE GELSİN

Kanun tasarıları, önerileri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, en tepeden en tırnağa, diploması da incelensin, siyaset öncesiyle siyaset sonrası edindikleri mal varlıkları da incelensin. Tepeden tırnağa. Ak koyun kara koyun ortaya çıksın. Kim rüşvetle, irtikapla, kamu gücünü, nüfuzunu kullanarak, mal mülk sahibi olmaya yeltendiyse, milletin gözü önüne gelsin. Kimin diploması sahte, kimin diploması gerçek, kimin diploması var, yok; ortaya çıksın,” şeklinde konuştu.

CESARETİNİZ VARSA, KENDİNİZE GÜVENİYORSANIZ, HERKESİN MAL VARLIĞI EN GENİŞ BİÇİMDE İNCELENSİN

“Bu temizliği, millete karşı bu görevi yapabilecek iradeniz varsa, bir günde Meclis’ten bunu çıkartın, samimiyetinizi bu millete gösterin,” diyen İmamoğlu, “Meclis kursun komisyonu, hep birlikte yargılayalım, yargılanalım. Bu kumpaslardan, milletin vicdanına dokunan bu musibetten bir hayır çıkartalım. Verin talimatı; MASAK, BDDK, tüm siyasetçileri, üçüncü derece akrabalarına kadar bakılsın. Röntgeni çekelim, hasta haline gelmiş bu siyaseti var mısınız hep beraber düzeltelim?

İMAMOĞLU’NDAN ERDOĞAN’A ‘HODRİ MEYDAN’ ÇIKIŞI: ÖYLE KÜRSÜYE DAYANARAK, MİKROFONA KONUŞARAK, ‘İRTİKAP, SUÇ, BİLMEM NE’ YARGISIZ İNFAZ YAPARAK, BENİ LEKELEYEMEZSİNİZ

Buradan hodri meydan diyorum. Milletin eleğinden geçip, milletin huzuruna çıkartalım. Öyle kürsüye dayanarak, mikrofona konuşarak, ‘irtikap, suç, bilmem ne’ yargısız infaz yaparak, beni lekeleyemezsiniz. O dediğiniz sözlere şöyle yaparım sadece, şöyle. (Eliyle ceketinin kollarını silkeledi.) Bu kadar. O ahlak dışı ve gerçekten kötü sözlerin her birisi sahibine aittir. Söyleyene aittir. Ne diploma davası ne diğer davalar, ilahi adalete ve milletin vicdanına sımsıkı sarılıyoruz,” ifadelerini kullandı.

YENİ HÂKİME BU SORUYU YÖNELTTİ: BU BASKI ALTINDA, BU ATMOSFERDE GERÇEKTEN BAĞIMSIZ BİR KARAR VEREBİLECEK MİSİNİZ?

18 Mart’ta üniversite diploması iptal edilen, 19 Mart’ta da yargı görünümlü sivil darbeyle özgürlüğü elinden alınan seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun, “resmî belgede sahtecilik” suçlamasıyla yargılandığı davanın üçüncü duruşması da davaya bakan İstanbul 59. Asliye Ceza Mahkemesi’nin bulunduğu Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi yerine Silivri'deki salonda görüldü.

‘DİPLOMA İPTALİ’ DAVASININ İDDİALARINI BİR BİR ÇÜRÜTTÜ

CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İBB Başkanvekili Nuri Aslan, İmamoğlu’nun eşi Dr. Dilek Kaya İmamoğlu, oğulları Selim İmamoğlu, babası Hasan İmamoğlu, kız kardeşi Neslihan Yakupçebioğlu, avukatlar, gazeteciler, İmamoğlu’nun Kıbrıs ve İstanbul Üniversitesi’nden arkadaşları ve kalabalık bir vatandaş topluluğu, duruşmada İmamoğlu’na destek verdi. Duruşmayı, Kahramanmaraş’a atanan hâkim Ali Doğan’ın yerine, hâkim Sinan Erdemli yönetti. İmamoğlu duruşmaya, katılımcıların alkışları eşliğinde girdi.

“BU BİR DİPLOMA DAVASI DEĞİLDİR, BİR CUMHURBAŞKANININ CUMHURBAŞKANI ADAYINI DEVRE DIŞI BIRAKMA MÜCADELESİDİR”

Hâkim Erdemli, duruşma başında alkış yapılmaması ve görüntü kaydı alınmaması konusunda uyarılarda bulundu. İmamoğlu, hâkimin uyarılarına, “Görüntü iyidir” yanıtını verdi. Hâkim de İmamoğlu’na “İyidir ama yasak yani. Duruşma salonda görüntü almak yasak. Yasaya uymak gerekiyor,” şeklinde karşılık vererek duruşmayı başlattı. İmamoğlu’nun tarihi savunmasının ve hâkim Erdemli ile karşılıklı diyaloglarının tam metni şöyle oldu:

“Sayın hâkim, öncelikle söylediğiniz gibi, bir sözüm ona şikâyet üzerine başlayan bir şikâyet soruşturması, benim cumhurbaşkanı adaylığımı açıkladığım gün itibariyle bir adli soruşturmaya dönüştürüldü. Hem de mesai bitimine bir dakika kala! Dolayısıyla, bu bir diploma davası değildir, bir Cumhurbaşkanının cumhurbaşkanı adayına karşı siyasi bir davaya dönüşmüş, adayını tabiri caizse devre dışı bırakma mücadelesidir. Dolayısıyla, bu davayı bu gözle dinlemek ve algılamak gerekir. Ben bugün, Yunus'un sözleriyle başlamak istiyorum: ‘Dil söyler, kulak dinler; kalp söyler, kâinat dinler.’ Dolayısıyla ben, kalben konuşacağım, kalbimden konuşacağım. Sizin de beni, Türk milleti adına, aynı şekilde kalpten dinlemenizi diliyor ve istiyorum.

YENİ HÂKİME BU SORUYU YÖNELTTİ: BU BASKI ALTINDA, BU ATMOSFERDE GERÇEKTEN BAĞIMSIZ BİR KARAR VEREBİLECEK MİSİNİZ?

Bu minvalde bugün burada buluşmamızın ve bulunmamızın sebebi nedir diye baktığınızda; aslında ne yazık ki yüce Türk yargısı bina beğenmiyor, salon beğenmiyor, hatta yargıç beğenmiyor. Şu anda o duruma gelmiş bir pozisyondayız. Umuyorum sizin ve sizin gibi, yüce Türk yargısını temsil eden hâkimlerin başına bu tür olaylar gelmez. Ama geliyor! Ve ne enteresandır ki, hangi katrilyonda bir ihtimalledir ki, bu benim şu anda son 8 aydır, bir tanesi de daha önceden olmak üzere, yaklaşık 10-12 ilgili duruşmalardaki değişikliklere baktığımızda da bu dönemde gerçekten enteresan bir biçimde, Türk yargısı tarihinde, Türk siyaset tarihinde olmayacak uygulamalarla karşı karşıya geliyoruz.”

SESSİZLİĞİN ÇOĞALDIĞI YERDE, ZULÜM CESARET BULUR”

“Ama şunu söyleyeyim: Sessizliğin çoğaldığı yerde, zulüm cesaret bulur. Gücü elinde tutanlar, bu durumdan cesaret alır. Sınır tanımaz zalimlikler, hukuksuzluklar, zirveye çıkar. Buna fırsat vermemek adına, ben, şu anda kendimi 86 milyon insan adına en sorumlu kişi kabul ediyorum. Bu, benim hukuk mücadelem gibi görünmesin. Aslında benim mücadelem, bu cennet vatanda Türk milleti adına zalimliğe karşı bir mücadeledir. Zalimliğe karşı bu mücadeledeki kararlılığımı da Yüce Yaradan huzurunda burada ifade ediyorum… Ve yüce Türk yargısı huzurunda ve sizin huzurunuzda ifade ediyorum ki; beni hiçbir güç yıldıramaz. Emin olunuz ki, dünden daha güçlüyüm bugün. Yarın, bundan daha bin misli güçlü olacağım. Bir sonraki gün daha bin misli güçlü olacağım. Gücümün nasıl arttığını tarif dahi edemem. Çünkü 86 milyon yurttaş arkamdadır. Onların gücüyle de yol yürüyorum. Biz çok iyi biliyoruz ki; devletin meşruiyeti, vatandaşının suskunluğunda değil, sözünü korkmadan söyleyebilmesinde anlam budur. Çünkü demokrasinin nefesi, eleştiridir. Cumhuriyetin kalbi ise vicdanıdır. Biz, bu derin vicdana güveniyoruz. 86 milyonun vicdanını, irfanını harekete geçirmek için de sonsuz mücadele ettim, etmeye devam edeceğim...”

“CUMHURİYETİN DÜŞMANI DÜŞÜNCESİNİ BİR KİŞİYE TABİ KILAN VE BOYUN EĞENLERDİR”

“Cumhuriyetimizin en büyük düşmanı, farklı düşünenler değil, düşünmekten vazgeçenlerdir. Düşüncesini bir kişiye tabi kılan ve boyun eğenlerdir düşmanı Cumhuriyetin. Çünkü, düşünmeyen bir toplum önce adaletini, sonra özgürlüğünü, en sonunda da hafızasını kaybeder. Ben, binlerce yıllık devlet geleneğine sahip bu topraklarda, hafıza kaybına asla müsaade etmeyecek insanlardan birisiyim. Bu durum; devletin, milletin varlığı ve geleceğinin olmamasıdır. Bu devletin, milletin birliği, beraberliği ve bekası için mücadelenin kutsallığına inanan birisiyim. Bu kutsallık çerçevesinde de yoluma devam edeceğim. Vazgeçilmez mücadelemiz,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilelebet yaşaması, güçlü bir demokrasiyle taçlanması ve adaletle bütünleşmesidir. Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız bütün olaylar, dediğim gibi, benim için sadece ve sadece mücadele gücümü arttıran hamlelerdir. İşte geleceğimizin bu menzile ulaşmamızla çok güzel olacağına olan inancım her geçen gün daha da artmaktadır. Konuşanı, eleştireni, fikrini söyleyeni, sabahın karanlığında, gün doğmadan gözaltına alıp hapse atabilirler. Beni ve birçok arkadaşımı, bu anlamda hukuksuzca hapiste tutsak edebilirler. Tecrit altında onlarca soruşturma, masumiyet karinesi ihlaline tabi tutabilirler. Ama susmayacağımızı, sesimizin daha gür çıkacağını ve cesareti de hep birlikte büyüteceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu, böyle bilinsin.”

VE BURADA SUÇLAMAYA GELDİM…”

Ve burada suçlamaya geldim. Suçluyorum. Adaletsizliği suçluyorum. Milleti aldatanları, yargıyı, siyasetin aracı haline getirenleri suçluyorum. Ki birazdan dosyayla ilgili de nasıl aldatma unsurlarını harekete geçirdiklerini tek tek ifade edeceğim. Siyasetin gücüne, adalet erkini tereddütsüz teslim edenleri suçluyorum. Bu suçu işleyenlerin de mutlaka hukukun önünde hesap vermesi gerektiğine yüzde yüz inanıyorum. Ve bu adaletsizliğe imza atan, adaletsiz uygulamalara imza atan kişilerin de bu salonlarda, adil yargının olduğu günlerde, çatır çatır hesap vereceği günlerin de çok yakın olduğunun altını çizmek istiyorum.

