İMAMOĞLU’NDAN ‘SÜRÜLEN HÂKİMLER, ÖDÜLLENDİRİLEN SAVCILAR’ İSYANI: ALLAH HİÇ KİMSEYE, YASTIĞA BAŞINI KOYAMAYACAĞI BİR İŞİ YAPTIĞINDAN ÖTÜRÜ ATANMAYI YA DA YÜKSELMEYİ NASİP ETMESİN!
Hakkında açılan davalara bakan hâkimlerin “iktidarın işine gelmeyen” kararlar vermeleri durumunda yerlerinden edildiğini, hakkındaki soruşturmalarda “iktidarın hoşuna giden” iddianameler hazırlayan savcıların ise terfi ettirildiğini örnekleriyle anlatan İmamoğlu, “Adalet dediğiniz şey böyle mi sağlanır Allah aşkına? Utanç verici! Utanç verici! Bu mu?
İstanbul Times Haber Merkezi - Hüseyin Çetiner
BU DA YETMİYOR; 3 BİN KİŞİLİK ÖZEL DURUŞMA SALONU YAPTIRIYORSUNUZ! VAY ANAM VAY! BU ZİHNİYET, 64 YIL SONRA BU ÜLKEYE, İSTANBUL'DA, SİLİVRİ'DE, YASSIADA’YI KURUYOR!
Yargılama bu mu? Bu mu yargılama? Ben, onun için burada yargılıyorum Sayın Hâkim. Ben burada yargılıyorum. Çatır çatır yargılayacağım. Ben savunma yapmıyor ve yapmayacağım. Yüce Allah huzurunda, ben 86 milyon insanımızın huzurunda, yüce Türk yargısı huzurunda çatır çatır yargılayacağım. Bir vatandaş olarak, yargılama hakkımı sonuna kadar kullanacağım,” dedi.
İMAMOĞLU’NDAN ERDOĞAN’A ‘ZENGİNLEŞME’ GÖNDERMESİ:HATTA KAFAYI KOYMUŞUM: CUMHURBAŞKANI OLACAĞIM! NİYE? CUMHURBAŞKANI OLUNCA ÇOK ZENGİNLEŞECEKMİŞİM BEN! KİŞİ, KENDİNDEN BİLİR İŞİ MİSALİ BİR BENZETME YAPILMIŞ !
Diploma ceza davasının iddianamesini yazan savcının Gaziosmanpaşa'ya başsavcı vekili yapılarak terfi ettirildiği bilgisini paylaşan İmamoğlu, “Bir diploma davasındaki sahte bir iddianame, sahte! Sahte bir iddianameyi yazan kişi, Gaziosmanpaşa'ya başsavcı vekili oldu. Bu davanın iddianamesini yazan savcı, Beykoz'a başsavcı vekili oldu! İBB iddianamesini yazan, hazırlayan savcılar,
CEZAEVLERİNDE İŞKENCE GÖREN ARKADAŞLARIMIN HESABINI ÇATIR ÇATIR SORACAĞIM
Çağlayan Adliyesi'nde başsavcı vekilliğine getirildi! Allah hiç kimseye, bu şekilde bir atama ya da yükselme nasip etmesin! Allah hiç kimseye, yastığa başını koyamayacağı bir işi yaptığından ötürü atanmayı ya da yükselmeyi nasip etmesin! Ailesinin yüzüne bakamaz, milletinin yüzüne bakamaz, meslektaşlarının yüzüne bakamaz! Utanç vericidir! Allah hiç kimseyi böyle bir duruma düşürmesin!” diye konuştu.
ZALİMLİĞİN HER ANINI BANA YAŞATIYORLAR; VIZ GELİR TIRIS GİDER…
“Adalette yargılamayı ben mi etkiliyorum?” diyen İmamoğlu, “Hıh! Ben mi etkiliyorum adalette yargılamayı? Ben! Adaleti ben mi bozuyorum? Basının önüne çıkıp, açıklama yapan bir belediye başkanı mı? Yoksa hoşuna gitmeyen hakimleri, savcıları sürerek, yerlerine talimatla karar verenleri yerleştiren zihniyet mi yargıyı etkiliyor?
GÜN GELECEK; BU ZALİMLİĞİ, BU İŞKENCEYİ İNSANLARA YAPANLAR ÇATIR ÇATIR HESAP VERECEKLER
Ben yargıyı etkiliyorum! Neymiş? Bitmiş, dosyaya konmuş ve aylar sonra, haftalar sonra tespit ettiğim bir yanlışı ifşa etmekten, ben burada yargılanıyorum. Peki bunlar? Bu yargıçları sağa sola… Hepinizin ailesi, hepinizin çoluğu çocuğu var, annesi babası var. Bu zalimliği yapan yargıyı etkilemeyecek, Ekrem İmamoğlu kendisine yapılan yanlışı, hatayı hem de derin hatayı, kötülüğü ifşa etti diye, yargıyı etkileyen kişi olarak burada yargılanacakmış! Hadi oradan! Hadi oradan!” ifadelerini kullandı.
BENİ ORADA TUTARAK ACİZ DURUMA DÜŞÜRECEĞİNİZİ Mİ ZANNEDİYORSUNUZ? BUNU YAPANLARA SÖYLÜYORUM. KİMSİNİZ SİZ?
Cezaevlerinde işkence gören insanlar olduğuna vurgu yapan İmamoğlu, “Ailesinden rehin alınan insanlar var hapiste. Çoluğu, çocuğu, ailesi, akrabası rehin alınan… Onların hesabını çatır çatır soracağım. Çatır çatır soracağım. Tek tek soracağım. Yargıymış! Hepsinin hesabını soracağım. Dava açıyorsunuz, yetmiyor. Yetmiyor. O davaya özel yargıç atıyorsunuz. O da yetmiyor, özel heyet kuruyorsunuz. Bu da yetmiyor; 3 bin kişilik özel duruşma salonu yaptırıyorsunuz! Vay anam vay! İnsanın aklına şu geliyor: Ekrem İmamoğlu'nu yargılamak ne zor işmiş? Zor. Çünkü Ekrem İmamoğlu, milletin gönlüne girdi. Yargılayamayacaksınız. Benim hesap veremeyeceğim hiçbir şey yok.
BENİ BEŞ GÜN NEZARETTE TUTUP, AÇ SUSUZ BEKLETMEYİ KENDİNE MARİFET GÖREN VE BUNDAN ZEVK ALAN BİR AKILLA KARŞI KARŞIYAYIZ!
Ben, Cumhuriyet tarihinde, 6,5 senede 1600 kez soruşturulmuş, denetlenmiş, teftiş görmüş, didik didik edilmiş, doğum belgemden bugüne kadar mikroskopla bakılmış bir kişiyim. Zalimliğin her şeyini yaşıyorum. Tarihte olmadığı kadar. Zalimliğin her anını bana yaşatıyorlar. Ailemle, çevremle, çalışma arkadaşlarımla, onların aileleriyle… Vız gelir tırıs gider. Vız gelir tırıs gider…” diye konuştu.
EKREM İMAMOĞLU 12 METREKARE HÜCREDEYMİŞ! HAH! YÜZLERCE ODASI OLAN SARAYDA OLSAN NE YAZAR! BEN, 86 MİLYON İNSANIN GÖNLÜNDEKİ SARAYDAYIM.
Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nin Avrupa'nın en büyük adliyesi olarak lanse edildiğine dikkat çeken İmamoğlu, “Sığmıyoruz! Neden? Çünkü adaleti içinden söküp attılar. Büyük bir zulümle, sıkıntıyla karşı karşıyayız. Beni beş gün nezarette tutup, bir gün de oradaki nezarette aç susuz bekletmeyi kendine marifet gören akılla karşı karşıyayız. Uydurma casusluk meselesinde, 20 saat nezarette tutuluyorum. Ben, inançlı bir insanım. Yaradan var yukarıda. Allah görüyor yani. Ve bundan zevk alan bir akılla karşı karşıyayız! Vız gelir tırıs gider! Kimsiniz siz? Kimsiniz; beni orada tutarak aciz duruma düşüreceğinizi mi zannediyorsunuz? Bunu yapanlara söylüyorum. Kimsiniz siz? Gün gelecek; evet adil yargı huzurunda bunu yapan, bu zalimliği, bu işkenceyi insanlara yapanlar çatır çatır hesap verecekler.”
İMAMOĞLU'NU YARGILAMAK NE ZOR İŞMİŞ? ZOR. ÇÜNKÜ EKREM İMAMOĞLU, MİLLETİN GÖNLÜNE GİRDİ; YARGILAYAMAYACAKSINIZ
İktidarın, “Kişi, kendinden bilir işi” örneğindeki gibi hareket ettiğinin altını çizen İmamoğlu, “Neymiş efendim; ben Beylikdüzü'nde kafaya koymuşum: Büyükşehir Belediye Başkanı olacağım. Hatta kafayı koymuşum: Cumhurbaşkanı olacağım! Niye? Cumhurbaşkanı olunca çok zenginleşecekmişim ben! Kişi, işi kendinden bir misali bir benzetme yapılmış yani! Anlamış değilim! Allah akıl versin,” dedi. İktidarın, 27 Mayıs 1961 darbesinden sonra “ikinci Yassıada’yı Silivri’de kurduğunu aktaran İmamoğlu, “Ey iktidar, bugünün hükümeti, bugünün iktidarı… Evet, siz. 64 yıl sonra; aynı ayıbı, aynı utancı tekrar ediyorsunuz. Bu zihniyet, 64 yıl sonra bu ülkeye, İstanbul'da, Silivri'de, Yassıada’yı kuruyor! Hayırlı uğurlu olsun. Yassıada’yı kuruluyor! Utanç verici! Tarihe kara bir leke olarak geçtiniz, geçiyorsunuz… Ve bilin ki kurduğunuz karanlık düzen, sizi içine çekip boğacak,” diye konuştu.
BEN Mİ ETKİLİYORUM ADALETTE YARGILAMAYI? YOKSA HOŞUNA GİTMEYEN HAKİMLERİ, SAVCILARI SÜREREK, YERLERİNE TALİMATLA KARAR VERENLERİ YERLEŞTİREN ZİHNİYET Mİ YARGIYI ETKİLİYOR?
“Bugün, gücünüz var diye hesap veremeyeceğinizi zannediyorsunuz ama ikinci Yassıada’yı yapanlara sesleniyorum,” diyen İmamoğlu, “Bunun da hesabını vereceksiniz. Bilmediğiniz bir şey var: O dev salonlarda, -gün gelecek- adil yargıçların huzurunda, onların karşısına çıkacaksınız tek başınıza, 86 milyon yurttaşın karşısında tek tek hesap vereceksiniz…
Bana, “yüzyılın yolsuzluğu” diye ifadede bulunuyor, ardından “şehri yağmalayan” diyor! Yahu Türkiye'de “’şehri yağmalayan’ diye bir ifade kime yakışır” derseniz, “her şeyi bilen kişi zihniyetine yakışı” diye herkes söyler! “Kanal” dedikçe talanı büyüten, “imar” dedikçe kenti satan, parsel parsel İstanbul'u yok eden zihniyet… Bu millet, sizi sandıkta tarihten silecek. 86 milyon insan, “artık yeter” diyecek,” ifadelerini kullandı.
“Gerçeği susturursan, iktidarın ömrü üç gün uzar!” diyen İmamoğlu, “Üç gün uzar, beş gün uzar. Biter. Hayat fanidir. Geçecek. Bugünler geçecek. Hızlı geçecek hem de. Ekrem İmamoğlu 12 metrekare hücredeymiş! Hah! Yüzlerce odası olan sarayda olsan ne yazar! Ben, 86 milyon insanın gönlündeki saraydayım. O kadar büyük ki; tarif bile edemem. Adaleti susturursan, devlet çöküşe girer. Adaleti susturursan, gerçeği susturursan, devlet çöküşe girer. Biz bugün, devletin çöküş refleksiyle karşı karşıyayız,” ifadelerini kullandı.
19 Mart sivil darbesiyle özgürlüğü elinden alınan, yaklaşık 9 aydır Silivri’de, 12 metrekarelik bir hücrede tutulan seçilmiş İstanbul Büyükşehir (İBB) Başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve 15,5 milyon vatandaşın cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, hakkındaki bütün soruşturmalara ve davalara bilirkişi olarak atanan Satılmış B.’ye yönelik “bilirkişi ve tanığı etkilemeye teşebbüs” ile “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” iddialarıyla açılan davada ikinci kez ifade verdi. Duruşma, davaya bakan İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin bulunduğu Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi yerine, Silivri'deki salonda görüldü. Bu davaya bakan İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi, son yayınlanan HSK kararnamesi ile İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesi’ne kaydırılmış, yerine ise İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi üye hâkimi getirilmişti. Bugünkü duruşmayı, dosyaya yeni atanan ve izindeyken görev yeri değişen hâkimin yerine, komisyon kararıyla, İstanbul 20. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi yönetti. Duruşmayı; CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gökhan Günaydın, Gül Çiftçi, Gökan Zeybek, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İBB Başkanvekili Nuri Aslan, İmamoğlu’nun eşi Dr. Dilek Kaya İmamoğlu, oğlu Selim İmamoğlu, kız kardeşi Neslihan Yakupçebioğlu, avukatlar ve kalabalık bir vatandaş topluluğu izledi.
“BU MESELENİN YÜCE TÜRK MİLLETİNİ İLGİLENDİRDİĞİNİN FARKINDAYIM”
Davanın görüleceği salona alkışlar eşliğinde giren İmamoğlu’nun savunmasının tam metni şöyle oldu:
Müsaadenizle, bazı düşüncelerimi bugün de sizin huzurunuzda mahkemeyle paylaşmak istiyorum ve kayda geçmesini arzu ediyorum. Tabii ki durumun farkındayım. Ne yazık ki bu dosyada da hâkim değişikliğine uğradım. Siz, bu dosyada görevlendirilen hâkim değilsiniz; bunu da biliyorum. Bugün burada bulunmanızın farklı bir görevlendirmeyle olduğunu da biliyorum. Bu ay içerisinde bu mahkemenin hâkiminin göreve başlayacağını da biliyorum. Bu çerçevede, özellikle Türk milleti adına burada bulunan sizin huzurunuzda, mahkeme kaydına geçmek üzere düşüncelerimi ve tespitlerimi sizin huzurunuzda paylaşmak istiyorum. Öncelikle şimdiden teşekkür ederim. Tabii, burada bizi izlemeye gelen insanların, yakınlarımın, kıymetli avukatlarımın ve onlara eşlik eden değerli meslektaşlarının huzurunda konuştuğumun farkındayım. Ama bir o kadar da bu meselenin yüce Türk milletini ilgilendirdiğinin de farkındayım.
“SAVUNMA YAPMAYA DEĞİL, SUÇ İŞLEYENLERİ ORTAYA ÇIKARMAYA DEVAM EDİYORUM, DEVAM EDECEĞİM”
Birçok mahkemeyle karşı karşıya, soruşturma süreçlerinin nasıl işlediği ortada. Ardından açılan mahkemeler ortada. Ve yürütülen bu sürecin daha iyi idrak edilmesinin, toplum tarafından millet tarafından bilinmesinin şart olduğunu bilen birisiyim. Bu vesileyle, bu cennet vatanın güzel ülkemizin, hafızası güçlü, vicdanı diri, umudu tükenmeyen, geleceğimizi demokrasiyle, adaletle refahla buluşturmaya ant içmiş; azimli, kararlı, güzel insanlarımızı yurttaşlarımı en içten sevgilerimle, saygılarımla selamlıyorum.
