Röportaj: Ziya Gündüz
Hocam isterseniz şu sorudan başlayalım. Kardeşlik ne demektir. Kardeşliği Kur’an
ışığında tanımlar mısınız?
İnsanın insan ile olan ilişkilerde yakın olmayı ifade eden kavramların başında şüphesiz ki
uhuvvet/kardeşlik gelir. Arapçada uhuvvet, Türkçede kardeş/karındaş; Aynı izden gelip giden
manasında bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim birçok konuda olduğu gibi terimsel manalardan çok,
toplumsal yapı içinde konuları beyan eder. Kardeşlik konusunu da toplumsal yapılanmada gönül
almak, ortak paydalarda bir araya gelmek gibi geniş manada ele alır. Yaptığım araştırmamla,
Kur’an’da beş çeşit kardeşliğin geçtiğini gördüm. Bu konunun yapısı ve taşıdığı mana üzerinden
işin bize yüklediği bir takım itikadi, ahlaki ve hukuki sorumlulukları vardır.

İNSANİ KARDEŞLİK
Daha önce yazdığınız “Kur’an’da Kardeşlik” makaleniz vesilesi bu röportajı yapıyoruz.
Makalenizde birinci sıraya insani kardeşliği almışsınız. Kur’an’da insani kardeşlikten kastı
nedir?
Konu hakkında birçok ayet-i kerime bulunmaktadır. Bunların başında Hucurat suresinin 13. ayeti
gelir. Bu ve benzer ayetlerde bu konu açıkça zikredilmektedir. Konu ile ilgili ayetlerde, tüm
insanların aynı Anne Baba (Adem ile Havva’dan) dan yaratılması ile tüm insanlar bu manada
kardeştirler. Kur’an’ın bütünlüğü içinde baktığımızda bunu görebiliriz. Bu büyük insanlık
ailesinin fertleri dinimize icabet eden ve etmeyenler diye iki kısma ayrılır. a) Dine icabet edenler
b) Dinen muhatap olan kardeşlerimiz. Böylece, kimisinin hukukundan, kimisinin de İslam
davasını kendilerine götürüp davet ve tebliğinden sorumluyuz. Bu kardeşliğin bize yüklediği
sorumluluğun yakınlık sırası ile beşinci derece muhatap bir kardeş kitlemizdir. Kur’an-ı
Kerim’de, istisnalarla beraber bu bağlamda iki farklı kavramla konu beyan edilmiştir. Dine
icabet eden veya etmeye müsait olanlara genel itibarı ile “یا بنی ادم” diye hitap eder. İkinci gurup
yani muhatap kitleye ise, tekil olarak “یا ایها الانسان” diye hitap etmiştir. Yani kendini Adem’e

nisbet eden insanlara ya beni adem, ama iplerini koparıp kendi tekil ferdi varlığında mükrim
kimliğini unutup şahsi açıdan bir kimlik krizi yaşayanlara rabbimiz tekil muhatap alarak
kendisinden başka teklikleri kabul emediğini beyan eder. Âdem ve onun Rabbine karşı kendi
şahsiliğinde mustağni olan insan tiplemesini kabul etmez. İşte Âdem ve Adem’in rabbinden ipini
koparan kardeşlerimize ademiyet kimliği içinde asli hüviyetlerine rucu etmeleri için dinen bizim
muhataplarımızdırlar. Bu sınıf kardeşlerimize İslam’ı canımız ve malımız pahasına ulaştırmakla
yükümlüyüz. İcabet edenlerde İslam hukuku ve kardeşlik hukuku içinde, birbirimizden
sorumluyuz.

KUR’AN’IN EN ÇOK ÜZERİNDE DURDUĞU KONU AKLETME KONUSUDUR
Türkiye’de de dünyada da birçok İslami yapılanmalar vardır. Bilindiği gibi dünya
genelinde de birçok mezhep ve meşrep vardır. Bu İslami oluşumlara baktığımızda sizin
çalışmanızda bu din kardeşliği kategorisinde değerlendirilmelidir. Mezhep ve camia üyeleri
bir araya gelip ümmet bilinci oluşturmak yerine maalesef tefrika hatta tekfire kadar bu
işin vardığını görüyoruz. Bu durumun ıslahı için Kur’an’dan hareketle nasıl davranmamız
gerekir?