Onun için susmamanın, kimsenin susturulmamasına müsaade etmemenin de bugün bir vatan hizmeti, bir millet hizmeti, bir gelecek hizmeti olduğunun da farkındayım. Bugün konuşmazsak, ülkemizi çok daha zor günler bekliyor; bunu bilesiniz. Milletimiz adına hakikati konuşmak, kesinlikle sonsuz kararlılığımdır ve vazifemdir. Bu ülkede hukuk, artık hukukun kendi akışıyla da işlemiyor. İktidarın ihtiyaç duyduğu sonuçlara göre şekillendiriliyor.

ADIMIN GEÇTİĞİ TÜM CEZA DAVALARINDA HAKİMLERİN YERİ DEĞİŞTİRİLDİ”

“Bakın; son zamanlarda yaşanan tablo bile, tek başına gerçekten ibretliktir. Şimdilik kısaca değiniyorum. Ahmak davasında, 19 Mart sürecinde, diploma davasında, diplomanın iptali idari mahkeme sürecinde, adımın geçtiği her ceza davalarında… İnanın şaka değil, gerçek. Üstüne basa basa söylüyorum: Adımın geçtiği tüm ceza davalarında hakimlerin yeri değiştirildi. Bu çok enteresan. Gerçekten sizin mesleğinizi korumak için bunun altını çiziyorum Sayın Hâkim. Sizin mesleğinizi korumak… Adalet mülkün temelidir, yani adalet devletin hizmetindedir, devletin temelini oluşturur. Bu duygu için, bu kavram için mücadele ediyorum. Siyasete tabi değildir. Yani siyasete mi tabiisiniz? Millet adına karar vermek için mi buradasınızın aslında ispatını, hep beraber yapmak durumundayız, yapmak zorundayız.”

“BU, DOĞAL AKIŞINDA İLERLEYEN BİR SÜREÇ DEĞİLDİR”

“O bakımdan, İBB soruşturmasına bakacak heyetin yeniden kurulması, açıkçası bütün bunlar, gerçekten adil yargılama hakkının ayrılmaz parçası olan, ‘doğal hâkim ilkesinin’ nerede kaldığının da işareti, sorulması gereken bir sorusu olarak ifade etmek isterim. Sayın Hâkim, bu davanın hâkimi sizsiniz ve siz de bu dosyaya yeni atandınız. Bu gerçek bile tek başına şunu göstermektedir: Gerçekten bu, doğal akışında ilerleyen bir süreç değildir. Sizin için de kolay bir durum olmayacak. Bunun da farkındayım. Ama buradan başka bir göreve gönderilen hâkim için hiç kolay bir durum değil. Zan altında bırakıldığı bir ortam yaratılmıştır. Ve açıkçası, benim de adil yargılanma hakkımın elimden alındığını ifade ediyorum. Bu dosyanın her kritik aşamasında, yeni bir el tarafından yönlendiriliyor olması, büyük bir tehdittir. Öyle bir dava olmaz. Yani maç arasında hakem değiştirilmez.”

“BU SORUMU BÜTÜN TÜRKİYE DUYACAKTIR”

“Sayın Hâkim, ben size ve makamınıza, elbette en üst seviyede saygı duyuyorum. Hayatta en sevmediğim şey, ön yargılı olmaktır. Annem-babam burada. Doğduğum andan itibaren ben hiç kimseye ön yargılı gözlerle bakmadım. Hayatta kimseyle kavga etmedim. Kimseyle kavga etmediğim gibi… Çocukken diyorlar hiç kavga etmedin mi? Vallahi etmedim. Ne kimseye dayak attım ama kimseden de dayak yemedim. Arkadaşlarım da burada. Öyle bir derdim hiç olmadı yani. Benim derdim, suhuletle ortamı mümkün olduğu kadar güzel bir hale getirebilmek ve oradan doğru bir kararın çıkabilmesini sağlamaktır. Mikroskopla baktılar; doğduğum günden bugüne analiz ediyorlar.

Her şeyime baktılar ama bir kavgamı bulamadılar, bir husumetini bulamadılar. Sadece birtakım insanları zorlayarak iftiracı yaptılar ya da yalancı tanık yaptılar ya da görünmeyen tanık haline, gizli tanık haline getirdiler. Onun için ben kendime güveniyorum ve bu manada sizin kişiliğinizle de devletin makamıyla da benim hiçbir derdim yok. Bunu böyle bilmenizi istiyorum. Ama sorum nettir ve bu sorumu bütün Türkiye duyacaktır. Bütün evraklarımın, yaptığım bütün işlemlerin, sunduğum bütün belgelerin tek tek gerçek olduğunu, sahte olmadığını ispat edersem, bunu sağlarsam, siz, bu baskı altında, bu atmosferde gerçekten bağımsız bir karar verebilecek misiniz? Ben bu soruyu aldım, buraya koydum.”

“HÂKİM DEĞİŞTİREREK ADALET DEĞİŞMEZ;SAVCI TERFİ ETTİRİLEREK GERÇEK ASLA GİZLENEMEZ”

“Ben burada, sadece kendim için değil, Türkiye'de görevini doğru yapmaya çalışan tüm hakimler için bu soruyu soruyorum. Ve bilinsin ki; hâkim değiştirerek adalet değişmez. Savcı terfi ettirilerek gerçek asla gizlenemez. Bugün gizlersiniz, yarın açığa çıkar. Operasyonlarla milletin iradesi asla ve asla esir alınamaz. Bu memlekette… -Tehlikeli bir soru soracağım: Su içebilir miyim?- Tabii usulsüz yargılamayla hareket edenlere, yargı erkini bağımsız bir şekilde hareket edemez hale getirenlere buradan söylüyorum: Siz, beni adalet adına yargılamıyorsunuz. Hukuka aykırı hareket ediyorsunuz. Bunlar, bir avuç insan.

Ben bu insanları ‘bir avuç insan’ diye ifade ediyorum ve ‘bir avuç muhteris’ diye ifade ediyorum onları. Liyakat ile değil, bir kişiye sadakatle yargılamaya çalışıyorsunuz. Ama nafile. Ben sizi, bu hamleleri yapanları, yüce Türk milleti adına yargılıyorum. Buna alet olan herkes, günü geldiğinde, adil yargı huzurunda hesap ve-re-cek. Ben dik dururum, millet dik durur; hukuk da er ya da geç yerini bulur. İşte bugün, bunun için buradayım.”

NEYMİŞ? EVRAKTA SAHTECİLİK YAPMIŞIM! TAM BİR İFTİRA, KUMPAS…”

Bu savunma ve savunmalarım, milletimiz adınadır. Çocuklarımız, gençlerimiz ve geleceğimiz adınadır. Sayın Hâkim, üzülerek ifade ediyorum ki; bugün bir kez daha Türkiye'nin gelmiş geçmiş en absürt, en saçma, en uydurma davasındayız. Diplomam iptal edilerek yapılan hukuksuzluğa, bu sefil iptal kararına altlık oluşturmak için açılan davadayız. Neymiş? Evrakta sahtecilik yapmışım! Tam bir iftira, kumpas… İçi yalanlarla, çarpıtmalarla ve aldatmalarla dolu bir iddia.

Savcılığın akıl almaz, zorlayıcı, ‘diplomayı iptal edin’ yazısı ile bu işlemi hukuksuzca, yetkisiz bir şekilde yaparak, İstanbul Üniversitesi tarihine kara leke olarak geçen, rektörlük ve yönetim kurulunun başlattığı sürecin desteklenmesi için… Ayakta zor duran bir iş çünkü. Ona bir destek lazımdı. Desteklenmesi için uydurulan davada bir aradayız. Türkiye'nin bütün saygın hukukçularına, tecrübeli hâkimlerine, profesörlerine, benim diplomamı sorsanız size vereceği yanıt tektir: Evet, diplomam anamın ak sütü kadar helaldir, yasaldır, meşrudur.

BU SUÇLAMALARI KABUL ETMİYORUM, ŞİDDETLE REDDEDİYORUM”

Kimsenin hakkını yemedim. Hiçbir evrakta sahtecilik yapmadım. Devletin üniversitesinin açtığı kontenjana, verdiği gazete ilanına başvurup, hak kazandım. Bu sebeple, devleti ve kurumlarını inkara varan ve sadece 19 yaşındaki Ekrem'i yargılamaya kalkan… 19 yaşında… Geri sardı. Dünyayı geri sardı 35 yıl öncesine. 19 dokuz yaşındaki Ekrem'i yargılamaya kalkan bu suçlamaları kabul etmiyorum, şiddetle reddediyorum. Hatta bu suçlamaları yapanlar ve diplomamı iptal etme girişimi içinde olanlara karşı, sonsuz mücadele ile hakkımı arayacağımı buradan ilan ediyorum.

Özellikle devlet geleneğimize, devletin devamlılığı esasına, kurumların saygınlığına sürülen bir kara lekenin, bütün aktörleriyle, bu dünyada adil yargı önünde, çatır çatır, konumum ne olursa olsun, nerede olursam olayım, hesap soracağımı, yarın da öbür dünyada yüce Allah'ın huzurunda hesaplaşacağımı buradan ilan ediyorum. Bütün Türkiye'nin de bildiği gibi, burada bulunmamızın yegâne sebebi, milletimizin bana verdiği cumhurbaşkanı adaylığı görevidir. Öylesine bir adaylık değildir. 2 milyon Cumhuriyet Halk Partisi’nin üyesi ve milyonlarca halkımızın sandığa gelip oy kullanması… 15,5 milyon insanın oy kullanarak, sonrasında da 25 milyonu aşan insanın imzayla destek verdiği bir süreçle, dünya tarihinde olmayacak bir şekilde, cumhurbaşkanı adaylığı görevimdir bütün sebebi.”

BU DAVANIN BENİM NEZDİNDEKİ İSMİ; DİPLOMADA SAHTECİLİK, EVRAK SAHTECİLİĞİ DAVASI DEĞİL, ‘EKREM İMAMOĞLU'NUN CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞININ ENGELLENMESİ’ DAVASIDIR”

“Bu sebeple, bu davanın benim nezdindeki ismi; diplomada sahtecilik, evrak sahteciliği davası değil, ‘Ekrem İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığının engellenmesi’ davasıdır. Demokrasiye, seçme ve seçilme hakkına, milletin iradesine, Türkiye'nin geleceğine böyle zorlama bir kararla el konulmaya çalışılması ne beni ne de milletimizi şaşırtmıyor. Milletçe bu absürt günleri hep beraber aşacağız. Şaşırtmıyor; çünkü, her şeyi yaptılar. Kaybettikleri seçimi iptal ettiler. Kaybettikleri seçimi uydurarak, yalan konuşarak, iftira atarak, ‘hırsızlar’ diyerek, ‘sandıklarda teröristler var’ diyerek iptal ettiler. Bir kişiye soruşturma açılmadı, bir kişi yargılanmadı. Ama millet, 13.600 oyu 806 bin oya taşıyarak, tokat gibi… Bir yanağından değil, iki yanağından ‘şırak’ diye tokat gibi yüzüne vurdu. Onun için bu millet şaşmaz.