BEN SAVUNMA YAPMAYACAĞIM. YÜCE ALLAH, 86 MİLYON İNSANIMIZ VE YÜCE TÜRK YARGISI HUZURUNDA ÇATIR ÇATIR YARGILAYACAĞIM
Buradayım, Silivri'deyim. Haksızlığa, hukuksuzluğa, uydurma gerekçelerle açılmış davalara karşı mücadeleme; savunma yapmaya değil, suç işleyenleri ortaya çıkarmaya ve onlara karşı yargılama hakkımı sonuna kadar kullanmaya devam ediyorum, edeceğim. Kararlılığımı herkesin bilmesini isterim. Pazartesinden cumaya, yani bu hafta başından bugüne, gazeteciler, öğrenciler sözleri ve protesto haklarını kullandıkları için tutuklanmaya devam ediliyor. Yokluk, yoksulluk ve açlık içinde hayatını kaybedenler, yanarak ölenler, zehirlenenler içimizi yakıyor. Tacize uğrayanlar, karnını doyuramayanlar, okula aç gidenler, evladına harçlık veremeyen anneler, babalar isyan ediyorlar. Bunları da üzülerek takip ediyorum ve duyuyorum.
“GÜNDEMİ BU ŞEKİLDE ALABORA ETMEYE ÇALIŞAN ZİHNİYET…”
Milletimizin bu temel sorunlarını çözemeyen ve çözmek gibi bir derdi olmayan zihniyet ise, adalet sistemini çürütmeye, anayasal düzene zarar vermeye bilinçli olarak devam ediyor. Adalet sistemindeki kaosu, toplumun vicdanını kanatan büyük adalet yaralarını, yargıyı kendi siyasi emelleri için araçsallaştırmanın yaşattığı hasarları, çok sıkı analiz etmek zorunda olduğumuzu, buradan yüce Türk milletine ilan ediyorum. Gündemi bu şekilde alabora etmeye çalışan zihniyet, aynı anda yeni icatlarla, rakibini, muhalefeti yok etmek için, oyun içinde oyun kurmaya, yargıda görülmemiş müdahaleleri yapmayı da ne yazık ki pervasızca sürdürüyor.
Uzun zamandır ülkemizde adaletin seyrini belirleyen bir sürecin içinden geçiyoruz. Bu süreç ne sadece bir siyasetçiye yöneltilmiş soruşturmalarla sınırlıdır, ne de birkaç iddianamenin kuru satırlarına sığabilecek kadar dar bir meseledir. Bu süreç; siyasetin yargıya gölge düşürdüğü, karar mekanizmalardan ve kurumların tarafsızlığını yitirdiği düzenlerden, kamu gücünün hakikate değil talimata yaslandığı bir iklimden doğan çok katmanlı bir geleceğin yansımasıdır. Bugün karşımıza çıkan manzara da işte böyle bir sürecin doğal sonucudur.
“NORMALDE AYLAR SÜRECEK İŞLEMLER, BİRKAÇ SAAT İÇİNDE TAMAMLANDI”
İşte tam bu nedenle, bugün burada anlatacaklarım yalnızca üzerime atılı suçlamaları yanıtlamakla sınırlı olmayacak; ülkemizin adalet sisteminde yaşanan bu istikrarsızlığı, yön kaybını ve güç istismarını çıplak bir şekilde gözler önüne serecek. Bugün karşımızdaki tablo şudur: Yaşananlar kişisel değildir. Aksine, yerleşik bir uygulamanın, bilinçli bir tercihin ve sistematik bir yöntemin ürünüdür. Hakkımda açılan her davada, her soruşturmada, her fezlekede aynı şablon yeniden sahneye kondu.
Yargı, doğal işleyişinde mümkün olmayan bir hızla devreye girdi. Normalde aylar sürecek işlemler, birkaç saat içinde tamamlandı. Bu asla rastlantısal bir durum değildir. Tam tersine, hiçbir hukuki gerekçe olmadan aylarca hatta yıllarca askıda bırakılan dosyalarım da oldu. Bir başka deyişle, hangi dosyanın hızlandırılacağı, hangisinin dondurulacağı, hukuka göre değil, siyasi masalarda belirlenmiş takvime göre belirlenmektedir. Kimi zaman, idarenin kararını beklemesi gereken ceza soruşturmaları, idari süreç tamamlanmadan ilerletildi. Kimi zaman –ki dört gün önce yüne bu salonda-, ceza yargılaması sürerken idari dava bekletici mesele yapılarak süreç tamamen kilitlendi. Ortaya çıkan tablo açık ve nettir: Yöntem, ihtiyaç anına göre; bu ihtiyacı belirleyen kişi ve onun talimatlarına uyan bir grup muhterise göre değiştirildi. Kural değil, niyet belirleyici oldu.
“EN GARİP DAVALARDAN BİRİSİ”
Hakkımda onlarca dava var. Fakat, gerçekten bu “kamu görevlisini etkilemeye teşebbüs” meselesi inanın en garip davalardan birisi. Her birisi trajikomik. Bu hem komik hem de çok şaşırtıcı. Yanlış iş yapan, siyasetçilerden aldığı emirle rapor yazan, ısmarlama raporlar hazırlayarak Türk hukukunu hafife alan ve istismar eden bir bilirkişiyi eleştirdiğim için bugün bu mahkemedeyiz. Kimdir bu bilirkişi? Kendisi İstanbul'da muhasebe alanında görev yapan 1891 kişiden sadece biri. Ama biz onu öyle bir 'bilirkişi' olarak tanıyoruz ki, Beylikdüzü'nde oluşturulan davada, ortada olmayan bir sözü raporuna ekleyecek kadar gözü kara, mahkemeyi yanıltacak kadar pervasız davranışlarıyla adeta ün kazandı.
Bu cesaret tabii ki karşılıksız kalmadı! Ne hikmetse bu davadaki “maharetinden” sonra, kendisine peş peşe yeni görevler verildi. Ve tuhaf bir rastlantı olacak ki, bu görevlerin tamamı benimle ya da çevremdeki arkadaşlarımla ilgili dosyalardı. İhtimale baktığınızda, hesap yapmaya çalıştığınızda matematiğin, istatistiğin kurallarına sığmayacak derecede olması mümkün olmayan bir ihtimalle, bu dosyalara tek tek bu bahsi geçen şahıs görevlendirildi. 2024'ün Şubat ayında İETT soruşturmasında çıktı karşımıza. Yedi ay sonra bu kez İSFALT soruşturmasında… Aynı bilirkişi, aynı hız, aynı yöntem devam etti. Sağ olsun, bu kişi yalnızca cesur değil, inanılmaz pratik. Aleyhe rapor yazma konusunda bir hız rekoru kırıyor. Ve bu hız rekorunu kırarken tamamen, ne hikmetse, tümüyle talimata göre hareket ediyor.
“ARKADAŞIN ÖNÜNE NEDENSE HEP CHP’Lİ BELEDİYELERİN DOSYALARI DÜŞÜYOR!”
