Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek muhaliflerine kafes hazırlıyordu, kendisi hasta yatağında o kafeste yargılandı.

12 Eylül’ün faşist darbecisi Kenan Evren dâhil olmak üzere tüm muktedirler haksız hukuksuzluklarının ilelebet süreceklerine inanıyorlardı. Bugün gelinen nokta ortadadır.

Eski DGM, şimdi ki özel mahkemelerden “asker bir yasa istediğinde meclisten şak diye çıkıyor, boru gibi girecek bu yasa” diye böbürlenen zamanının zat-ı muhteremleri… O askerin siparişi dediği yasa terörle mücadele adı altında hukuk dışı olsa bile çok irdelenmeden, arka plana bakılmadan hemen çıkıveriyordu. Amaç Kürtleri raptı zapta tutmaktı. Tüm bu yaşananlar hak talepleri olan insanların tamamını bölücülük yaftasıyla ve toptancı bir zihniyetle terör ve teröristlik suçlamaları ile cezaevlerine tıkma projeleriydi.

Ancak etme bulma dünyası buna derler… O askeri bürokratların, generallerin çoğu aynı yasalardan aynı mahkemelerde yargılanıp mahkûm oldu, kiminin halen yargılanması devam ediyor. Şimdi onlar da bu özel mahkemeler kalksın diye şikâyet eder ve dert yanar oldular.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ayarı bozuk bir jargonla açlık grevine girmiş yüzlerce insanı “şov yapıyorlar” diye aşağılıyor. Maazallah gelecek ölüm riskini çok lakayt bir şekilde hafife alıyor. Türkiye’nin ayıbı olan 12 Eylül faşist, hukuksuz anayasa ve yasalarını işine geldiğindendir ki, olduğu yerde muhafaza ediyor. Bu hukuksuz yapıyı değiştirmek, Kürt sorununu eşitlikçi bir temelde ve barışçıl yollarla çözüme kavuşturmak ve ülkeyi normalleştirmek yerine açlık grevlerindeki insanları ajite ediyor. İdam blöfü ile tehdit savuruyor. Başbakanın aba altında sopa göstermesi çok rahatsız edici ve gayri insani bir durum. Başbakanın sarf ettiği sözler insanları çok yaralıyor. ”Söz ağzından çıkana kadar o senin esirin, ağzından çıktıktan sonra sen onun esirisin.” sözünü Sayın Başbakan’a hatırlatmak isterim.

Riyakâr bir yaşam tarzımız var. Başbakanımız eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden muktedir olduğu günden beri haz etmemeye başladı. Bu riyakâr tutum tüm insanlara sirayet ediyor. İçten içe toplumu, yoz bir hale getirip, ahlaken çürütüyor. “Kürt ile Türk” tarafları birbirlerine dürüst değiller… Dolayısıyla zaten başından beri var olan güven problemi her yönü ile daha çıplak ve daha bariz ortaya çıkıveriyor.

Başbakanından ülkeyi yöneten tüm yetkililere kadar; “PKK ayrı Kürt kardeşlerimizin talepleri ayrıdır. Eski asimile edici politikalar bitti. Geride kaldı. Elbette Kürtlerin demokratik, hukuki, insani hak talepleri sağlanmalıdır,” mealinde sarf edilen sözlerinin hiçbirinin karşılığı yok. Duyda inanma! Bu
sözler içi boş, tamamen kandırmaya yönelik. Açıkça söylemek gerekiyorsa bu taktiğe şimdiye kadar milyonlarca iyi niyetli Kürt benim gibi inandı ve yuttu.

Aslında devlet mantığına bakarsan özelde PKK deyince asıl genel maksadın tüm Kürtleri yok saymak veya yok etmek olduğu hedefi artık çok net biliniyor. En basit örnekle “Kürtlerin çocuklarına anadilde eğitim” talepleri bile Başbakana kalsa “olmaz!” diyen ceberut bir devlet anlayışı var Kürtlerin karşısında.

Uludere’de, şehirde, sokakta, dağda, bayırda onlarca Kürt vatandaşı öldürecekler, binlerce insanı faili meçhul yaparak öldürecekler tek bir katil yargılanmayacak, tüm katiller devlet şemsiyesi altında saklanacak, himaye edilecek, ondan sonra da Kürtlere buna ram edin diyecekler… Bu zulme isyan edene de bölücü yaftası vuracaksın.

Kürtlere yönelik hak gasplarına Ak Parti döneminde de misliyle devam ediliyor. Tüm Kürt seçilmişlerine yönelik itibarsızlaştırma, baskılama ve toplu tutuklamalar “gemi azıya almış“ deyimi ile devletin bu yanlış tutumunu özetler. Devletin tüm bu dayatmaları ileri taşıyarak, PKK, KCK bahanesi ile asıl Kürtleri tutsak hale getirmek istedikleri, top yekûn tüm Kürt halkını hedefledikleri, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme oluşumuna engel olmak istedikleri, örneğin Suriye Kürtlerine yönelik askeri müdahaleyi bile düşündükleri açıktır.