Kur’an-ı Kerim, toplumsal yapılanmalara çok geniş bir yer veriri. Şu kadarını söyleyebilirim;
Kur’an-ı Kerimde aynı yol ve aynı yordamda bulunmayı anlatan bir kaç mefhum üzerinden
kısaca konuyu anlamaya çalışalım. Kur’an’da “Tarik, Sebil ve Sırat” bu üç kelime ile konuya
baktığımızda Tarik kelimesinin cem’i/çoğulu ve tesniyesi/ikili vardır. Sebil kelimesinin de
cem’i/çoğul ve tesniyesi/ikili vardır. Ama sırat kelimesinin cem’i/çoğulu ve tesniyesi/ikili
yoktur. Bunun konumuz açısından şöyle bir manası vardır; Müslümanlar birbirinden farklı yol ve
yordamlarla (farklı mezhep ve meşreplerle) Yüce Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine
getirebilirler. Bu bağlamda tüm Müslümanları aynı görüş ve yöntemde bir arada tutmaya
çalışmak insan ve Müslümana bir hakarettir. Hâlbuki akıllarımız ve tasavvurlarımızı farklı
yaratan Yüce Allah bu doğrultuda farklılıklar olmalı ki asıl hakikatler ortaya çıkmış olsun.
“Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” sözü yerinde bir deyimdir. Ama bu istikametimizi
ayırmamalı. Bugün mezhep ve meşrep ile istikametin karıştırıldığı kanaatindeyim. Hatta bu
karıştırma sadece bugünün meselesi değildir. Geçmişte de bunlar oldu. Aslında bu sadece
Müslümanların da sorunu değildir. Peki, buradaki makası nasıl anlamalıyız? Bu makas, mezhep
ve meşreple istikametin karıştırıldığı kanaatindeyim. Tüm Müslümanları bir mezhep ve tarikatta
toplamak ümmetin, teakkül, tezekkür ve tefekkür tasavvuruna vurulmuş bir prangadır ki bunu
Kur’an’ın insan aklına verdiği değer ve ona yaptığı atfa da ters düşer. Çünkü herkesi aynı tevili
kabul etmeye çalışmak onun aklını devre dışı bırakmak olur ki, bu hem insan fıtratına, hem de
Kur’an’ın insani tefekkür mefkuresi ile tarif etmek mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim iman ve
ameli salihten sonra en çok üzerinde durduğu konu akletme konusudur. Araştırmamda
yanılmamış isem Kur’an’da 714 yerde akletmeye atıf yapılmıştır. Müslümanların hiçbir oluşumu

kendileri “Ümmet” yerine koymamalı. Tüm İslami çalışmalar Ümmet kimliğinin alt yapıları
olarak kendine bir yer verseler, diğer kardeşlerini tekfir edemezler. Yani kendi yapılanmasını
ümmetin bir parçası olarak kendini mikro bir yapıda görerek makro manada ümmet üst
kimliğinde tüm Müslümanları kardeşleri bilmesi lazım. Ama, kendini ümmet kabul edip dışarda
kalanları ümmetin dışında kalanlar gördüğünde tüm Kur’an’i ve imani ipler kopmuş olur.