Dahası var. Burası çok ilginç. 2018 yılında, yani görev aldığım dönemden önceki bir döneme ait İSFALT'ta bir ihale usulsüzlüğü tespit edip yargıya taşıdık. Mahkeme kimi bilirkişi atadı, diye şaşırabilirsiniz: Yine bu bahsi geçen bilirkişiyi atadı! Sonuç ne oldu? "Kusur yok" raporu oldu. Neden? Çünkü yıl 2019'dan önceye denk düşüyor. Yani bizim görev dönemimizden önce. Demek ki bahsi geçen şahsın hassasiyetleri yıl bazlı çalışıyor. 2019'dan önce gayet yumuşak ve oralarla ilgili bakış açısı çok farklı, ama 2019 sonrasında ise birdenbire 'kahramanlığa' soyunuyor! Yapamayacağı rapor yok! Usulsüz atamayacağı imza yok yazamayacağı rapor yok. Bunu birebir kendisi ispat etmiştir. Biz de haklı olarak, “kimdir bu?” diye merak ettik ve araştırmaya başladık. Bir araştırdık ki, ilginç bir rapor çıktı ortaya: Arkadaşın önüne nedense hep Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin dosyaları düşüyor. Aynı isim ne yazık ki Beşiktaş ve Esenyurt operasyonlarında da ön planda. Ve bu operasyonların başlatılmasına dayanak olan raporlar da bu kişiye ait.
“BU SABAH, EKONOMİDEN SORUMLU KİŞİYİ KISA BİR KESİTLE TESADÜFEN HABERLERDE İZLEDİM…”
Geldiğimiz durum budur. Hukuk, bir “yapboz tahtası”, “yaptım oldu makamı” veya “siyasetin kullanışlı aracı” değildir; olamaz. Asırlardır devletimizi taşıyan adalet mekanizması gerçekten çok yoruldu. Bu ikiyüzlülükten ve talimata göre hareket etmekten sadece sistem yorulmadı, ülkenin bütün değerlerini altüst etmeye başladı. Bu sabah, ekonomiden sorumlu kişiyi kısa bir kesitle tesadüfen haberlerde izledim. Marttan sonraki olağanüstü koşullarda Türkiye'nin uğradığı zararı anlatırken, enflasyonun niye düşürülemediğini anlatırken, sadece "marttan sonra" diye tarifte bulunuyor ekonominin başındaki kişi. Ama mart itibariyle bu ülkede ne olduğunu anlatamayacak kadar aciz durumda. Bu zavallılık hali ülkemizin derinden sarsan, ülkemizin gerçek sorunlarının nereden kaynaklandığını anlatamayacak kadar cesur olmayan insanlar yüzünden gelişmiş bir atmosferin içindeyiz. Yapılan hukuksuzluğun, adaletsizliğin nelere mal olduğunu, bu ülkeye neler yaşattığını hepimiz görüyoruz. Bu manada, asırlardır devletimizi taşıyan adalet mekanizması, gerçekten çok yorulmuştur. Bunu herkes biliyor, ben de biliyorum, millet de biliyor ve görüyor.
“BUGÜN BURADA BENİ DEĞİL, BU ÜLKEDE HAKİKATİ SÖYLEME CESARETİNİ YARGILIYORSUNUZ”
Bugün bütün bu karmaşanın ortasında, bize yöneltilen suçlama ise şu: "Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs!" Neyle etkilemişim ben adil yargılamayı? Adil yargılamayı ben mi etkilemişim, acaba bu ismi geçen şahıs mı etkilemiş? Kim adil yargılamaya gölge düşürmüş? Halka gerçeği anlatan bir belediye başkanı mı? Mağdur edilen olmayan bir rapordan, adaleti aldatan bir kişi mi? Yoksa gerçeği anlatan ve mağdur olan belediye başkanı mı? Yoksa, istemediği kararları veren hakimleri bir gecede uzaklaştıran; hukuku bir zırh değil, sopa gibi kullanan aklı evvel bir yönetim mi? Cevap herkesin gözünün önündedir. Yine de bu salonda kayda geçsin diye belirtiyorum:
Benim açıklamalarım bir müdahale değil, milletimin doğru bilgilenmesi için üstlendiğim görevin doğal bir sonucudur ve hakkımdır. Hakkım olandır, hukukumu koruma adına yaptığım görevin sonucudur. Ne yazık ki bugün burada beni değil, bu ülkede hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz. Beni yargıladığınız şey, bir cümlem, bir hedef göstermem, bir teşebbüsüm değil; çürümüş bir düzeni işaret etme irademdir. Bu ülkede ne zamandır yanlışları söylemek, tespit ettiğiniz bu tür kötülükleri söylemek suç, doğruları söylemek tehlike, yargıyı eleştirmek ise ihanet sayılıyor?
“BENİM SUSTUĞUM GÜN, BU ÜLKE KONUŞAMAZ HALE GELİR”
Davanın adı “yargıyı etkilemeye teşebbüs.” Ama asıl teşebbüs, milleti etkisiz bırakmaya teşebbüstür. Eleştiriyi kriminalize etmeye teşebbüstür. Siyaseti kelepçelemeye teşebbüstür. Bana diyorsunuz ki, "Bu kişiyi eleştiremezsin, devleti sorgulayamazsın, yanlış yapanı anlatamazsın, yanlışı işaret edemezsin." Bunu bana kim söyleyebilir? Bunu hiçbir yurttaşa kimsenin söyleme hakkı yok. Bunu bir yurttaşa söyleme hakkını kendinde bulan biri varsa, orada artık otoriter bir rejim var demektir. Buna müsaade eder miyiz?
Asla. Eder miyim asla! Söyleyeceğim. Çünkü benim sustuğum gün bu ülke konuşamaz hale gelir. Konuştuğum gün ise bu millet ayağa kalkar. Milleti ayağa kaldıracak şekilde herkesin, her yurttaşın, her bireyin, her konudaki tespit ettiği doğruları söyleme hakkı vardır ve söyleyecektir. O yüzden susmuyorum. Doğruları söylemeye, hak, hukuk ve adalet mücadelesini büyütmeye devam ediyorum, edeceğim. Bundan asla geri durmayacağım. Hiçbir fert geri durmasın. Hangi anne-baba, ebeveyn evindeki üç yaşındaki, beş yaşındaki evladını susturabilir ya da susturmak ister. Konuşunca bir evlat her anne-babanın hoşuna gitmez mi? Ne güzel konuşuyorsun helal olsun benim oğluma, kızıma demiyor musunuz evinizde? Konuşan bir çocuk olduğunda aslan oğlum, güzel kızım, cesur kızım demiyor musunuz? Fikri hür vicdanı hür nesiller nasıl olacak bu ülkede? Konuşma, sus! Olmaz…
“İDDİA MAKAMI SUÇ İŞLEMEKTEDİR”
Bu iddia makamı, benimle ilgili davaların tamamında yargılama yapan hakimlik makamını aldatmaktadır, kötü bir uygulamanın peşinde koşmaktadır. İddia makamı suç işlemektedir. Onun için asla susmayacağım. Susmayacağım ve milletimin susturulmaması için de sonsuz mücadeleme devam edeceğim. Bu ülkede bazı süreçler vardır ki, dosyaların sayfalarından, teknik ifadelerden, iddia ve savunma bölümlerinden daha derin bir hikâye anlatır. Benim bugün karşınıza çıkmamın hikâyesi tam da böyledir. Burada konuştuğumuz şey, yalnızca bir basın açıklamasından doğmuş bir olay değildir. Burada basın açıklamasını tekrar hatırlatalım. Basın açıklamasını yapıyorum. Yanlışları tespit ediyorum. 16 milyon İstanbulluya borçlu olan, ona hizmet etmekle sorumlu bir kişi olarak tespit ettiğim yanlışları ifade ediyorum. Kürsüden aşağı iniyorum. İşte iddia makamı o kadar kasıtlı, o kadar kötü bir sürecin başlangıcına imza atıyor ki, beş dakika sonra hakkımda soruşturma başlıyor. “Bu ne dedi? Hangi evrakta ne buldu? İçinde ne vardı?” Bunu araştırmaya bile gerek duymuyor.