Bu absürt günleri aşacağız. Her türlü zorluğu çıkardılar. Ben, binlerce denetleme geçirdim, binlerce… Her türlü zorluğu, her türlü engellemeyi yaşadım. Onun için kendimi dünyanın en korkusuz insanı görüyorum. Tarihteki en korkusuz insanı. Kime karşı? Kötüye karşı. Kime karşı? Zalime karşı. Kime karşı? Zalimliğe karşı. Kime karşı? Adaletsiz olan herkese karşı. Bugünü yaşayan, bu süreci takip eden, özellikle geleceğimiz sevgili çocuklarımız ve gençlerimiz, asla ve asla bu tezgâhın içinde olanları affetmeyecek. Herkes, evindeki çocuk ondan hesap soracak. Burada bulunan bulunmayan, bu kararın içinde olan olmayan herkes hesap soracak. Çünkü ben, onlar için mücadele ediyorum. Bu sürecin içinde olanlar, kendi evlatlarının dahi yüzüne bakamayacak. 19 yaşındaki bir gence, 35 yıl sonra, bir kişi istedi diye… Bir kişi… Bir bedel ödetmeye kalkan bir avuç muhterise, bu milletin vicdanı ve adil yargı çatır çatır hesap soracak.

TÜM KURUMLARI DÖNÜYOR, DOLAŞIYOR AMA BİR TANE SAHTE BİR BELGE, EVRAK BULAMIYOR”

“Hep birlikte davaya, iddia makamının sahtecilikle ilgili absürt tarifine geri dönelim. İddianame dosyasının öyle bitiş paragrafları var ki; bir türlü noktayı koyamıyor. Ben hayatımda, bu kadar virgülle sayfalar aktarılan bir tarif görmedim. Nokta koyamıyor. Çünkü uyduruyor. Somut bir belgeye dayandıramıyor. Çünkü yok. Yazıktır. Tüm kurumları dönüyor, dolaşıyor ama bir tane sahte bir belge, evrak bulamıyor. İddianamedeki ifadeler ve onlarca paragrafla izah edilenler, şimdi Türkiye'nin gündeminde olan iddianame gibi -mışlarla, -muşlarla dolu.

Ve aynı zamanda ‘zannediyorum, görmüştüm, duymuştum’un ötesine geçemiyor. Hatta yazılanı, çizileni çarpıtarak, yalanla ifade etme gayretine düşüyorlar. Bu yüz karası iddianamenin düzenlenmesi, Türk yargısının itibarını zedelemektedir. Bu işi bir an önce kapatın, bir an önce bitirin. Size tavsiyemdir Sayın Hâkim. Yüce Türk yargısının namusunu kurtarın. İşte bütün bu söylediğim çerçevede, elinizdeki dosyada sahte bir evrak da yoktur, evrak sahteciliği de yoktur. Bu arada, bu absürt davada dört taraf var: 19 yaşındaki ben… Hala 25 yaşında gösteriyorum. Enerjim yüksek yani, onu söyleyeyim. Girne Amerikan Üniversitesi, -eski adıyla University College of Northern Cyprus (UCNC)- İstanbul Üniversitesi ve YÖK. Ama enteresan olan şu ki; suçlanan ve cezalandırılmak istenen ben! Hem de 19 yaşındaki ben. Hatta…”

HÂKİMLE DİYALOGLAR: “SADECE BENİM DOSYAMI AYIRIYORLAR.SİZCE NİYE? CUMHURBAŞKANI ADAYI OLDUĞUM İÇİN OLABİLİR Mİ ACABA?”

- Hâkim: Araya girerek bir şey sormak istiyorum size. Şimdi 19 yaşındaki Ekrem İmamoğlu'nun bir dilekçesi var. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne yazmış bu yatay geçişle ilgili. Yatay geçiş yapmak istiyorsunuz, ‘ekonomik durumum iyi olmadığından ve öncelikle İstanbul Üniversitesi’nde okumak istediğimden’ diye bir gerekçe yazmışsınız. Ekonomik durumunuz iyi değil miydi o dönemde?

“Kriz vardı. İş hayatının içindeydim Sayın Hâkim. O mu dikkatinizi çekti sadece bizim dosyamızda? Bütün dosyada o mu dikkatinizi çekti? 19 yaşımda emekçiydim. İş hayatımı da anlatırım isterseniz.”

- Hâkim: Bir de şey dikkatimi çekti. Girne Amerikan Üniversitesi’ne, banka hesabınızla ilgili yazı almışsınız. Sadece bunu açıklamanızı istiyorum. Onun için sordum.

“O bence zurnanın zırt deliği! Oraya gelene kadar daha çok şey anlatacağım size. Çok kötü yerden başladınız ama. Yani keşke bundan başlamasaydınız. Ön yargı oluşturdunuz. Bende ön yargı oluşmaz da ön yargı oluşturdunuz, yazık oldu. Sorunuz dursun, cevap vereceğim ben size. Çok kötü yerden başladınız, zurna tam böyle ‘zırt’ dedi! Bu bile ‘zannediyorum’a girer bu arada. Yani bu dediğiniz ‘zannediyorum’a girer. Ne evraktır ne evrakta sahteciliktir. Gerçekten zurnanın zırt dediği bir yer yani. Ben anlatacağım gerçeği de sizin için ‘zannediyorum’a girer. Size tavsiyem; sorularınızı lütfen iyi düşünün Sayın Hâkim. 27 arkadaşımın hakkında da benzer iddia düzenlenmişken, çok enteresan bir şekilde, sadece benim dosyamı ayırıyorlar. Diyorlar ki, ‘Bu arada onların hiçbiri yargılanmasın.’ Ayırıyorlar, telaşla benim dosyamı, davaya dönüştürüyorlar. Ben de soruyorum: Sizce niye? Cumhurbaşkanı adayı olduğum için olabilir mi acaba? Bu zor bir soru çünkü. Buna ‘Bilemiyorum’ demeniz haklı. Çünkü bir kişiyi ilgilendiriyor. Saray’da duruyor!

“BEN 19 YAŞINDA DA MÜCADELE EDERİM KÖTÜLERLE”

- Hâkim: Soruşturmayı ben yapmıyorum.

“Tamam, ben de size hâkim olarak soruyorum. O zaman iddia makamına mı soralım acaba? İsterseniz oraya soralım. Usule aykırı bir şey yapmak istemem.”

- Hâkim: Siz savunmanıza devam edin

“Peki. Savunmama devam edeyim. Siz de sorularınızı düşünerek sorun. Savcılık diyor ki; ‘İşimiz seninle. Talimat öyle. Çünkü, seni cumhurbaşkanlığı adaylığında devre dışı bırakmak istiyoruz…’ Sıkar! Bırakamazsınız beni devre dışı. Benim arkamda 86 milyon insan var, 16 milyon İstanbullu var…İşimiz seninle’ diyorlar. ‘Talimat öyle. Çünkü seni cumhurbaşkanı adaylığının bize zararı var, kurduğumuz düzene, kara düzene zararı var!’ Çok net bir siyasi davalar zincirinin en absürt parçası, en absürt dili, en absürt ortamı diploma davası; ahmak davası, çirkin davası ve diğerlerinden absürt bir şekilde açık ara öndedir.

Hukuku ayaklar altına alan bu iddianamenin özündeki bir başka çarpıcı durum da esasen savcıların dönüp, tam 35 yıl önce, 19 yaşında olan Ekrem'i cezalandırmanın peşine düşmüş olmalarıdır. 19 yaşında! Ben 19 yaşında da mücadele ederim kötülerle onu söyleyeyim yani. O gün de kararlıydım, bugün de kararlıyım. Allah'ıma şükürler. Kötülerle çatır çatır mücadele ederim. Burada bulunan herkesin evlatları için konuşuyorum, onu da söyleyelim. Savcılığın, ilgili hiçbir kuruma da ‘işim yok’ demesi, ayrıca trajikomik durumdur.”

“HİÇBİR EVRAK BİLE SAHTE DEĞİL, AYNEN BENİM GİBİ GERÇEK”

“Bir kez daha hatırlatalım ve gelin içinde hangi evraklar var; tek tek bir sahte belge var mı; tek tek, kısa kısa… Sadece göstereceğim ve yere koyacağım. Hiçbir evrak bile sahte değil. Aynen benim gibi. Ben ne kadar gerçeksem, onlar da her şeyiyle, tek tek gerçek. Sahte, aldatan tek bir hayat kesitim yok çünkü. Onun için şimdi ben o evrakları buraya almak istiyorum. Çok ilginizi çeken dilekçe bu. Bakın burada, sadece imzam zaman içinde olgunlaşmış, onun dışında her şey gerçek. Buradaki delikanlı da gerçek. 19 yaşında. Yani ergenliğin verdiği hafif bir çirkinlik olur bu yaşlarda efendim. Onun dışında gayet yakışıklı yine. ’88-89 öğretim yılında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, Southeastern Üniversitesi Washington DC adlı üniversitenin akredite etmiş olduğu…’ Bakın hep detayını yazıyorum.

Savcının iddianamesi o kadar yalan uydurma ki, şunları bile çarpıtarak yazmış. Gerçeği burada var yahu. 19 yaşındaki adamın yazdığına bak, yeter. ‘…akredite etmiş olduğu UCNC üniversitesinin önce hazırlık bölümünü, daha sonra da İngilizce işletme bölümünü de ikinci sınıfa alttan ders bırakmadan bitirdim. Öğrenimimin geri kalan bölümünü, Yüksek Öğretim Kurumu’na bağlı İngilizce işletme bölümünde bitirmek istiyorum. Bunun için gereğini arz eder, saygılar sunarım.’ Dilekçem. Bu kadar basit yani. Bu gerçek.”

“ESAS GERÇEK NE BİLİYOR MUSUNUZ?”

“Bakın esas gerçek ne biliyor musunuz? Esas gerçek bu. Bunu ben vermedim. Koca İstanbul Üniversitesi ilan verdi. Burada ‘şunlar giremez, bunlar giremez, şunlar hariç’ bilmem ne yok! ‘Başvuru yap’ diyor. Ve ben bu dilekçeyle başvuru yapıyorum. Bu da gerçek. Bakın; Milliyet Gazetesi’nde. Tam sayfa. Koca İstanbul Üniversitesi. 1453 kuruluşu...