Mezhepler ve siyasi partiler bu konuda bazı istisnalar dışında maalesef karneleri çok zayıf. Belki
bu manada tarikatlar daha kucaklayıcı ve birleştirici duruyorlar. Tabi ki son zamanlarda bir kısım
tarikat ehli de insanları mezhep ve siyasi yapıları üzerinden sapık ve benzeri suçlamalara gittiğini
de görmüyor değilim. Mezhep, meşrep ve siyasi yapılanmalar ile istikameti şöyle tarif etmemiz
mümkündür: Namaz, oruç, hac ve zekat gibi konuları kabul etmek istikamettir. Namazda elimizi
nerde ve nasıl bağlayacağımız gibi diğer furuatlarda ki tafsilatlar mezhep ve meşreptir. Bu
manada Ehli kıbleyi tekfir etmeden Ümmet üst kimliğinde tüm müminleri kardeş bilecek bir
anlayış istikamettir. Mezhepleri yok ederek birleştirmek yerine birlikte varlıklarına tahammül
etmemiz gerekir. Çünkü en üst dokunulmazlığımız Yüce Allah’ın varlığı ve birliğidir. Allah’ı
inkar edeni dahi sen niye Allah’ı inkar ediyorsun deyip onu öldüremiyoruz. Nasıl olur da Benim
şeyhim, mezhebim ve cemiyetim gibi düşünmüyorsun diye bir Müslüman Müslümanı
öldürebilir? Kur’an kadrajından baktığımızda sapık dahi olsa Allah’a inanan ile Allah’ı tamamen
inkar edenler arasında sapıkta olsa inancı olanı desteklediğini görüyoruz. Rum suresi bununla
başlıyor. Buna rağmen İslam için her türlü fedakârlığı göze almasına rağmen niye bizim İslam’ı
tevil ettiğimiz gibi tevil etmiyor diye Müslüman Müslümanı çekip vurabiliyor? Kanımız
donuyor. Ani kavgalar her yerde çıkabilir. Ama yüz yıllarca tefrikayı ümmet içine koyarak bunu
bir mezhebin çalışması ve tarikatın bağlılığı görmek Kur’an’i açıdan bir miyop körlüğüdür.
Dediğim gibi tarikatlar her mezhep ve meşrepten insanları bir arada tutmada biraz daha iyi
durumda olduğu kanaatindeyim.
TOPLUMSAL KARDEŞLİK
Kardeşlik bilincini kazandığımızda İslam toplumunun ne gibi kazanımları olacaktır?
Kardeşlik bilinci bize bir arada yaşayabilme hem zihni hem de pratikte huzurlu bir toplum
olmayı kazandıracaktır. Mesela, İlk Medine İslam devleti bu konuda bütün dünya için büyük bir
örnektir. Hatta dünyanın dengesi vahyin yaşanmasındadır. Enfal/24. Ayet bunu beyan
etmektedir. Vahyin sağlıklı yaşandığı numune bir topluluk olduğunda şu anda dünyada yaşanan
dengesizliklerde olmaz. Kur’an buna toplumsal kardeşlik der. İşte; Hud/84. ayette, Hz. Şuayb,
“sizin zarar etmenizden korkuyorum” diye yaptığı uyarı biçimi demek istediğimizi
özetlemektedir. İşte bu bir kardeşlik görevidir. Tüm peygamberler ve onları takip eden
davetçilerin içinde bulundukları toplum ile ilişkileri bu çerçevededir. Bu insanın içinde
bulunduğu toplumun yaşam şartları içinde bir çalışma ve davanın temsiliyetini ifade eder.
Mesajlar kardeşlik havasında götürülmeli. Adaveti yapan tüm peygamberler kardeşlik mesajı ile
topluma gitmişler. Düşmanlığı başlatanlar sürekli karşı taraf olmuştur.