Bazı süreçler öylesine hızlandırılmış yaşanıyor ki Sayın Hâkim; tarif edilemez. Yani, her kelimesinden, her cümlesinden bir suç isnadı oluşturma konusunda kararlı, talimatlı bir heyetin attığı adımlardır bütün bunlar. Onun için, bugün karşınıza çıktığım sürecin hikâyesi, yalnızca bir basın açıklaması değil, yıllardır adım adım kurulan bir siyasi mühendisliğin, bir tasfiye mekanizmasının, bir korku siyasetinin devamıdır. Kim, Ekrem İmamoğlu'ndan korkacak? Kim, bu milletten korkacak? Bu milletin İstiklal Marşı “Korkma!” diye başlıyor. “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” diye devam ediyor. O 'aklı evveller' aynaya bakıp korkacaklarsa, kendilerinden korksunlar, Baş başa oyun oynasınlar aynayla.
“BUGÜN KARŞIMIZA ÇIKAN TABLO, ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN RESMİ, TÜKENMİŞ BİR İKTİDARIN VİCDANİ İFLASIDIR”
Kumpasın, pusunun, komplonun, akıl dışı senaryoların, delilsiz suçlamaların ve iftiraların pervasızca üretildiği, yüce Türk yargısının da bu kirli tertiplere istemeden de olsa alet edildiği bir dönemi yaşıyoruz Sayın Hâkim. İnanın bana, bu anlattıklarım sadece hukuki bir sorun değildir. Bu yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel direği olan adalet sistemine yönelmiş en büyük tehdittir. Çünkü devlet, adalet üzerine yükselir. Adaletin çökertildiği bir ülke ise artık bir hukuk devleti değil, ne yazık ki bir köhne bir gölge devleti olur. Siz "Adalet mülkün temelidir" diye, bu yüce kavramın huzurunda ben konuşurken, sizler burada yüce Türk yargısını temsil ederken, birileri devletin temeli olan adaleti çökertmekle meşgul. Ne için? Kişisel, siyasi ihtirasları için. Kendi bekası ve geleceği için. Toplum, millet, devlet hiç önemli değil. İşte bütün bu gerçekliği topluma aktarma mecburiyetimiz vardır. Bugün karşımıza çıkan tablo, çürümüşlüğün resmi, tükenmiş bir iktidarın vicdani iflasıdır.
Ekonomiden eğitime, üretimden sanayiye, tarımdan adalete kadar her alanda çöküşün mimarı olan ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bizim önümüze koyduğu süreçlerin en önemli sayfasıdır. Bugün yaratılan düzenin nasıl işlediğine dair oluşturulan mekanizmanın sonucudur. Bu sistemin “çözüm” diye üretebileceği tek hamle kalmamıştır. Muhalefete saldırmak, rakibini susturmak, gerçekleri hapsetmek, korkuyu yönetmek... Her sabah kalkıyoruz, dış güçler… Dış güçler diye bizi yıllarca aldatan bir akıl, bir zihniyet. Oy vermeyenler, terörist, vatan haini… Suratı asık, kaşları çatık bir korku düzeni… Dili bu millete uygun olmayan, parmak sallayan… Devlet şefkattir, devlet merhamettir, devlet insanını seven bir mekanizmadır. Devlet insanını coşkulandıran; çocuğu, genci umutla baktıran bir makamdır. Devlet budur. Devlet moral verir. Devleti yöneten insanlar coşku yaratır. Devlet dediğiniz şey sadece şürekasına, ailesine, eş, dost, akrabasına moral vermez, devlet herkese moral verir.
“ARTIK SİYASET ÜRETMEYEN BİR İKTİDAR, YARGININ CEBİR GÜCÜNE SARILARAK VAR OLMAYA ÇALIŞMAKTADIR”
Kötü bir düzenle karşı karşıyayız. Artık siyaset üretmeyen bir iktidar, yargının cebir gücüne sarılarak var olmaya çalışmaktadır. Ve bu çok tehlikeli seviyeye ulaşmış saldırganlık, son bir yılda gerçekten hepimize acı ve ağır bir biçimde süreçler yaşatmaktadır. Bu ucube sistemin ürettiği en tehlikeli zafiyet –yeni bir tarif yapıyorum– "Her şeyi bilen kişi"... Her şeyi bilen kişi... Bugün konuştuğumuz bilirkişi mantığının aslında başladığı nokta. Her şeyi bilen kişi zihniyeti kadar tehlikeli bir şey yok. Bu zihniyet karşınıza ekonomist olarak çıkabilir. Veya adalet, hukuk uzmanı olarak çıkabilir. Her şeyi bilen kişi... Bu her şeyi bilen kişi zihniyeti, her konuda yaklaşımla yön verebilir, atama yapabilir, her konuya karar verebilir. Her atamayı bu zihniyet yapar, önünü iliklememesi gerekenler onun önünde önünü ilikler. Ve süreç, sistem darmadağın olur. İşte bu ucube sistemin yarattığı “her şeyi bilen kişi” durumunun, ülkemizi bugün getirdiği nokta ortadadır. Yani bugün dünyada savaşan ülkelerden bile daha kötü durumda bir ekonomisi varsa bu ülkenin, işte müsebbibi 'her şeyi bilen kişi' zihniyetidir.
“GERİDE BIRAKTIĞIMIZ ÜLKELERİN İSMİNİ BİLE SAYMAYA UTANIRIZ”
Açlık sınırının altında yaşayan, yaşamını sürdürmeye çalışan on milyonlarca insan var. Açlık sınırının altında asgari ücret için dilenci durumuna düşmüş milyonlarca insanımız, ücretlinin neredeyse yüzde ellisi-altmışı durumuna gelmiş bir ülke. Avrupa ve dünyada birçok konuda açık ara kötü, en öndeki bir ülke. Dünyanın en yüksek enflasyonlarından birisini yaşayan ülke. En yüksek gıda enflasyonu... Bırakın gıda enflasyonunu, açın gıdaya ulaşamamayı konuşan, üretemeyen, toplumunu aç bırakmakla karşı karşıya kalmış bir ülke ve bir millet. Bütün ekonomik verilerde, dediğim gibi, savaşan ülkelerden bile geride, Avrupa'nın en gerisinde... İcra dairelerinde dosya sayısı 24 milyonu aşmış durumda. Türkiye, bugün burada bulunduğumuz meselenin ana verileri: Hukukun üstünlüğü endeksinde 142 ülke arasında 117. sırada. Dünya basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 159. sırada. Yani geride bıraktığımız ülkelerin ismini bile saymaya utanırız. Türkiye, küresel organize suç endeksinde 193 ülke arasında, suç endeksinde en ön sıralardayız. 14. sırada. Burada da bizim önümüzdeki ülkeleri sayarken utanırız o isimleri duymaktan.