Ekrem İmamoğlu değil. Benden bir sene önce de onlarca insan geçiş yapmış bu arada. Ben de onlardan öğrendim geçiş olduğunu. Sonra da burada gördüm ve bu gazete ilanına, devletin yüzlerce yıllık kurumunun ilanına güvenerek, başvuruda bulundum. Gerçek… Sapına kadar gerçek. O kadar özenli bir dilekçe hazırlıyorum ki, ekine okulumun broşürlerini koyuyorum. Okul nedir? Hangi okuldur? Nereden, nasıl akredite olmuştur? Nasıl üniversite diploma verir, nasıl vermez? Hepsini koymuşum. Başka dosyada bulamazsınız. Allah'tan ben bunları sakladım. Allah'tan yani. 19 yaşındayım ve kendi evraklarımı sakladım yani. ‘Yarın namus düşmanı, ahlak düşmanı, adalet düşmanı biri çıkar’ diye düşünmüşüm herhalde. Sakladım. Helal olsun bana.

“21 DERSİ DE ÇATIR ÇATIR VERDİM”

“Öğrenci belgelerim var benim. Öğrenci belgelerim çok konuşuluyor bu öğrenci belgeleri. Öğrenci kaydıyla ilgili… Onun için buraya koydum. Nedir bu öğrenci belgeleri? Burada yazıyor. Bakın, UNCN Üniversite yazıyor. İstanbul Üniversitesi’nin bana verdiği öğrenci belgeleri... Hem de bir tanesi kayıttan 6 ay sonra. Neymiş efendim? ‘Kütük defterine Doğu Akdeniz yazılmış!’ Bankonun öteki tarafına sanki geçtim de ben, Doğu Akdeniz yazdım 50 tane öğrenciye. Benim işim mi? Bana soruyor bunu. Yani o aklı evvel savcı, bana soruyor bunu. Gerçek.

Bakın burada kabul belgem. Gerçek. Kabul belgesi. Burada üç tane üniversite hocasının imzası var Sayın Hâkim. Hangi dersleri alacağım, hangi derslerden muaf olduğum yazıyor. İki dersi muaf tutmuşlar, geri kalan bütün dersleri birinci sınıftan vererek, beni kabul etmiş. Öyle takdir etmişler. Ben, 21 dersle okula başladım. O 21 dersi de çatır çatır verdim. Tek derste okul uzattım, bir sene sonra da onu verdim ve mezun oldum o okuldan. Arkadaşlarımın bir kısmı burada. Az önce de gösterdiğim öğrenci belgesi, daha büyük görünsün diye burada. Bakın ne yazıyor burada. KKTC UCNC Üniversitesi. ‘Doğu Akdeniz’ yazmıyor yani. İstanbul Üniversitesi'nin bana verdiği belge bu.”

İMAMOĞLU: “SİZ DE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NDEN MİSİNİZ?

HÂKİM: EVET

“Bakın; bu İstanbul Üniversitesi'nin bana verdiği belgeyi koymamın sebebi, demek istediğim şu; kütük mütük beni ilgilendirmez. Bak burada yazmış, İstanbul Üniversitesi vermiş. Hem de 1991 yılının Şubat ayında vermiş bunu bana. Kayıttan 5 ay sonra. Bir başka kurum için yine öğrenci belgesi istemişim, aynı şekilde okul düzenlemiş vermiş. Bakın, Şubat 91. Yazıyor burada, yine yazıyor? ‘İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi. Adı geçen öğrenci, fakültemizee KKTC UNCN Üniversitesi'nden ikinci sıra nakil olarak gelmiştir’ diyor. 6 ay sonra. Ben nereden bileyim kütüğü? Hani o kütüğe takmış ya kafayı! Bir yerden yakalayacak aklı evvel savcılık! Bu benim diplomam. Sapasağlam. Diplomam bu benim. Gerçek, sahte değil. Sayın Hâkim, bu benim mezuniyet belgem. Bunu da üniversite verdi bana. Ben almadım yani, üniversite verdi. Gidip alamazsın zaten. Siz de okul mezunusunuz. Siz de bir okul bitirdiniz. Hangi hukuk bilmiyorum. Siz de İstanbul Üniversitesi’nden misiniz?”

- Hâkim: İstanbul Üniversitesi

“Tamam. Ne güzel. Ne güzel bak, sizin de hakkınız yeniyor yani. Bu da gerçek. Ama bu gerçeğe geçmeden şu yalanı da çürütelim. Neymiş efendim? ‘Ekrem İmamoğlu'yla ilgili kitapta Doğu Akdeniz yazmış!’ Ne yazıyor burada? ‘Kıbrıs'ta Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin sınavlarına girdi ve inşaat mühendisliğini kazandı. Ancak Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde geçirdiği birkaç yıl fikrini değiştirdi, amcasını ikna ederek, Girne Amerikan Üniversitesi İşletme Bölümü’ne yazıldı.’ Kitapta yazan bu. Yani kitapta şunu yazdı! Yazdıysa yazdı kitapta, bana ne?’ Ama onu yazmamış yani. Yalanın ikincisi… Bu da benim arkadaşımın diploması. Yani, Girne Amerikan Üniversitesi'nde okumuş, bitirmiş, Kaan diye bir arkadaşım. Kaan, daha sonra Southeastern Üniversitesi olarak diplomasını alıyor bu arkadaşım. 1991’de diplomasını alıyor bu arkadaşım, aynı zamanda 95 yılında… Bakın; o üniversitede okumuş, bitirmiş, 95’te de YÖK’ten denkliğini alıyor bu arkadaşım. Yani benim okuduğum okul denk değil, öyle, böyle, kıyamet..! Çok önemli değil geçişimde ama bu arkadaşım orada üniversiteyi bitirmiş, 95’te denkliğini almış.”

“ÜNİVERSİTE DİPLOMASI SADECE CUMHURBAŞKANI ADAYLIĞINDA LAZIM”

“Benim her şeyim gerçek. Bir şey daha gerçek burada. Onu da söyleyeyim. O da şu: Bakar mısınız? Cumhuriyet Başsavcılığı yazı yazıyor! Bu rezaleti, bu yazıyı yazanın yüzüne vurmak lazım her gün! Diyor ki; İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı tarafından tanınırlık, yatay geçiş kontenjanları, ilan süreleri ve yatay geçiş kabulüne dair idari işlemlerin Yüksek Öğretim Kurulu kararlarına aykırı olarak yapıldığı tespit edilmiş olup...’ Tespit ediyor savcı! Savcı tespit ediyor, ‘Aykırı yapıldı’ diyor. Savcılık makamı böyle bir şey yazabilir mi yahu? İddiayı ortaya koyabilirsin.

‘Tespit edilmiş olup!’ Ekrem kaçıyor elden! Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etti! Devirin adamın birisini! Devrilecek zaten, günün geldi mi gidecek, emekli olacak gidecek yani. Şimdi, ‘Bu bahse konu diplomanın kullanılmaya…’ Bakın; ‘bahse konuk diplomanın kullanılmaya, parantez içinde Yüksek Seçim Kurulu, parantezi kapat, devam edildiği, bu kapsamda diplomanın dayanak gösterilerek, kurulacak iş ve işlemlerin hukuka aykırı olmaması adına gerekli işlemlerin bir an önce yapılması…’ diyor. Üniversite diploması Türkiye'de, kamuda, sadece cumhurbaşkanı adaylığında lazım. Ayıptır yahu. Ayıptır yahu. Bu nasıl bir rezillik yahu? Şunu yazan savcı, bir de terfi alıyor! Allah akıl versin; terfi ettirene de terfi edene de Allah akıl versin. ‘Acele et’ diyor, ‘Hemen bunu kullanabilir!’ Parantez içinde de YSK diyor. Bu nasıl bir rezillik? Bu nasıl bir korku yahu? Nasıl korkuyor? Böyle korkunç bir adam değilim yahu!

SENİ HİKAYECİ, MASALCI REKTÖR”

“Şimdi bu absürt davanın, işte aynı şekilde utanç verici, savcılık eliyle aldatma girişimi olduğunun da altını çizeyim. Adil yargılama hakkını tümüyle ihlal eden bu kötücül girişim, aynı zamanda davanın açılabilmesi, hatta devam edebilmesi için konuları tümüyle çarpıtarak sunmasıyla, sadece toplumu değil, yüce Türk yargısını ve hakimlik makamını da aldatmaya, yani sizi aldatmaya yönelik bir girişimdir bu. Bu dava, sadece yargı organları üzerinden değil, maalesef bazı akademik kurumlar üzerinden de siyasallaştırılmaya çalışılıyor. Bu süreçte hukuk dışına çıkmayı göze alarak, aldatma girişimleri ve hukuksuz yöntemlere suç ortaklığı yapan, suç ortağıdır. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne ve rektöre de değinmek istiyorum. Bu zavallı rektör, çıkmış yandaş medyaya açıklamalar yapıyor.

Zavallı. Benim geçiş aldığım, geçiş yaptığım yıllarda geçiş yapan, yaklaşık 230 kişiyi araştırdıklarını anlatıyor zavallı rektör. Zavallı. Seni hikayeci, masalcı rektör. Ben kendisini ziyaret ettiğimde, korkudan odasına fotoğrafçı alamayan rektör. Zavallı rektör. Masalcı, hikayeci rektör. İptal kararından birkaç gün önce aradığımda da kısık, o incecik zavallı sesiyle, zor durumda olduğunu bana söyleyen rektör. Geçiş yapan gençlerin tek birini ilgilendirecek suç isnadı yokken, sanki ben suçluymuşum gibi, iktidarın talimatı ile karar veren rektör; seni kınıyorum. Bana zor durumunu o cılız sesinle ifade etmeni ve bana telefonda neler dediğini de burada anlatmayacağım. Buradan, yandaş gazetelerde kendini aklamaya çalışan rektöre sesleniyorum: Bir üniversite, kendi öğrencilerini, kendi mezunlarını siyasi operasyonlara malzeme yapıyorsa, artık eğitim kurumu değil, iktidarın propaganda aparatıdır.”

“BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ'NİN REKTÖRLERİNİ

VE ÖĞRENCİLERİNİ DE BURADAN SELAMLIYORUM”

“Rektörlük makamı korkuyla yönetilemez. Bilim insanı baskıyla konuşmaz. Bilim insanlığı başka bir ahlak, başka bir erdem gerektirir. Devlet üniversitesi talimatla hareket edemez. Bu tavrı, Türkiye'nin en kadim üniversitesinin bütün akademisyenlerine, o üniversitede okumuş siz ve sizin gibilere ve okuyan öğrencilere havale ediyorum. Türkiye'deki bütün üniversiteye hazırlanan gençlerimiz, üniversite öğrencilerimiz ve akademisyenlerimiz merak etmesinler. Milletin iktidarında üniversite kayyımlarla, emirle hareket edenlerle değil, seçilmiş rektörlerle yönetilecek. Akademi siyasi rezilliklerin değil, bilimin ve hür düşüncenin yuvası olacak. Çarpıtma ve uydurma işte bu işler, bu şekilde inşa ediliyor. Asil mücadelelerini, okulları bilimle, erdemli bir şekilde yönetilsin diye yıllardır ortaya koyan Boğaziçi Üniversitesi'nin rektörlerini ve öğrencilerini de buradan selamlıyorum.”