Hayatta yeme içme barınma ve güvenlik gibi, hayatın sürdürülebilirliği içinde bir toplum
kardeşliğidir. İnançlar farklı olsa da bu böyledir. Bunun en canlı örneği Medine’de kurulan ilk
İslam devletidir. Medine’de bulunan farklı inanç guruplarının kendi aralarında bir toplumsal
sözleşme (anayasa) 47 veya 52 maddeleri etrafında farklı düşünce sahiplerinin bir araya gelip
altına imzalarını attıkları bir toplumsal mutabakat, dünyanın şuanda içinde bulunduğu şartlar
itibarı ile güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Bu çeşit toplumsal kardeşlik kavmiyetçilikten öte, bir nevi, tam olmasa da vatandaşlık gibi ortak
bir sorumluluğa tekabül eder. Toplumun her kesimi için uyulması gerekli olan ortak kurallar
vardır. İşte bu hak ve hukuktan ortak paylaşımını Kur’an toplumsal kardeşlik olarak bize
sunmaktadır. Bu çeşit kardeşliğin getirdiği bir takım birliktelikler vardır. Beslenme, barınma, her
türlü sıhhati muhafaza etme ve güvenlik gibi konulardan kişi bir sorumluluğun yüklendiği bir
birlikteliğe toplumsal kardeşlik diyoruz.
Nisa suresi/23. Ayeti kerime gibi süt kardeşliğinden bahseden ayetler bulunmaktadır. Kendisi ile
evlenmenin haram olduğunu beyan eder. Bu kardeşliğin biz inanan insana yüklediği
sorumluluklar insani kardeşlik, toplumsal kardeşliğin yanı sıra, nikah hürmeti hukukunu
yüklemektedir. Bize olan yakınlığı itibarı ile üçüncü derecede sorumluluk yükleyen Kur’an-i bir
kardeşliktir. Süt kardeşliği, bir bebeğin ilk iki yaş içinde iken herhangi bir kadının emzirdiği
çocuk onun evladı olur. Formül olarak “Süt emenin nefsi, emzirenin nefsi ve nesli” nikahta
mahrem olurlar. Yüce Allah süt kardeşlerin evliliğini haram kılmıştır.
Gerçekleştiğinde sonucuna dikkat etmeyi emreder. Yüce Allah’ın emir ve nehiylerinin genelinde
mutlaka bir akli boyutu vardır. Ama her zaman böyle değildir. Mesela yasakları üç hikmet üzere
tarif etmemiz mümkündür. Birincisi, kişinin canına zararlı olduğu için yasaklanır. İçki gibi.
İkincisi topluma zararlı olduğu için yasaklanması, mesela faiz gibi. Üçüncüsü de haysiyet ve
onur açısından yakışmadığı için yapılan yasaklar vardır. Mesela, kişinin yakın birinci derece
akrabaları ile (anne hala ve kız kardeş gibi) evliliğin yasaklanması gibi. Süt kardeşliğin de henüz
ilmi bir boyutunu bilmiyorum. Ama olmasa bile yüce Rabbimizin yasakladığı bir evlilik boyutu
vardır.
KUR’AN’I OKURKEN BASİRETLE OKUMAYI TAVSİYE EDERİM
Kur’an’da ki kardeşliği anlamak adına Kur’an’ı okurken nasıl bir yol izlemeliyiz?
Rabbimiz bizden Kur’an’ı okurken Kendi adına okuma yapmamızı emreder. Biz Kur’an’ı O’nun
adına/emrine göre bir tahayyülümüzü kontrol ederek okuma yapmamızı bizden istediğini iyi
tasavvur etmemiz gerekir. Rahman ve rahimle başlayan, nas ile biten bir kitabın hangi kadrajdan
insanı muhatap aldığını iyice tefekkür etmemiz gerekir. Aynı zamanda, Yüce Allah kendini “رب

العالمين” Peygamber(leri) ini de “ رحمة للعالمين” olarak takdimi ettiğini göz ününde bulundurarak
buna uymayan bir Kur’an’i tasavvurun Kur’anla uyuşmadığına dikkat ederek, Kur’an’i bu
bütünlük içinde okumakla doğru istikameti bulabiliriz. İçinde bulunduğumuz toplumun tüm
insanları ile paydaş Müminlerle de kardeşlik içinde bir yakınlığı Kur’an’ın sunduğu bu basiretle
bir okumayı tavsiye ederim.
KİŞİNİN ÇANTASINDA SÜREKLİ BİR KİTABI TAŞINMALI
Röportaj yaptığımız bütün kıymetli şahsiyetlere klasik bir soru soruyoruz. Onu size de
sormak istiyorum. Kitap okumak konusunda neler söylemek istersiniz?