“İKTİDARDA KALMAK İÇİN HUKUKSUZLUĞU GÖZE ALAN ‘BİLEN KİŞİ’, HUKUKU YOK ETMEYE KARAR VERMİŞTİR”
İşte, Türkiye'de her şeyi bilen kişi zihniyeti, aynı şekilde her alanda olduğu gibi gerçekten büyük hasar vermekte ve adaletle ilgili süreçlerde de bu hasara devam etmektedir. İktidarda kalmak için hukuksuzluğu göze alan bu “bilen kişi”, hukuku yok etmeye karar vermiştir. Temel sorun; ama bizim dosyalardaki bilirkişi ama bu ülkede “her şeyi bilen kişi”nin niyetidir. Çünkü hukuku yok etmeden; devletin kurumlarını lağvedemez. Hukuku yok etmeden; muhalifleri tutuklatamaz. Hukuku yok etmeden; fakirin cebinden, zenginin cebine servet transferini gerçekleştiremez. Hukuku yok etmeden; basını susturamaz. Hukuku yok etmeden; yargı mensuplarının kararlarını esir alamaz. Çünkü herkesin bildiği gibi, bu ülkede gerçekten temel hedef iktidarını koruma hedefidir. Yaşadığımız her şeyin temel özeti de budur. Bugün, adalete olan güven yüzde 20'lerin altına düşmüş. Bu yaşanmış bir şey değil. Yani bu utanç verici bir şey. Bunu ben demiyorum, onlarca araştırma söylüyor bunu.
Bu ülkede yargıya olan güven yüzde 20'lerin altına düşmüş. Sayın Hâkim, kutsal bir görev yapıyorsunuz. Bu görevle insanların yaşamını, hayatını, en kritik konularına karar veriyorsunuz. Ve düşünün ki, bu kadar kutsal bir görevin toplumdaki algısı, “yüzde 80”in üzerinde yanlış yapıyorsunuz' algısı. Bu herkese acı vermeli. Önce bu sürecin içinde olan yargı mensuplarının canını yakmalı, acıtmalı. Hukukçuların canını yakmalı. On binlerce, yüz binlerce bu sürece hizmet eden kim varsa, meslek mensupları, onların canını acıtmalı.
“BENİM BÜTÜN MAHKEMELERİMDE MAÇ ARASINDA HAKEM DEĞİŞTİRİLİYOR!”
Adalet olmadığı zaman, gerisi bitmiş demektir. Anayasa Mahkemesi kararlarının yerel mahkemelerde uygulanmadığı bir ülkede, yargı mensuplarının kararları esir alınmış demektir. Bir kişinin iki dudağı arasına bakarak; AYM kararları uygulansın, uygulanmasın… Siyasi iradenin hükmüne bakarak; AİHM kararları uygulansın, uygulanmasın… Böyle bir dünya olabilir mi? Böyle bir ülke olabilir mi? Ya da bir başka ülkenin başındaki insan, ‘Ne dersem onu yapıyor’ diye, başımızdaki zihniyetle ilgili ilişkisini tariflemesinden utanç duymayalım mı biz? Bundan mutlu mu olalım? Ne dersem yapıyor! Bu olacak şey değil! Onun için gerçekten ülkemizde yargı mensuplarının çok büyük bir reforma, çok büyük bir değişime ihtiyaçları vardır. Gerçekten yargı mensuplarının esir alındığı bir duruma doğru gidilmektedir.
Duruşma esnasında boğazımın kuruduğunu hissettiği için bana su veren ve insani bir davranış gösteren hâkim, geçtiğimiz haftalarda bir başka mahkemeye gönderildi, bir başka şehre gönderildi. Böyle bir şey olabilir mi? Benim bütün mahkemelerimde maç arasında hakem değiştiriliyor! Devre arasında hakem değiştiriliyor! Gidiyoruz VAR odasına şikâyet etmeye, VAR odası da değiştirildi! Aynı düzen orada da var! Nasıl olacak bu iş? Ne yapacağız biz? Ben baş ederim. Bu düzen değişecek. Bu millet ne yapacak? Bu çektiği acılar, bu ızdıraplara kim hesap verecek? Günü geldiğinde, bu yanlışı yapan herkes çatır çatır adil yargı önünde hesap verecek. Bunu buradan ilan ediyorum.
“YÜZLERCE ODASI OLAN SARAYDA OLSAN NE YAZAR!”
Ben, bu ortamda rapor hazırlayan bir bilirkişiyi ve “herkesin bilirkişisini, her şeyin bilen kişisini” eleştirdiğim için buradayım. Bunu biliyorum ben. Ama şunu söyleyeyim: Gerçeği susturursan, iktidarın ömrü üç gün uzar! Üç gün uzar, beş gün uzar. Biter. Hayat fanidir. Geçecek. Bugünler geçecek. Hızlı geçecek hem de. Ekrem İmamoğlu 12 metrekare hücredeymiş! Hah! Yüzlerce odası olan sarayda olsan ne yazar! Ben, 86 milyon insanın gönlündeki saraydayım. O kadar büyük ki; tarif bile edemem. Adaleti susturursan, devlet çöküşe girer. Adaleti susturursan, gerçeği susturursan, devlet çöküşe girer. Biz bugün, devletin çöküş refleksiyle karşı karşıyayız. Bu cennet vatanın güzel insanları olarak ve vatanını, milletini seven, bayrağını seven yurttaşlar olarak, canını verme pahasına bu mücadelenin en önde koşan neferleri olmaya kararlıyız. Mesele, adalet meselesi. Adalet meselesi nedir biliyor musunuz? Yaşam meselesidir. Hava gibi, su gibi… Var olma meselesidir. Bu cennet vatanı bize emanet eden insanların kurduğu Cumhuriyetin, demokrasiyle taçlanma meselesidir. Daha özgür olma meselesidir. Daha güçlü olma meselesidir. Onun için bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Buradan söylüyorum. Ve her konuyu herkese anlatalım.
“AVRUPA'NIN EN BÜYÜK ADLİYESİNE SIĞMIYORUZ! NEDEN?”
Sayın Hâkim, sürgünde gibi bir mahkemedeyiz. Nereden geldiğinizi biliyorum. Ve Avrupa'nın en büyük adliyesinden buraya geldiniz. Niye buna ihtiyaç duyuluyor? Hangi çağdayız biz? Geriye mi gidiyoruz, ileriye gitmek niyetinde miyiz? Tam gaz geriye gidilir mi yahu? Arabalarda bile vites yapılır, gaz yapılır, gaza basılır ve ileriye gidilir. Biz, geriye gitmeye niyet edebilir miyiz? Böyle bir şey olabilir mi? Avrupa'nın en büyük adliyesine sığmıyoruz! Neden? Çünkü adaleti içinden söküp attılar. Büyük bir zulümle, sıkıntıyla karşı karşıyayız. Beni beş gün nezarette tutup, bir gün de oradaki nezarette aç susuz bekletmeyi kendine marifet gören akılla karşı karşıyayız. Uydurma casusluk meselesinde, 20 saat nezarette tutuluyorum.
Ben, inançlı bir insanım. Yaradan var yukarıda. Allah görüyor yani. Ve bunlar zevk alan bir akılla karşı karşıyayız! Vız gelir tırıs gider! Kimsiniz siz? Kimsiniz; beni orada tutarak aciz duruma düşüreceğinizi mi zannediyorsunuz? Bunu yapanlara söylüyorum. Kimsiniz siz? Gün gelecek; evet adil yargı huzurunda bunu yapan, bu zalimliği, bu işkenceyi insanlara yapanlar çatır çatır hesap verecekler. Daha yakın zamanda verdiler. Yine verecekler.
“86 MİLYON YURTTAŞINDAN KOPAN BİR ZİHNİYET, SARAYLARA BİLE SIĞAMAZ”
Biz, o bugün yapılan bu uygulamaların nereden geldiğini, hangi akıldan gelmediğini çok iyi biliyoruz. Ben, siyasete ilk adım attığım günlerde, haftalarca burada duruşma izledim. Hayatımın önemli bir okuluydu. O gün burada izlediğim duruşmaların şimdi bu muhatabı olmak, demek ki bu hak savunuculuğu bana düşmüş. Ya Rabbi şükür derim. Demek ki böyle kutsal bir görevim var. Sonuna kadar yapacağım. Allah şahit. 86 milyon, kendimi emanet ettiğim insanım da şahit olsun ki çatır çatır, sonuna kadar ben bu savunmayı yapacağım Bu savunmadan da asla vazgeçmeyeceğim. Avrupa’nın en büyük adliyesine sığmıyorsunuz. Dediğim gibi; adaleti içinden söküp attınız. Tıpkı bir zamanlar ‘adalet’ diye kurduğunuz partinin isminden de adaleti yıllar öncesinden söküp attığınız gibi! 86 milyon yurttaşından kopan bir zihniyet, saraylara bile sığamaz.