İDDİA MAKAMI, HAKİMLİK MAKAMINI ALDATMAYA ÇALIŞMIŞTIR”

Çarpıtma, uydurma ve ispatsız, sadece aleyhte evrakları dosyaya koymayı marifet sayan iddia makamının aldatma girişimlerinden çok önemli örnekler vereceğim Sayın Hâkim. İddianamenin 18. sayfasının beşinci paragrafında, YÖK Başkanlığı’nın -bakın aldatmaya bakın çok net- YÖK Başkanlığı’nın 29 Haziran 1988… Az önce siz de dediniz ya ‘93’ten sonra kabul etmiş denkliği’ diye. Öyle bir şey yok. 93’ten önce de bir belge yok. Yani sadece 91’den sonra bir belge yazıyor. Ondan önce bir belge yok. Yani İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi, Girne UNCN’le ilgili bir belge yok. Ama şöyle bir çarpıtma yapıyor: ‘YÖK Başkanlığı'nın 29.06.1988 tarihli 1830 sayılı yazısına istinaden, KKTC'de faaliyet gösteren yüksek öğretim kurumlarından, sadece Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin YÖK tarafından tanındığının anlaşıldığı… Bakın, lafa bakın! Yazı bu. İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’ne YÖK yazıyor. Yazının niye yazıldığını da şurada söyleyeyim. Yazı şunun için yazılıyor. Sadece Doğu Akdeniz Üniversitesi soruluyor çünkü. Cevaben şu yazılıyor: ‘Kuzey. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki Doğu Akdeniz Üniversitesi, kurulumuz tarafından tanınmakta olan bir yükseköğretim kurumudur.’ Nokta. Başka bir şey yok burada.

Ne ‘sadece’ var. Ne başka bir eğitim kurumu var. Bakın bu yazıda ‘sadece’ yok! Bunu bir savcı nasıl yapar yahu? Bunu bir savcı nasıl yapar? Bunu nasıl aleyhte bir evraka dönüştürür? YÖK'e sorulan soru Doğu Akdeniz Üniversitesi, YÖK'ün de verdiği cevap, ‘Doğu Akdeniz Üniversitesi kurulumuz tarafından tanınmakta olan bir yüksek öğretim kurumudur. Nokta. Bilgilerinize rica ederiz.’ Bu kadar! Buradan savcı, talimat almış ya terfi edecek ya görevli ya ‘sadece’yi eklemiş oraya! Onun için gerçekten kötü bir şekilde aldatma girişiminde bulunuyor bu girişim. Yüce Türk yargısını, milletimizi ve hakimlik makamını aldatma girişimidir. İddia makamı, hakimlik makamını aldatmaya çalışmıştır.

“DÖRT NALA KOŞUYORLAR. EKREM'İ İPTAL EDECEKLER”

“Yine Özalp Tozan… Bizim UNCN’nin o dönemdeki genel sekreteri. Bu da çok tesadüf! Diplomanın iptalinden bir gün önce, koşa koşa… Bakın; 18 Mart'ta diploma iptal ediliyor, 17 Mart'ta koşa koşa jandarma adamı evinden alıyor sabah ve Ankara'da ifadeye götürüyor. Bir gün önce. Adam da diyor ki ifadesinde, ‘Southeastern Üniversitesi, uluslararası bir üniversiteydi. Girne Amerikan Üniversitesi, Amerika'daki üniversitenin şemsiyesi altında afiliye olarak kuruldu. Benim görev aldığım dönemde Girne Amerikan Üniversitesi'nin bizzat kendi bastığı bir mezuniyet diploması söz konusu değildir…’ Zaten ben başvuru belgemde yazıyorum bunu. ‘İlk mezunlarımızın diploması, Amerika'dan gelen Southeastern Üniversitesi, Rektörlüğü'nün verdiği diplomadır.’ Az önce gösterdim size bir örneğini sonradan da denklik belgesi almış bir arkadaşımın.

‘Bizim denkliğimiz, Amerika'daki üniversitenin denkliğinden geliyor’ diye ifadesi var sizde. Çok enteresan. Bir gün önce koşuyorlar ya; dört nala koşuyorlar. Ekrem'i iptal edecekler. Çünkü bir kişi talimat verdi. Zaten tanıtım broşüründe bunları tek tek size gösterdim. Az önce de Kaan arkadaşımın diplomasını da burada size gösterdim. İşte Southeastern Üniversitesi’nden 91 yılında aldığı diploması. Yine bu diplomanın 95 yılında aldığı denklik belgesi. Ben zaten başka bir şey dememiş ki!”

MASALCI, HİKAYECİ SAVCI”

“Bu neyi gerektiriyor? Ha şunu gerektiriyor: Peki savcılık, bu konuda 19. Sayfasında, beşinci paragrafında ne yazıyor? Hâkim Bey, burayı dinleyin. ‘Şüpheli Ekrem İmamoğlu'nun referans olarak gösterdiği Özalp Tozan’ın alınan ifadesinde, tam anlamıyla bir üniversite olmadığı…’ Savcıya bak, hikâye yazıyor! ‘Tam anlamıyla bir üniversite olmadığı, şirket vasfında olduğu…’ Hikâye devam ediyor. Masalcı, hikayeci savcı. ‘Türkiye'de denkliğinin olmadığı ve bunun bilindiği…’ Hikâyeye ve masala devam ediyor.

Değerlendirmeye bakar mısınız yahu? Böyle bir şey olabilir mi? Bakın, bunların hiçbirinin bu arada benim evrakta sahteciliğimle, şununla, bununla ilgisi de yok. Ben sadece, sahteciliği nasıl savcılık makamını yaptığını anlatıyorum. Ben savcılık makamının nasıl sahtecilik yaptığını, kumpas kurduğunu anlatıyorum. Benim evraklarımla hiçbir ilgisi yok bu söylediklerinin? Diplomaya ve denklik kavramına hiç değinmiyor. Southeastern Üniversitesi’ne hiç değinmiyor. Bunları anlatmıyor. Yahu bu okul, rahmetli Rauf Denktaş'ın desteğiyle, Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilk üniversitelerinden biri. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti benim onurum, sizin değil mi Sayın Hâkimim. Sizin de onurunuz değil midir yavru vatan? Öyledir değil mi? Teşekkür ederim. Yahu bunlara hiç değinmez mi bir insan? Aldatma girişimine devam ediyor. Çatır çatır devam ediyor. Niye? Talimat almış çünkü.

“YAHU YALAN KONUŞUYOR!”

“İddianamenin son 19. sayfasının birinci paragrafında yine çok kritik bir çarpıklık ve aldatma var. Savcılık, genel bir cümleyle, sanki benimle ilişkili bir sözmüş gibi şunu ifade ediyor: ‘Yine yönetmeliğe aykırı şekilde, bulunduğu üniversitede transkriptlerinde başarısız ve alınan kredilerin eksiklerin olduğu…’ Yani beni ima ediyor. Yuvarlak konuşuyor ama. ‘İngilizce işletme programında, yurt dışı yatay geçiş başvurularına kabul edilen öğrencilerin herhangi bir dil seviye tespit sınavı ya da yeterlilik sınavı yapılmadığı anlaşıldığı…’ Yahu yalan konuşuyor! Transkriptim. Okula verdiğim transkriptim. Maşallah derslerim gayet güzel. Gayet güzel yani. Dört üzerinden dört değil. Ne kaldığım ders var, ne başarısız olduğum ders var. Not ortalamam…

“SAVCILIK MAKAMI, ÇARPITMA VE ALDATMAYA DEVAM EDİYOR”

- Hâkim: 2.50’ymiş herhalde.

“Tamam. Yani yeterliliğin üzerinde. Savcının yazdığını, savcının aldatmasını anlatıyorum size. Anlıyorum; siz savcı arkadaşınızı koruyorsunuz belki, ama korumayın yani. Korunacak biri değil. İşte burada. Transkriptim burada. Çatır çatır. Sapasağlam. Daha ötesi, ‘Dil seviye sınavına girmemiştir’ diyor. Allah'tan evrakımızı saklamışız yani. ‘Sayın Ekrem İmamoğlu, fakültemizde yatay geçiş talebiniz, yatay geçiş komisyonu ile yönetim kurulumuzca olumlu karşılanmış, ancak İngilizce kayıt yaptırabilmeniz için, 27 Eylül 1990 tarihinde, saat 10.00’da yapılacak İngilizce seviye tespit sınavı ve mülakata katılmanız gerekmektedir.’ E gitmişiz, buna katılmışız yani. Onun için de İngilizce bölümünü alınmışız, kabul belgemi az önce size gösterdim. Ayıp yahu. Koca savcıya bakar mısınız yahu? Yani bizzat çağrıldım, katıldım, buna göre dekanlığın onay yazısıyla okula kabul edildim. Az önce gösterdim kabul belgesini size. Savcılık makamı, çarpıtma ve aldatmaya devam ediyor. Kasıtlı bir şekilde bir işlem yapıyor. İddia makamını suçluyorum. Hakkımı arayacağım. Transkript gerçek, notlarım başarılı, sınav giriş belgem ortada, okul geçiş onayım ortada. Ayıptır, yazıktır. Türk yargısına ihanettir. Böyle savcılık, böyle iddia makamı olmaz, olamaz, olmamalı.

Keşke kendisi olsa burada da ona bunları söylesem. Sayın Savcı alınmasın diye böyle ifade ediyorum. Bir başka aldatma girişimi de İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne kütükte ‘Doğu Akdeniz Üniversitesi’ yazılması. İşte az önce gösterdim; 30 yıl sonra benimle ilgili yazılmış kitapta böyle ifadede bulundu diye bir şey yapıyor. Az önce kitapta geçen bölümü size okudum. Yani gerçekten anılan kitapta böyle bir bahis söz konusu olmadığını ilk duruşmada da göstermiştim. Bu çarpıtma ve aldatma girişimi, çok vahimdir. Kütükte ne yazılmış? Bu benim işim değildir. Gitsin onu oradaki memura sorsun. Benle alakası yoktur. Yani burada işte sizin mahkemenize hizmet eden kıymetli memur arkadaşlarımız var. Yani şimdi ben oraya geçeceğim, memur arkadaşlar yerine orada burada konuştuklarımı ben yazacağım, konumuna sokuluyorum Sayın Hâkim.”

SELEFİNİZ SAYIN HÂKİM ALİ DOĞAN, BÖYLE BİR YANLIŞ BİR İŞE DOSYAYA, MÜDAHALE ETME CÜRETİNE KAYITSIZ KALMADI”

“Son olarak; 19.09.25’te, ‘doktor’ unvanlı, ismini vermeyeceğim bir akademisyenin olduğu bahisle, tartışmalı bir geçmişi olan kişi, Kıbrıs'taki okullu kötüleyen, aşağılayan yazıları yayınlıyor. Ve savcı da alıyor bunu apar topar apar topar 29 Eylül'de dosyaya koyuyor. Bir şey buldu ya hani kötü yazan birini buldu. Ve bunu koyuyor. Allah'ı var, giden Hâkim Bey buna suç duyurusunda bulunmuş bu arada. Teşekkür ederim. Gerçekten niye suç duyurusunda bulundunuz? Bence haklı. İfade edeyim. Bakın burayı lütfen dikkatle dinleyin Hâkim Bey. Diyor ki bu ‘doktor’ unvanlı kişi… Hakkında başka şeyler de tespit ettik de ben kişiyle uğraşmak benim işim değil.

