Nazım Hikmet’in, “Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,hani şu derya içre olupderyayı bilmeyen balıktan da tuhaf” dizelerinin geçtiği şiiri hatırlar mısınız?

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada zulüm,
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
– demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

**

Yaşadığımız bu hayatın içerisinde herkesin kendine, çevresine verdiği sözler var. Herkesin hayalleri, dinlediği iç sesi, eyleme geçirmek istediği hayalleri...

Ya istediklerimiz gerçekleşemiyorsa?

Hayatımızda bizi dışlayanlar, kararlarımıza önem vermeyenler, hayallerimizi küçümseyenler, geleceğimize ket vuranlar varsa...

Üstelik ekonomimiz daha da çöküşe geçince, işsizlik rakamlarını görünce; gelecek kaygıları daha da fazla artmaya başladı.

Karamsarlık, bize hece hece öğretiliyor gibi...

**

Türk liramız değer kaybetti. Altın, kendini maraton koşuda zannediyor. Yakalayabilene aşk olsun! Euro ve dolar da aynı pistte altına eşlik ediyor.

Tüm bunların yanında açlık ve yoksulluk sınırı da can yakıyor.

İstanbul sözleşmesi yok sayılıyor.

Kanal İstanbul projesi gündemden düşmüyor.

Barolar bölünüyor.

Ve biz tüm bu olanların ne kadar farkındayız?

**

İnsan, anın tadını çıkartmalı değil mi? Yaşadığı anı anlamlandırmalı. Anlamalı!

Ne yaşadığını bilmeden yaşıyorsa insan; yaşadığının kıymeti yoktur.

Kulaktan dolmalara meyilliyse, tuttuğu bir aynası; kendisiyle yüzleşecek cesareti yoksa neye yarar yol almak?

Yalnızlıktan korktuğu için kendi hislerini bir çuvala sıkıştırıp sürüye uyan ve aslında yaptığı hatanın farkında olmasına rağmen yüreksiz oluşundan sessizliğe bürünenin acizliği; çevredeki bedenlerde mevcut!

“Koyun gibisin” dediklerinde hakaret sayanlar, çuvala sıkıştırdıkları hislerin farkındalar mı?

Şimdi tekrar dönelim Nazım Hikmet’in dizesine:

Derya içre olup deryayı bilmeyen balık

Nazım’ın bu sözü Türkiye’nin ve tüm dünyanın çarpık düzeninin nedenini özetleyen bir söz gibi...

Ne yaşadığımızı

Yaşadıklarımızı neden yaşadığımızı

Yaşadıklarımızın neyden kaynaklandığını

Yaşadıklarımız ile nasıl mücadele ettiğimizi

Yaşadıklarımızın bize getirdiği olumsuzlukları

Yaşadıklarımızın nasıl çözümlendiğini

Yaşadıklarımızın bize nasıl yansıtıldığın ne kadarını biliyoruz?

Derya içre olup deryayı bilmeyen balıklar gibi değil miyiz?

Bireysel haklara sahip isek haklarımızı sonuna kadar kullanmak yerine bize dayatılanların geçerliliğini kabul ederek yolumuza devam etmemiz, hislerimiz için bir çuval ağzı daha açmak demektir.

Bu noktada haklarımızda en önemlisi de ifade özgürlüğüdür. İnsanlar kendilerini ifade edemedikleri için herkes hayatından son derece memnunmuş gibi bir izlenim yaratılıyor. Olanın farkında değilmişiz algısı da peşi sıra geliyor.

Böylece suyun içinde olup suyu bilmeyen balıklara dönerek; yaşadığımız yerin nasıl bir yer olduğunun bilincinden de uzaklaşıyoruz.

Velhasıl, özgürlüklerimizin kısıtlandığı vakit manzara şöyle oluyor:

Türkiye’de yaşayıp, Türkiye’de neler olduğunu bilmeyen insanlar!