Orası bile dar gelir. Çünkü milletinden kopan, millete hesap vermekten kaçan bir iktidar, sonunda karanlık odalara, kapalı kapıların ardına hapsolur. Evet, bu işi yapanlar, organize edenlere sesleniyorum: Siz, tam da oradasınız şu anda. Duruşma salonlarına sığmıyorsunuz; çareyi dünyanın en büyük duruşma salonunu yapmakta arıyorsunuz. Vay be! Dünyada teknoloji gelişiyor, teknolojiler neler yaratıyor, neler düşünülüyor, uzay çağı, teknoloji çağı, bilgi çağı, bilim çağı… Bizdeki marifete bak! En büyük duruşma salonu! En büyük saray!
“64 YIL SONRA; AYNI AYIBI, AYNI UTANCI TEKRAR EDİYORSUNUZ”
90’lı yıllarda fırın açmıştım, bir ortağım vardı. Allah rahmet eylesin. Bir şey alırken ‘En büyüğü olsun, en pahalısı olsun’ derdi. Aynı akıl. En iyisi değil, en doğrusu değil; en büyüğü, en pahalısı! Görüyorum ki inşaatı başlamış. Buradan bu kara düzenin sahibi zihniyete söylüyorum: Boynunuza asacağınız o kara leke madalyonu hayırlı uğurlu olsun! Hayırlı uğurlu olsun… Herkese anlatalım. Bu çok önemli. Herkese anlatalım: Ey iktidar, bugünün hükümeti, bugünün iktidarı… Evet, siz. 64 yıl sonra; aynı ayıbı, aynı utancı tekrar ediyorsunuz. Bu zihniyet, 64 yıl sonra bu ülkeye, İstanbul'da, Silivri'de, Yassıada’yı kuruyor! Hayırlı uğurlu olsun. Yassıada’yı kuruluyor! Utanç verici! Tarihe kara bir leke olarak geçtiniz, geçiyorsunuz… Ve bilin ki kurduğunuz karanlık düzen, sizi içine çekip boğacak. TOKİ yapacakmış bu arada. TOKİ'nin kara lekeleri çok. ‘Kanal İstanbul en son kara lekesi olacak’ diye düşünüyordum. Buradan da bir kara leke madalyonunu boynuna astı.
Ona da hayırlı olsun. “Kurum”a yeni bir kara leke daha eklendi! Ve bugün, gücünüz var diye hesap veremeyeceğinizi zannediyorsunuz ama ikinci Yassıada’yı yapanlara sesleniyorum: Bunun da hesabını vereceksiniz. Bilmediğiniz bir şey var: O dev salonlarda, -gün gelecek- adil yargıçların huzurunda, onların karşısına çıkacaksınız tek başınıza, 86 milyon yurttaşın karşısında tek tek hesap vereceksiniz…
“TÜRKİYE'DE ‘ŞEHRİ YAĞMALAYAN’ DİYE BİR İFADE KİME YAKIŞIR”DERSENİZ, ‘HER ŞEYİ BİLEN KİŞİ ZİHNİYETİNE YAKIŞIR’ DİYE HERKES SÖYLER!”
İşte bahsettiğimiz, “o her şeyi bilen kişi zihniyeti” bütün bunların sebebi. “İstanbul'a ihanet ettin” diyen o zihniyet; rantla beslenir, talanla ayakta durur. Yeşil alanları, askeri alanları, sahilleri betona gömer. Kenti yağmalar. Bana, “yüzyılın yolsuzluğu” diye ifadede bulunuyor, ardından “şehri yağmalayan” diyor! Yahu Türkiye'de “’şehri yağmalayan’ diye bir ifade kime yakışır” derseniz, “her şeyi bilen kişi zihniyetine yakışı” diye herkes söyler! “Kanal” dedikçe talanı büyüten, “imar” dedikçe kenti satan, parsel parsel İstanbul'u yok eden zihniyet… Bu millet, sizi sandıkta tarihten silecek. 86 milyon insan, “artık yeter” diyecek.
Ve o gün bu ülke, ilk kez yıllardır çalınan nefesini geri alacak. Derin bir nefes alacak. “Oh be” diyecek, “oh be” diyecek. Ben o “oh be”nin güzel nefes alış sesini, 2019’da hem 31 Mart'ta hem de 23 Haziran'da yaşadım. Sabah bir çıktım, bir nefes sesi var İstanbul'da. Böyle derin bir nefes sesi. Bir ferahlık. Bir huzur. Kimsenin işine karışmayan, kimsenin malına mülküne göz koymayan, kimsenin malı mülkü üzerinden hesap yapmayan, kimsenin işine gücüne ortak olmayan, seçilmiş insanları zengin etmeyen, insanların çoluğuna çocuğuna hizmet üreten, 0-4 yaş çocuğu olan milyonlarca anneye kart verip, ücretsiz ulaşım sağlayan… Yurtlar veren, kreşler veren, 500-600 bin insana üniversite bursu dağıtan; 5-6 kişiye değil… 100’er bin, 200’er bin Euro, 5-6 kişiye vermeden, 500-600 insana üniversite bursu veren… Derin nefes aldıran bir sürecin başlamasını, bu ülke, İstanbul'da yaşadı ve derin nefes aldı. Aynı nefes sesi, “artık yeter” diyecek ve o gün çok yakındır.
“ADALETİN TERAZİSİNİ DEĞİL, SADAKATİN TERAZİSİNİ KULLANIYOR”
Bakın; her şeyi bilen kişi zihniyeti, vasat uygulamalarına nasıl devam ediyor? Hukukun nasıl işleyeceğine, kimin cezalandırılacağına, kimin ödüllendirileceğine, hangi dosyanın hızla raftan indirileceğine, hangisinin sonsuza kadar tozlanacağına nasıl karar veriyor! O her şeyi bilen kişi, yasada yazanı değil, talimatı gönderiyor! Talimatı okuyan, vekalet alan her şeyi bilen kişinin vekili de dosyadaki delili değil, siyasetin nefesini takip ediyor! Milletin de değil, siyasetin nefesini! Emsal kararı değil, iktidarın ihtiyacını esas alıyor. Adaletin terazisini değil, sadakatin terazisini kullanıyor. İşte netice de ne? Toplumun yüzde 20’nin altına kadar düşen bir güveni kaldı! O da ne için güvendiğini bilmeyen, benim garip vatandaşım.
“Her şeyin bilen kişisi”, son yıllarda öyle bir rapor hazırlamış ki raporun her satırı, bu ülkenin adalet tarihinde bir utanç belgesine dönüşüyor. Bu bilen kişinin emriyle, doğru karar veren hakimler sürüldü; hukuka bağlı karanlar cezalandırıldı. İktidarın istediği iddianameyi yazanlar ödüllendirildi; tarafsızlığına güvenilen heyetler dağıtıldı. Bağımsız yargı mensuplarının kaderi, bir gecede değiştirildi. Yazık değil mi? Bu insanların evi var, işi var, çoluğu var, çocuğu var. Yazık değil mi?
“BİRİ GİDER, ÇAAATTT ÇÖKER!”