Bunu ben söylesem başıma neler gelir? ‘Türkiye, 350 yıldır bilim ve teknoloji uykusunda olan, gelişmemiş, vahşi bir Orta Doğu ülkesidir.’ Böyle yazıyor aynı kişi. Ben bunu desem var ya şu anda herhalde 9 yıl hapisle yargılardınız beni. O savcıya düşsem yani. Çünkü öyle davalarım var. Bu da öyle bir dava. Burada da öyle bir davadan bulunuyorum yani. İşte bu şahıs; bilirkişi, uzman veya davaya taraf olmayan bir kişinin beyan sunmasının mümkün olmadığı bir usulde, savcılığın, çarpıtma ve aldatmaya yönelik ne kadar teşne olduğunun ispatıdır.

Yüce Türk yargısı adına gerçekten çok üzgünüm. Ama dediğim gibi, selefiniz Sayın Hâkim Ali Doğan, böyle bir yanlış bir işe dosyaya, müdahale etme cüretine kayıtsız kalmadı ve gönderilen dilekçenin ‘lüzumsuz evrak’ olduğunu tespit edip, evrakın sahibi hakkında da suç duyurusunda bulunmaya karar verdi. Kendisine gıyabında, dosyasını savunduğu ve size lekesiz bir dosya bıraktığı için teşekkür ediyorum. Allah onu korusun, yolu açık olsun. O kadar net ifade edeyim.”

“BUNLAR BİR ŞEY İFADE ETSİN SİZİN İÇİN SAYIN HÂKİM”

- Hâkim: İddianamede delillerden biri de İBB, bu internet sitesinde, sizin Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptığınızı yazmış…

“Yazmış bir aklı evvel. Savcı sorgusunda öğrendim. Savcı da yazmış. Ama bu 19 yaşındaki bir işin sahteciliği olmaz yani Hâkim Bey. Sizce olur mu? Çok net soruyorum. 25 sene sonra birisi yanlışlıkla internette bir şey yazmış… Bu kadar evrak sundum, bu değersiz, o değerli mi sizce mesela? Çok değerli bir evrak mı? Fakirliğim sizi ilgilendirdi bir; bir de bu internet sitesindeki konu ilgilendirdi sizi. O dönem sıkıntılarım vardı. 19 yaşındaydım. Sıkıntılarım vardı, İstanbul'a gelmek istiyordum.

Yeterli mi sizin? Teşekkür ederim. Biliyorsunuz; her konu, her soru, her karar herkesi takip eder yani. Sayın Hâkim, bugün burada konuştuğumuz mesele, sadece diploma değil. Türkiye'de bir siyasetçiyi bertaraf etmek için hangi yöntemlere başvurduğunun ibretlik bir tablosudur? Algılamanızı ve hissetmenizi isterim. Dilerim. Dua ederim. Yüce Türk yargısı adına. Sizin adınıza. Ülkenin bütün yargıçları adına dua ederim. Gözaltına alınmamdan bir gün önce, benim diplomam iptal edildi. Bir gün önce. 23’ünde ön seçim vardı. 4 gün önce, 5 gün önce. Bunlar bir şey ifade etsin sizin için Sayın Hâkim.”

DÜPEDÜZ PLANLANMIŞ BİR OPERASYONDUR”

“Bakın tekrar söylüyorum: Bir gün, bir nefes alıp vermek kadar kısa bir zaman aralığı, bu bir tesadüf değildir, bir hata değildir, bir yanılgı değildir. Düpedüz planlanmış bir operasyondur. Planlı bir operasyon. O yüzden soruyorum: Bu neyin aceleciliği? Bir gün önce diploma, bir gün sonra yüzlerce arabayla, yüzlerce polisle, bütün şehri kapat. Binlerce polis görevli. İstanbul'u zapt et, operasyon yap. Bu neyin hırsı? Bu neyin korkusu? Kimden korktunuz? Bu neyin motivasyonu? Bu ülkede hangi hukuki süreç böyle bir hız rekoru kırıyor? Öyle bir hız rekoru nerede görülmüş? Bunlar sizin için bir şey ifade etsin Sayın Hâkim.

Etmeli, düşünmelisiniz. Ancak öyle yastığa başınızı rahat koyabilirsiniz. Onu söyleyeyim. Kim için? Ne için? Hangi işlem? Kimin diplomasını iptal ederek, iki gün sonra gözaltı zemini hazırlanır? Bir gün sonra! Bunlar planlı işler. Planlı operasyon. Telefonun ucunda kim var? Hangi devlet ciddiyeti böyle bir komediye imza atar? Siz, Cumhurbaşkanı'na, ‘Efendim merak etmeyin, biz diplomayı da iptal ederiz mi’ dediniz? ‘Her işi yaparız mı’ dediniz? Ya da o kişiden böyle bir talimat mı aldınız? Bir insanın diplomasını önce iptal edip, bir gün sonra gözaltına alan irade, hukuk peşinde değildir. Bir gün önce bunu yapıp, bir gün sonra operasyon yapan irade, öç alma peşindedir. Korku peşindedir. Siyasi bir karakter suikastı peşindedir.

GECE YARISI İMZALADIĞINIZ KUMPASLAR, BENİM İÇİN VIZ GELİR TIRIS GİDER”

Bu zamanlamaya imza atan irade, hukuka değil, kendi hırslarına çalışmaktadırlar. Bu hız, bir davayı çözmek için değil, bir insanı, bir siyasi figürü, bir umudu, bir iradeyi çökertmek içindir. Ama bilsinler; bu yapılanlar benim önümü kesmez, beni sindirmez, beni korkutmaz. Aceleyle aldığınız kararlar, hırsla yazdığınız senaryolar, gece yarısı imzaladığınız kumpaslar, benim için vız gelir tırıs gider. Çünkü bu millet artık çok net görüyor Sayın Hâkim.

Burada yürüyen şey, hukuk değildir. Yapılan bütün işlemler, yüz karasıdır. Hırsın kör ettiği bir siyasi talimat dizisidir. Onun için burada dimdik ayaktayım. Açıkçası, alelacele yazılan ve yapılan her adım, her karar ve her operasyon, kendi çöküşlerinin belgesidir. O yüzden sorumu soruyorum ve ısrarla soruyorum.

Neyin hırsı? Neyin korkusu? Neyin telaşı? Tabii bunun cevabını ben de biliyorum, millet de biliyor. Tarih de bunun cevabını yazacak. Söylüyorum: Bırakmak istemediğin, kalkmak istemediğin o koltuk senin değil, milletin koltuğu. Millet istediğini oraya koyar, istediği zaman istediği kişiyi oradan kaldırır. Bu çok net. Bunu bu tarih defalarca yazdı. Bu ülke defalarca yazdı.

“ÖYLESİNE GÖZÜ DÖNMÜŞ DURUMDALAR Kİ”

“Şimdi bütün bu belgelerin doğruluğu ayan beyan ortadayken, bunca kişi ve kadim kurumların dahil olduğu bir sürecin, siyasi operasyonun faturası, 19 yaşındaki Trabzonlu bir delikanlıya, gence kesilmeye çalışılıyor. Hem de zamanda yolculuk yapılıyor, 35 yıl geriye sarıyor ve hani Ekrem İmamoğlu öyle bir şey ki; aynı anda İstanbul'da, aynı anda Girne'de, aynı anda YÖK'te, bütün kurumları ayarlamış, bütün iş ve işlemleri planlamış, tasarlamış bir durumda anlatılıyor. Talimatın şiddetine, siyasetin yargıya müdahalesine, millet iradesinin üstünlüğünü unutan kibre, koltuk hırsının getirdiği bir sonuçtur bu. Utanç vericidir. Öylesine gözü dönmüş durumdalar ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni bile tanımamayı göze alırlar. ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni nasıl iptal ederiz’ diye düşünürler. Ellerinden gelse, rahmetli kurucu Rauf Denktaş'a, o günkü Bakanlar Kurulu kararına da saygısızlık yapmakta geri durmazlar. Yazıklar olsun. Ben gene de bu vesileyle Kıbrıs'a selam ediyorum. Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Sayın Tufan Erhürman'a başarılar diliyorum. Kıbrıslı dostlarıma, orada geçirdiğim, o güzel cennet gibi yurt köşesinde geçirdiğim iki yıla, emeği geçen herkese minnet duygularımı iletiyorum. Onlara haklarını helal etsinler diye de buradan selam ediyorum.”

HİÇBİR ŞEYİN GERÇEK OLMADIĞI, HER ŞEYİN MÜMKÜN OLDUĞU ZAMANLAR”

Güzel bir söz var: ‘Hiçbir şeyin gerçek olmadığı, her şeyin mümkün olduğu.’ Tam böyle bir şey yaşıyoruz aslında. Yani en otoriter devletlerde bile bunu anlatsak, gerçekten gülerler. ‘Nasıl böyle bir şey yapmışlar’ diye gülerler. Ülkenin başındaki zihniyetin ve rejimin bu ve benzeri davalardan, yargıya müdahalelerden zevk alıyor olması da çok ilginç bir durumdur. Ülkenin başındaki zihniyetin bu durumu, gerçekten politika sınırlarına sığmayacak izah edilmeyecek bir durumdur.

Psikolojik olarak ciddi değerlendirilmesi gereken, devletin kurumlarına zararının araştırılması gereken patolojik bir durumdur. Onun için mücadelenin çok büyük olduğunu, gerçekten tümüyle maruz kaldığımız masumiyet karinesinin ihlali, gizlilik ilkesinin ihlali, adil yargılanmanın ihlali, tutuksuz yargılama ve yasaların herkese eşit uygulanması gibi tüm prensipleri, hukuk kurallarının ihlalinin yaşandığı bir ortamı gerçekten buradan bütün ülkemize tekrar hatırlatıyorum.”

BUGÜN BENİM DİPLOMAMA EL KOYAN AKIL, YARIN SİZİN DİPLOMANIZA, MALINIZA, MÜLKÜNÜZE, ŞİRKETİNİZE ÇÖKER”

“Buradan uyarmaya devam ediyorum. Bu doymak bilmeyen mevcut sistemde hayatı normal akışında gören insanlara bir duyuru yapıyorum: ‘Bana bir şey olmaz’ kimse demesin. ‘Bana bir şey olmaz’ diyen insanları, tekrar uyarıyorum. Muhalifi ve farklı düşüneni, yakın olanı, yandaşı ayırt etmez. Bu, canavarlaşmış bir düzendir. Yutmayı aklına koymuş ve canavarlaşmış bir sistem akışında sadece sıranızı beklersiniz. Ve dişleri bedeninize geçtiğinde, uyanırsınız ama iş işten geçmiş olur. Her kesimden yurdum insanına sesleniyorum.