Kur’an’ın ilk ayetinin Müfret/tekil olarak “oku” şeklinde her bireyin okumasını emreden bir
kitaba inanan insanlara fazla bir şey söylemeye gerek görmüyorum. Ancak nasıl kitap okuma
alışkanlığını kazanırız diye bir isteğe karşı kişinin çantasında sürekli bir kitabı taşınmalı. Sabah
namazından sonra veya önce kitap okumayı tavsiye ederim. Yatmadan önce tüm aile fertlerine
bir kitap okuma alışkanlığı içinde az çok kitap okunmalı.
DİN KARDEŞLİĞİ
Son olarak konumuzla ilgili özelde Müslümanlara genelde de tüm insanlığa ne gibi bir
mesajınız var?
Müslümanlar kendi aralarında ihtilaflara tahammüllü olmalarını tavsiye ederim. Müslümanlar
birbirlerine karşı ihtilafa düşe bilirler. Ama muhalefet yapamazlar. Din kardeşliğini içselleştirip
bütün farklılıklarla beraber bir arada aynı kıble istikametinde olduklarını içlerine sindirmeyi
tavsiye ederim. Müminlerle kardeş, insanlarla paydaş, zalim ve düşman kafirlere karşı uyanık ve
birlikte hareket etmeyi becermemiz gerekir. Hiçbir insana düşmanlık edemeyiz zalimler hariç.
Bu konuda parolamız; ولا عدوان الا علي الظالمين
Hucurat/10. ayet-i kerime din kardeşliğini beyan eder. Bu kardeşlik çeşidi de bundan önceki üç
kardeşliğin yüklediği sorumluluklar ile beraber ayriyeten dini ve uhrevi sorumluluklar yükleyen
bir kardeşlik çeşididir. Süt kardeşliğinde nikah mahremiyeti gibi bir evlilik hurmeti bunda
yoktur. Ancak, diğer dört kardeşlikten daha önemli ve daha önceliklidir. Din kardeşliği zaman ve
mekan sınırını aşan en üst bir kardeşlik çeşididir.
Sevgi ve muhabbette, yardım ve dayanışmada, sır saklayıp sır paylaşmada, velayet ve
vekaletimizi verebildiğimiz bir kardeşliktir. Bu kardeşlik maddesi diğer dört kardeşlikle
çeliştiğinde en üstte tutulması gereken kardeşlik şüphesiz ki din kardeşliğidir. Yani bizim asla
vaz geçemeyeceğimiz kardeşlik, din kardeşliğidir. Tevbe/ 23 ve 24. Mucadele/22. Ayetlerde bu
net bir şekilde ifade edilmişti

Moto Malatya'dan 'Hayırlı' Bir Sponsorluk Moto Malatya'dan 'Hayırlı' Bir Sponsorluk

Yusuf/89. Ayet, sülbi kardeşlikten bahseder. Aile hukuku açısından birinci derece bize yakın
olan bu kardeşlik Aynı anne babadan, baba bir, ya da anne bir olan kardeşliktir. Bu kardeşlik dini
kardeşlikle çelişmediği müddetçe kişiye fıtraten en yakın olanıdır. Diğer kardeşliklerin içerdiği
hukuki sorumluluklarla beraber, nikâhın hürmeti ve varis olma hukuku ile diğer tüm
kardeşliklerden ayrılmaktadır. Kişi sülbi kardeşini fıtraten sever. Kur’an’ın bahsettiği bu beş
çeşit kardeşlik bize bir takım sorumluluklar yüklemektedir. Demek ki Kur’an’da, öyle ya da
böyle tüm insanlar ile bir yönü ile kardeşiz. Bu, insani, toplumsal, süt, sülb ve din kardeşliğidir.