Başbakan, Kürt sorunu hakkında ağzını açtığı an zehir zemberek laflar ediyor. Tek adam diktatörlüğü Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetim tarzı haline geldi. Bunu bir adım ileri götürüp kurumsal hale getirmek için de faşizanca bir tutumla Kürt meselesine atıfta bulunup eski klasik yöntem olan hamasetle topluma dezenformasyon (bilgi kirliliği) yapıyor. Asıl kafasında olan plan bu yolla Başkanlık veya yarı başkanlık sistemi adı altında yoz bir krallık oluşturmak istemesidir.

Trajikomik olan ise ABD’ye atıfta bulunmasıdır. ABD’nin anayasasının tarihini incelediğin zaman 226 yıllık anayasasına günün ruhuna yönelik bir iki değişikliğin esası “özgürlük” olmuştur. Tamamen birey ve basın özgürlüğü lehine değişiklikler yapılmış, devlete karşı bireyi korumuş ve son seçimde 2.kez kazanan Başkan Obama’nın iç kamuoyuna ve dünyaya verdiği demecine bakalım:

“Bu ülkenin diğer tüm ülkelerden daha fazla serveti var, ama bizi zengin yapan bu değil. Tarihteki en kuvvetli orduya sahibiz, ama bizi kuvvetli yapan bu değil. Üniversitelerimize, kültürümüze tüm dünya imreniyor ama dünyanın bizim kıyılarımıza gelmeye devam etmesinin nedeni bu değil.
Amerika’yı istisnai yapan, dünyadaki en fazla çeşitliliğe sahip milleti bir arada tutan bağlardır. Ortak kaderi paylaştığımıza dair, bu ülkenin sadece birbirimize ve gelecek nesillere karşı belli yükümlülüklerimizin olduğunu kabullenmemiz hâlinde işleyebileceğine dair inançtır. Amerika’yı
büyük yapan bunlardır” diyerek Obama 72 milletten insanı bir arada hoşnut, mutlu ve huzurlu yaşatmanın nasıl önemli olduğunu belirtiyor.

New York Times, üç bin yıl önce Patara’da kurulmuş olan Likyalıların idari yapısının ABD federatif sisteminin de temelini oluşturduğunu yazmıştı. Yüzyıllar sonra Amerikan Anayasası taslağını yazanlara örnek teşkil eden Antik Likya Federasyonu, New York Times’a göre, ABD’nin Kurucularından Maliye Bakanı olan Alexander Hamilton ile James Madison, ABD Anayasası’nın onaylanmasını savundukları “Federalist Yazılar” adlı bir dizi makalede de Likya Birliği’ne iki kere atıfta bulunuyorlar.

Üstelik Amerikalılar idari yapılarını Likyalılardan aldıklarını alenen söylüyorlar. Dünya da “siyasal sistem” konusunda referans olarak ABD Anayasası’nı göstermektedir.

Dünyanın en eski kurucu belgelerinden olan 1787 tarihli ABD Anayasası, sadece yedi maddeden meydana geliyor. ABD bundan 226 yıl önce kendi kurucu anayasasını yaparken dönüp üç bin yıl önceki Likya Federasyonu’na da iyice bakmış.

Aslına bakarsanız Likya topraklarımızda yaşamış bir medeniyet olmasına rağmen bugün biz Türkiye halen 12 Eylül faşist darbe anayasası ve kanunları ile yönetiliyoruz. AB Anayasası, ABD Anayasası gibi kendimize çağdaş evrensel değerleri rol model alamamış, eşitlikçi bir anayasa sahibi maalesef olamamışız.

Türkiye’yi yönetenler ancak Kürtlere her tür bağnazlığı haksızlığı dayatmakla meşgul, ABD Anayasası’na, AB veya çağdaş demokratik sistemlere dönüp bakmıyor. Başbakanımızın kafasında tek kişilik bitmeyen diktatörlük aşkı bir türlü eksik olmuyor. Toplumu da buna paralel hamasete esir ediyor.

Oysa ABD vatandaşı; ”Uğruna öleceğim bir toprak parçası yoktur. Çünkü bütün dünya vatanımdır.“diyerek evrensel bir duruş sergileyebiliyor.

Türkiye’de sandık başına gitmiş seçmenin yüzde ellisinden fazlasının oyunu almış hükümetin, bu ülkede yaşayan iki seçmenden birinin Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Ermeni, Arnavut, Alevi, Sünni ne kadar yaşayan halk, mezhep, görüş varsa tamamının oyunu, desteğini alan Hükümetin ülkeyi ideal bir özgürlükçü, demokrasi ve hukuk sistemine kavuşturma, yönetme derdi olmalıdır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, Ak Parti iktidarının samimi bir şekilde şapkayı önüne koyarak anayasa ve yasalarda ki, hukuksuzluğu sorgulaması gereklidir. Türkiye tablosu incelenirse nüfusa oranla on binlerce terörist barındırması, dünyanın en fazla teröristini barındıran bir ülke olması normal midir? Cezaevlerindeki tutuklulara bakıldığı zaman ülkenin siyasal manada ne kadar kötü yönetildiğinin emaresidir. Sadece bu kriterlerle dahi meseleye bakılsa toplumun yaşadığı; sosyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel bir travmadır. Dileğimiz bir an önce normalleşmedir.

Maksut Konyar