Her siyasi görüşten; iktidar partili veya ortağı fark etmez. İş insanıymış, kulüp başkanıymış, hakemmiş, oymuş, buymuş fark etmez. ‘Ya ben onunla çok iyi görüşürüm. Arada gider otururuz, içeriz kahveyi’ falan fark etmez. Tehlike altındasınız. Uyarıyorum. Kafanızı istediğiniz kadar kuma sokun, her şeyinizle açıktasınız. Güvende değilsiniz ve tehlike altındasınız. Uyarıyorum. Bugün benim diplomama el koyan akıl, yarın sizin diplomanıza, malınıza, mülkünüze, şirketinize çöker. Yapar bunu. Bunları yaşıyoruz şu anda. Yapılıyor zaten. 102 yıllık partinin binasına çökmeye çalışmanın da anlamı budur.

BUGÜN SADECE BİR DİPLOMA DAVASINI KONUŞTUĞUMUZU SANANLAR, YANILIYOR”

Cumhurbaşkanı, ‘Benim siyaset yaptığım arkadaşlarım bugün benimle olmasalar da onlar benim yol arkadaşımdır, kaderdaşımdır’ dedikten sadece iki gün sonra, en zor anlarında yanında olan Hüseyin Kocabıyık'ı hapse atmadı mı? Uydurma cümleler üzerinden şu anda hapiste değil mi? Yıllarla yargılanmıyor mu? Sınır tanımaz. Geldiği nokta budur. Bugün sadece bir diploma davasını konuştuğumuzu sananlar, yanılıyor. Türkiye'de adaletin nasıl adım adım yok edildiğini konuşuyoruz. Bu ülkede bugün yaşananlara bakınca, insanın insan ol olarak sorması gereken sorular vardır. Bu ülkeyi hala bir hukuk devleti mi zannediyorsunuz?

Yoksa kâğıt üzerinde hukuku olan ama fiiliyatta hukuku olmayan bir rejime mi döndük? Bu soruları sormak zorundayız. ‘Bu ülkede hukuka inanıyorum. Hukuk devletiyiz’ diyenler yüzde 20’nin altına düşmüştür. Acıdır bu, vahimdir. Ticaret olmaz, bereket olmaz, iş dünyası olmaz, yurt dışından sermaye gelip yatırım yapmaz. Yoksul daha fazla yoksullaşır. Asgari ücret yerlerde sürünür. İnsanlar geçinemez. Bu ülkede çalışanların yüzde 65-70’i asgari ücret alıyor. Sebebi budur. Türkiye'nin en yüksek yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi, ‘Bu karar uygulanacaktır’ diyor, ancak karar uygulanmıyor. Dünyanın neresinde görülmüştür bir devlet kendi anayasasını uygulamaktan kaçsın? Nerede görülmüştür bu? Bu ülkede artık Anayasa var ama uygulanmıyor. Bu cümle, tek başına hukuk devletinin ölüm ilanıdır. Bunları düşünmeden bu davaya bakıyorsanız, yanılıyorsunuz.

“BİR ÜLKEDE HAKİMLER SUSARSA…”

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ‘Serbest bırakılmalıdır’ diyor. Ama hükümet, bir adım bile atmıyor. Yani Türkiye, tüm dünya önünde kendi imzasını inkâr ediyor. Yargı bağımsızdır! Mikrofon uzatılsa da ‘yargı bağımsızdır’, uzatılmasa da giderken böyle ‘yargı bağımsızdır’ diyen yetkililerle karşı karşıyayız. Utanç verici. Utanç verici. Tüm Türkiye, bu ortamda bu soruları sordu. ‘Bu nasıl bir devlet yönetimidir?’ sorusunu sordu. Bir devlet kendi imzasını yok sayarsa, bu devletin, bu ülkenin yurttaşı, hukuka nasıl güvensin? Yüzde 80’in üstündeki insan diyor ki, ‘Ben hukuka güvenmiyorum.’ Bundan daha vahim ne olabilir? Oymuş, siyasetmiş, iktidarmış, hükümetmiş; geçin bu işleri.

Bu ülkede bugün masum insanların yıllarca cezaevinde tutsak edildiği bir dönemin içindeyiz. Kumpas davalarında yüzlerce insan tutsak edildi. Siyasi davalarda binlerce insan, yıllarca özgürlüğünden oldu. Gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler, öğretmenler, gençler her biri yıllarca içeride tutuldu. Hepimiz şahitlik ettik. ‘Delil’ diye dava dosyasında konan şeyler, vicdanı olan her insanın yüzünü kızartacak düzeydeydi. Eğer Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı bir ülkede hakimler susarsa, eğer AİHM kararlarının yok sayıldığı bir ülkede mahkemeler ses çıkarmazsa, eğer masum insanlar cezaevinde yıpranırken yargı başını çevirirse ne olur? Bu sadece hukukun çöküşü olmaz. Bu, adalet mülkün temelidir, adalet devletin temelidir sözünün gereği, bir devletin çöküşü anlamına gelir.

FENERBAHÇELİLER, GALATASARAYLILAR, BEŞİKTAŞLILAR, TRABZONLULAR; SİZİ UYARIYORUM. KULÜPLERİNİZ DE ELDEN GİDER”

“Tekrar ediyorum: Yalnızca bu davada değil, adımı taşıyan her davada sistematik bir tabloyla karşılaştık. Bugün burada sadece kendimi değil, o tabloyu ve o tabloyu yaratmak isteyen zihniyeti de ortaya koymak zorundayım. Çünkü millet bunu bilmeli. Tarih bunu yazmalı. Biraz önce açıkladım: Ahmak davasında, 19 Mart sürecinde ve diğer davalarda, yakın zamanda adımın geçtiği bütün ceza davalarında, şaka değil gerçek, heyetler değişti, hakimler değişti; değişmeye devam ediyor… Kısacası, devre arası hakem değiştiriyorlar. Bir tek VAR odası kaldı. Zaten orası da onların elinde. Fenerliler, Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar, Trabzonlular; sizi uyarıyorum.

Kulüpleriniz de elden gider. Yıllardır futbolcu transferine karıştınız. Ben 30 yaşında kulüp yöneticiliği yaptım. Malzemeciyi oraya gönderirken bile karıştınız. Teknik direktöre siz karar verdiniz. Kulüp başkanlarına siz karar verdiniz. Futbol Federasyonu başkanlarına da siz karar verdiniz. Neymiş? Bahis çetesini çökertiyorlarmış! Yahu her gün binlerce çete örgütü üyesi tutuklanıyor, operasyonlar yapılıyor. Zannedersin ki düne kadar CHP iktidardı da birileri iktidar oldu, temizlik yapıyorlar. Bu pisliği kim yaptı? Her gün alt yazıda bunları görmekten utanç duyuyoruz. Onun için en baştaki sözü tekrar ediyorum: Hiçbir şeyin gerçek olmadığı, her şeyin mümkün olduğu bir hale getirdiler ülkemizi.”

“MEMLEKETİN ARACININ DİREKSİYONUNDAKİ SÜRÜCÜ, ARTIK YORGUN”

“Bakın; 86 milyon insanımıza sesleniyorum. Lütfen beni kulağınızla değil, Yunus'un dediği gibi, güzel kalbinizle dinleyin. Memleketin aracının direksiyonundaki sürücü, artık yorgun. Uzun süredir araç kullanıyor. Uykusuz, yorgun ve dikkatini yitirmiş. Aynı zamanda, gergin ve öfkeli. ‘Dinlen’ diyorsun, direksiyonu bırakmıyor. ‘Uyu’ diyorsun, ‘Araba benim, bırakmam’ diyor. Bu iktidar ve sistem, artık kimseyi dinlemiyor. ‘Kötü kullanıyorsun, araba artık dökülüyor. Bir durup nefes alalım. Herkes rahatlasın’ diyoruz, ‘Kimse bu arabana inemez’ diyor, gaza bastıkça basıyor. Artık her virajda iki tekerlek, uçuruma doğru yoldan çıkıyor.

Anlayacağınız; şoförün gerçeklikle bağı kopmuş. Onun için ‘gerçek’ diye bir şey yok. O yüzden her şey mümkün. Şimdi bu aracın yolcularına görev düşüyor. Aramızdaki farklılıkları, ön yargıları ya da umursamazlığı bir kenara bırakma vakti geldi de geçiyor. Milletçe, eksiksiz ayağa kalkma zamanıdır. Bu absürt davayı açabilenlerden her şeyi bekleyin. Ya bekleyip sıranın size gelmemesi için dua edeceksiniz ya da bu yapıya hep birlikte, korkmadan karşı çıkacağız. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz. Bunun başka bir yolu yok.”

“ADALET VE GÜVEN ORTAMI, BARIŞ VE HUZUR İSTİYOR BU MİLLET”

“Milletimiz artık yoksulluğu değil, geleceği ve çocukları için başını öne eğdirmeyecek bir yaşamı istiyor. Adalete güvenmek istiyor. Mahkeme kapısından çekilmek istemiyor. Sabahın karanlığında polisin, jandarmanın kapılarını çalmasını istemiyor. Evinde eşiyle, mahallede arkadaşıyla siyaseti konuşurken kelimelerini seçmek zorunda kalmak istemiyor. Gençlerimiz artık kaliteli, parasız eğitim istiyor. Çocuklar, gençler telefonda bile konuşurken ‘dinleniyorum’ diye korkmak istemiyor. Kadınlar güven içinde olmak istiyor. Huzur içinde yaşamak istiyor. İş insanından girişimcisine, çiftçisinden esnafına, hukukun üstün olduğu, güven ortamının iş hacmini, üretimi yükselttiği, adil paylaşımın olduğu bir ülke istiyor. Liste uzar gider… Adalet ve güven ortamı, barış ve huzur istiyor bu millet. Bu şekilde oluşan bir ortamda, barışı tesis edemezsiniz. Bu milletin geleceğini güven altına alamazsınız.”

BURADAN AYNI ZAMANDA HAYKIRIYORUM”

“Ekrem'in diplomasını alalım, istediğimizi hapse atalım… Düşünenlere, talimat verenlere, açıkçası yapanlara Allah akıl versin. Herkes biliyor ki; benim diplomam, cumhurbaşkanlığı adaylığım için gereklidir ve diplomamın elimden alınmasının sebebi budur. Nokta. Diplomanın alınmasının, bütün tutuklu ailelerin uğradığı zulmün ve tüm Türkiye'ye söylemeye çalıştıkları yalanların hiçbir önemi yok. Bırakın Ekrem İmamoğlu'nu mercek altına almayı, doğduğum günden bugüne, ceddimin mezar taşlarına kadar mikroskopla incelediler. Tarih böyle bir şey görmedi. Mikroskopla. İncelenmeye ve saygısızca didik didik edilmeye de devam ediliyorum. Ama olsun, sorun yok.