Önemli olan hususlardan biri de bu kardeş gurupları ile hayatın gerçekleri içinde yapmamız
gerekenleri iyi bir zihni tasavvur içinde değerlendirebilmektir. Onlarla olan ilişkiler üzerine bina
edilecek itikadi, hukuki ve ahlaki bir münasebetin inşa etme yollarını iyi keşfedebilmektir.
Dünyanın gelişen şartlarına göre zalim ve Müslümanlarla harp halinde olanlar dışında bulunan
gayri müslimler bizim komşularımız olan gayri müslimler gibi değerlendirilebilir. Müslümanlar
içinde bulundukları yerin konumu ve fıkhi bağlılığında yeni içtihadların yapılması gerektiği
kanaatindeyim.
Kadim fukahamız komşu ilişkilerini Müslüman ve Müslüman olmayan komşu diye ikiye
ayırmışlardır. Gayri Müslimleri de Darul-Harp ve Darul-İslam’da yaşayanlar diye ikiye
ayırmışlardır. Bu güzel bir tasnifattır. O günün şartları bakımından bu en isabetli bir fıkhi
içtihatlardı. Gününümüz Fukaha-i kiram’da onun üzerine bugünkü dünyanın kitle iletişim ve
ulaşım araçları dünyanın ulaşılmaz hiç bir noktasının kalmadığını görmekteyiz.
Dünyamızın tekrar bir köy haline geldiğini tasavvuru üzerine bir içtihad geliştirilmesi gerekir.
Yani dünyanın darül insan haline geldiğini görerek, bu basiret üzere bir fıkıh geliştirmesi
gerekir. Tüm dünya insanı ile artık komşu olduğumuzun farkına vararak, ona göre bir fıkhın
geliştirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Zaten içtihatlar zaman, mekan ve şartları dikkate alarak
geliştirilen bir hukuk dalıdır. Bu beş kardeşliğin Üssül-Esası, zamanı iyi okuya bilmekten geçer.
Başta aziz İslam uleması ve İslam’ın siyasal boyutu açısından konu enine boyuna temelden ele
alınarak hayatın gerçek realitesi içinde istişareye açılmalı.
Ehil olanlar, önce bunu Müslüman topluluklarla paneller gibi geniş katılımlı etkinliklerle konuyu
anlatmaları gerekir. Yeryüzünün hilafet görevinden başlayarak insanın insan ile olan tüm ilişkiler
masaya yatırılmalı. Tüm bunlar nasların temel değerler sistemi içinde bir tecdide ihtiyaç olduğu
ortaya konulmalı. İslam’ın itikad, ahlak ve hukuk sistem içinde tüm meselelere çözümler bu
perspektifte ele alınması gerektiği kanaatindeyim. Değerlerde bir hiyerarşi sistemine de dikkat
edilmeli. Hangi konu öncelikli olduğuna şiddetle üzerinde durularak konular ele alınmalı.
Müslümanların kendi içinde bir değerler eksikliği problemini çözmeye yönelik bir çalışmaya
ağırlık verilmesi gerekir. Değerler ve değişim ilişkisini iyi kurulmalı. Gelenekçi-yenilikçi gibi
mide bulandırıcı yaklaşımdan akrepten kaçar gibi uzak durmalı. Değerler ve toplumsal çözülme

sebep sonuç ilişkilerini yer ve zamana göre bir dengenin mutlaka kurulması ile bütün konular ele
alınması gerekir.
Cemal Çınar Kimdir?
Şanlıurfa /Siverek 1961 doğumluyum. 28 Şubat sonrasında görevden alınmış eski imamım.
Şuanda İstanbul’da ikamet ediyorum. Doğuda kurulan Âlimler Birliği olan İttihad’ın
İstanbul’daki üyelerindenim. Umut Kervanı Vakıf’ın mütevelli heyeti ve yönetim kurulu başkan
yardımcısıyım. Üç yıl “Hilvanajans” ta köşe yazarlığını yaptım. Şimdi günlük olan Doğruhaber
Gazetesinde İslam yönetimi ile ilgili haftalık yazı yazıyorum.

Editör: TE Bilisim