Ama buradan aynı zamanda haykırıyorum: Cesaretiniz varsa, kendinize güveniyorsanız, en önemlisi milletin emanetine sahip çıkacak yüreğiniz varsa, samimiyseniz, kul hakkını gerçekten savunuyor ve kul hakkına gerçekten saygınız varsa -CHP, AK Parti fark etmez- Türkiye'nin bütün merkezi ve yerel idare yöneticileri, en üst düzey bürokratları, herkesin mal varlığı en geniş biçimde incelensin. Kanun tasarıları, önerileri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, en tepeden en tırnağa, diploması da incelensin, siyaset öncesiyle siyaset sonrası edindikleri mal varlıkları da incelensin. Tepeden tırnağa. Ak koyun kara koyun ortaya çıksın. Kim rüşvetle, irtikapla, kamu gücünü, nüfuzunu kullanarak, mal mülk sahibi olmaya yeltendiyse, milletin gözü önüne gelsin. Kimin diploması sahte, kimin diploması gerçek, kimin diploması var, yok; ortaya çıksın.”

BURADAN HODRİ MEYDAN DİYORUM”

Bu temizliği, millete karşı bu görevi yapabilecek iradeniz varsa, bir günde Meclis’ten bunu çıkartın, samimiyetinizi bu millete gösterin. Meclis kursun komisyonu, hep birlikte yargılayalım, yargılanalım. Bu kumpaslardan, milletin vicdanına dokunan bu musibetten bir hayır çıkartalım. Verin talimatı; MASAK, BDDK, tüm siyasetçileri, üçüncü derece akrabalarına kadar bakılsın. Röntgeni çekelim, hasta haline gelmiş bu siyaseti var mısınız hep beraber düzeltelim? Buradan hodri meydan diyorum. Milletin eleğinden geçip, milletin huzuruna çıkartalım. Öyle kürsüye dayanarak, mikrofona konuşarak, ‘irtikap, suç, bilmem ne’ yargısız infaz yaparak, beni lekeleyemezsiniz. O dediğiniz sözlere şöyle yaparım sadece, şöyle. (Eliyle ceketinin kollarını silkeledi.) Bu kadar. O ahlak dışı ve gerçekten kötü sözlerin her birisi sahibine aittir. Söyleyene aittir. Ne diploma davası ne diğer davalar, ilahi adalete ve milletin vicdanına sımsıkı sarılıyoruz. Evet, kızgınım. Evet, hakkımı savunmaktan geri durmayacağım. Ama yüce Türk yargısına yapılanlara da üzülüyorum. Siz, Sayın Hâkim, daha önce bu iddianameye karşı beyanlarımı sunmuş olsam da yüz yüzelik ilkesi gereği burada size son dönemde tespit ettiklerimle ve tekrar hatırlatmam gereken unsurları sunmak zorunluluğum vardı. Buna en üst seviyede hassasiyet ve imkân tanıdığınız için size teşekkür ediyorum.”

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Erdoğan'a Zor Sorular Sordu
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Erdoğan'a Zor Sorular Sordu
İçeriği Görüntüle

“SAVCI ORAYA DA GİRSİN, ASKERLİĞİMİ DE İPTAL ETSİN?”

(Duruşma hâkimi, tekrar İmamoğlu’nun hayat hikayesinin anlatıldığı kitaba ve İBB sitesinde yer alan özgeçmiş yazısına ithaf yapınca tekrar söz aldı.)

“Bu tamamen bir uydurma yani. Az önce dediğim gibi, aldatma girişimi savcının. Niyet okumak, ‘zannediyordum’ demek gibi bir şey. Bu nasıl olabilir Sayın Hâkim? ‘Bildiği’ diyor bakın. Diyorum ki ben de size, burada bir tane evrak var, koca İstanbul Üniversitesi'nin ilanı. Ben de ilana gidip başvurmuşum. Nasıl biliyorum ben mesela? Benden önceki sene, onlarca insan geçiş yapmış. Yani 19 yaşındaki insana bu savcıyı soran akla ne diyebilirsiniz yani? ‘Aldığı evrak’ dediği diploma. Yüksek Seçim Kurulu'na kullanmadım ben.

Yüksek Seçim Kurulu'na sadece verirsiniz, iş olsun diye. Çünkü ben, ilçe belediye başkanı ve büyükşehir belediye başkanı oldum. Orada da yüksek öğrenim diploması gerekmiyor Sayın Hâkim. Askerlik şubesine de verdim belgemi. Lise diplomam yoksa ne vereceksiniz Sayın Hâkim. Onu da iptal edin. Yani askerliğimi de iptal edin benim. Savcı oraya da girsin, askerliğimi de iptal etsin. Doğum belgemi de bulamazlar. Belki onu da iptal edebilirler. Allah'tan annem babam burada. Bir ara babama da çocukken diyordum ki, ‘Düğününüzü hatırlıyorum.’ O da diyordu, ‘Düğünümüzü hatırlayamazsın oğlum.’ Niye dediğini anlamamıştım o zaman.”

MESELA HAKİMİN NİYE SÜRÜLDÜĞÜNE BU KADAR İLGİ DUYMADIĞINIZI DA ÜZÜLEREK TAKİP EDİYORUM”

(Hâkim, ‘fakirlik’ konusuna da tekrar girerek, ilgili yazının İmamoğlu’nun kendisine ait olup olmadığını sordu.)

“Tabii benim yazın. Fakir olmamı sevmiyor musunuz? Yani zengindim de arada bir fakirlik dönemim hoşunuza mı gitti, anlamadım? Sahtecilikle ne ilgisi var, onu anlamaya çalışıyorum Hâkim Bey. Evrakta sahtecilikle ne ilgisi var? Onu açıklayın, ben cevap vereceğim size. Ya şimdi şöyle sahtecilikle ilgisi nedir? Söyleyin cevap vereceğim. Ayan beyan bir soru soruyorum: Fakir olmamla zengin olmamın sahtecilikle ilgisi nedir? Ondan sonra cevap vereceğim size.

- Hâkim: Yani zengin miydiniz o zaman peki?

“Allah'a şükür, iyiydi de para, nakit sorunu çekiyorduk o zaman. Mal satamıyorduk. Körfez krizi vardı, ekonomik kriz vardı. Babam İstanbul’daydı. Geçmek istiyordum. Ne kadar merak ettiniz fakirliğimi yahu? Geçiş olmadığını biliyorduk. Ama bizden bir sene önce insanlar geçince, öğrendik, geçiş oluyormuş.

Fakirliği çözemedim ama yani. Siz fakir misiniz mesela? Subjektif bir soru da onun için soruyorum. Şimdi insan vardır milyarları vardır, zengin değildir; insan vardır, bin lirası vardır, zengindir yani. Benim de gönlüm çok zengin. Yani bu yoksulluk meselesine bu kadar eğiliminizi gerçekten merak ettim yani. Bunun sahteciliğe katkısı ne onu anlamaya çalışıyorum. Evrakı sormuyorsunuz. Evrakın içindeki ekonomik durumumun iyi olmadığına takıldınız. Ekonomik durumun buraya geçişle alakalı hiçbir artı ya da eksi katkısı yok. Doldururken aklıma o gelmiş ve yazmışım yani. Ama kayda geçsin yani. Sizin hâkim olarak merak ettim bu fakirlik ve yoksulluk, zenginlik kavramına bu kadar ilginizi… Mesela hakimin niye sürüldüğüne bu kadar ilgi duymadığınızı da üzülerek takip ediyorum yani. Keşke ona da bir laf etseydiniz, bir çift laf etseydiniz. Allah sizi de korusun bu görevinizde bu arada. Allah sizi de bu makamda korusun. Hepimizi tabii ki korusun.”

“SİYASİ BİR DAVADA BURADA MAĞDUR ROLÜNDEYİM”

(Hâkim, YÖK kararına gönderme yapınca…)

“Benim geçiş yaptığım dönemden önce yok dedim. O 91’de. Benim geçiş yaptığımdan önce yok. Sonra olunca geçerli midir Hâkim Bey? Sorayım yasal olarak. Öğrenmek istiyorum yani. 91’de olunca, 90’ı bağlar mı hukuken? 91’deki bir kararın 90’ı bağlama şansı var mıdır hukukta? Ben hukukçu değilim. Gerçekten merak ediyorum. Buna da cevap verin. Yani şunun gibi bir şey: ‘Bu beyaz mı Sayın Hâkim’ gibi bir şey söylüyorum ben size. 91’de alınan bir karar, 90’daki kararı bağlar mı bağlamaz mı?”

- Hâkim: Şimdi siz sanık rolünde olduğunuz için…

“Sanık rolünde değilim ben. Sanık da değilim. Öyle kabul etmiyorum ben kendimi. Ben şu anda, siyasi bir davada burada mağdur rolündeyim ben, yani rolse ismi.”

“SİZ DE ‘ROL’ DEĞİL, HAKİMLİK MAKAMINDASINIZ”

- Hâkim: Şimdi biz de hakimlik rolünde olduğumuz için…

“Siz de ‘rol’ değil, hakimlik makamındasınız.”

- Hâkim: Hakimlik rolünde olduğumuz için, soruları biz soruyoruz, siz de cevap veriyorsunuz. Biz de vicdani karar olarak bir karar vereceğiz.

“Ben de arzu ederim ki yara almayın. Sorduğunuz sorularda beni itham altında bıraktığınız bazı konularda, hukukun eylem olarak net tariflediği hususlardaki keşke net cevap verseniz. Mesela; 91’deki bir karar… Ya da şöyle bakalım mesela. Bugün bir karar aldık. 5 sene önceki bir şeyi etkiler mi? Anayasa bir karar aldırıyor, 5 sene önceki bir konuyu etkiler mi mesela?”

BENİM BİR SÜRÜ LÜZUMSUZ DAVAM VAR”

Avukat savunmalarının ardından yeniden söz alan İmamoğlu, şunları söyledi:

"Bu davanın burada sürdürülmesi kadar vahim bir durum yoktur. Burada karar vermelisiniz ve bu kararın çok net talebi şudur: 'Türkiye, hukuku siyasete teslim etti' veya 'Türkiye'de hakimler hukuku savunmaya cesaret etti.' Çok net. Bu bağlamda, burada bir karar verilmesi gerçekten sizi de yüce Türk yargısını da yükten kurtarır. Bakın, benim bir sürü lüzumsuz davam var: Ocak ayında 'çirkin' davası var; Yargıtay'da 'ahmak' davası var. Efendime söyleyeyim, İBB'nin yargılanacak olduğumuz 'yolsuzluk ve terör' davası var. 'Casus' davası var. Bakın, hepsi absürt ama bu açık ara en absürt olanı. Bunun yarattığı leke; iddia makamına söylüyorum, el birliğiyle yarattıkları leke, bunları da lekeli hale getiriyor, daha fazla lekeli hale getiriyor. Açık ve net söyleyeyim. Burada beraat kararı verilmesi gerekir. Bir an önce bu davanın bitmesi gerekir. Yüce Türk yargısının rahatlaması gerekir; ayıptır, yazıktır, günahtır."

Kaynak: İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)