Benim kimseye karşı ön yargım yok. Hiç kimseye… Ne siz saygıdeğer hâkim, size, ne bir başka yargı mensubuna, kimseye… Her karar zaten onun peşinden gider. Benim işim değil o. Ama yazık değil mi bu insanlara? Yani görevini uygun yapmaya çalıştı diye ya da istenileni yapmadı diye, mahkemeden hâkimlerin sağa sola gönderilmesi… Yani “kör göze parmak sokma” tarifi bile yetersiz kalacak seviyede bunun yapılması ayıp değil mi? Yazık değil mi bu millete? Bu millet sırtını mahkemeye dayar, hâkime dayar, adalete dayar.
Millet, adliyeden korkar hale geldi. Adliyeye girerken ayağı, bacağı titrer hale geldi. İster şikayetçi olsun ister bir şeyi gidip oraya şikâyet etmeye kalksın. Böyle bir şey olamaz yani! Bundan hicap duyulması lazım. “Doğru kararı verirsen gidersin, talimatı uygularsan yükselirsin!” Bu, öylesine sadakate dayalı bir liyakat bakışıdır ki; bir günde çöker! Bir günde, bir anda… Biri gider, çaaattt çöker! Yerle bir olur. Allah kimseye böyle bir liyakat zincirinin halkalarından biri olmayı nasip etmesin. Yüce Yaradan, milletimin her evladına, hak ettiği liyakatle yükselmeyi nasip etsin. Hak ettiği… Hiç kimsenin hakkını, hukukunu yemeden…
“O PIRLANTA ÇOCUKLARA, BİR AN ÖNCE KENDİMİZİ EMANET ETMEMİZ LAZIM”
Bu hakkıyla liyakat meselesini en çok kimden duyuyorum biliyor musunuz? 11,5 yıllık siyaset yaşamımda bu güzel vatanın, bu cennet vatanın, o mini minnacık çocuklarından, gençlerinden duyuyorum. Pırlanta gibiler. Bu ülkenin, bu vatanın kurtuluşu, o “Z kuşağı” dediğimiz, milletin hafife aldığı, pırlanta gibi evlatlar. 15, 10, 13, 17, 18, 20… “Hakkım değilse istemem” diyen… Ben yaşadım, yaşadım… Yüzlercesini… “Hakkımsa bur istiyorum Başkanım.”, “Hakkımsa yurt olsun Başkanım.” Pırlanta gibi. Hakkari'den, Artvin'den, Sinop'tan, Muğla'dan, Hatay'dan, Kastamonu. Çankırı'dan, Sivas'tan… Pırlanta gibi. Bunları zehirlemesine o her şeyi bilen kişinin, asla ve asla fırsat vermeyeceğim. O pırlanta çocuklara, bir an önce kendimizi emanet etmemiz lazım. Onlara düzgün bir ortamı, hep beraber teslim etmemiz lazım.
“BU MEMLEKETİN ÇOK AHLAKLI, NAMUSLU İNSANLARINDAN BİZE AKAN BİLGİLER VAR”
İşte “doğru kararı verirsen gidersin, talimatı uygularsan yükselirsin..!” Geçtiğimiz günlerde yayınlanan HSK kararnamesi, net olarak bunun delilidir Sayın Hâkim. Bu ülkenin adalet tarihine, kara bir leke olarak kazınmıştır. Şimdi bu çürümüş düzenin fotoğrafına bakmak lazım. Bir; İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, kamuoyunda “ahmak davası” olarak bilinen davada, hakkımdaki yargılama sürerken, hâkim görevden alındı. Hâkime, siyasi yasak vermesini sağlayacak şekilde, 2 yıldan fazla hapis cezası verilmesine yönelik baskı yapıldığı, ancak, Samsun'a gönderilen o hâkimin, çevresine, kendisinin bu baskıya uymayacağını açıkladığı, görevden almanın da bu nedenle gerçekleştiğini yaşadık. Öyle değil mi? Şahitlik ettik, değil mi? Evet. Benim çok yakın arkadaşlarım bile kulaklarıyla dinlendi. Ve bu insan, Samsun'a gönderildi. Yerini atanan hâkim ne yaptı? Çatır çatır, hemen, alelacele isteneni yaptı! Onun da niye yaptığını biliyorum bu arada. Biliyorum. Bilirim. Bana Yaradan yardım ediyor. Bir yerden geliyor kulağıma. Bu memleketin çok ahlaklı, namuslu insanlarından bize akan bilgiler var.
DİPLOMA DAVASI: “YAZIK! UTANÇ VERİCİ!”
İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği… İki; 19 Mart'ta, İBB operasyonunda tutuklama talebiyle önüne çıkarılan 8 kişiyi adli kontrolle serbest bırakmasının ardından görevden alınıyor. Bir hâkim, dosyada tutuklamayı gerektirecek somut delil görmediğini, adli kontrolün kamu yararını karşılayacağını, 23 Mart 2025 tarihli kararında açıkça ifade etti; hemen görevimden alındı! Düşünebiliyor musunuz? İBB soruşturmasında tutuklama talebiyle sevk edilenler arasında yalnızca bir hâkim, tek bir hâkim, “Burada tutuklamaya gerek yok” deme cesaretini gösterdiği için derhal görevden alındı! Üç; HSK, diplomamı iptal eden… Yurt dışından yüzlerce kurumdan mektup alıyoruz. “Bunu bize anlatın” diyorlar, “Diploma iptali ne demektir?” Kelimelere dökemiyoruz! Ne akademik olarak dökebiliyoruz ne hukuk olarak dökebiliyoruz.
Anlaşılacak bir şey değil! Yazık! Utanç verici! Pazartesi dava görüldü değil mi? Dava! Yahu sahte evrak yok ki! Sahtecilikle yargılanmıyorum! Şimdi de uzatıldı, gitti yıllara… Süreç çünkü bu. Dava değil, süreç.
“BİR ÜYE HÂKİM, BERAAT YÖNÜNDE OY VERDİ. TAHMİN EDİN BAKALIM NE OLDU?”
Diplomamı iptal eden İstanbul Üniversitesi'ne karşı açtığımız davaya bakan İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nin heyeti dağıtıldı. Neden dağıtıldı? 5. İdare Mahkemesi, dava dilekçesi üzerine verdiği ara kararında, İstanbul Üniversitesi'ne, “Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesi'ne yatay geçiş şartlarını taşımadığının nasıl tespit edildiğini, mevzuata aykırı olan hususun hangi açıdan yokluk ve açık hata hali oluşturduğunu” sorduğu için, heyet dağıtıldı! Yani mahkeme, işini yaptığı için, araştırdığı için, sorguladığı için o heyet dağıtıldı, başka heyet kuruldu.
İdari Mahkeme, yürütmeyi durdurma talebimizi reddetti. Anında, şipşak, bir gecede, bir haftada! Dört; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, hakkımda yürütülen “terörle mücadele eden bir kamu görevlisini hedef gösterme, hakaret ve tehdit” suçlamalarıyla yargılandığım davada, -tahammülsüzlüğe bakın- 16 Temmuz 2025’te karar açıklandı. Mahkeme, oy çokluğuyla hakkımda mahkûmiyet hükmü kurarken, üye hâkim, bu karara muhalif kaldı. Bir üye hâkim, beraat yönünde oy verdi. Tahmin edin bakalım ne oldu? Bu muhalefet şerhinin hemen ardından hâkim, ağır ceza mahkemesi görevinden alındı, başka bir mahkemeye çat diye gönderildi!
“BERAAT KARARI VEREN HÂKİM, MARAŞ'A GÖNDERİLDİ!”
Beş; Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemimde oluşturulan, uydurulan, ihale nedeniyle Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki ceza davasında, 2 Ekim 2024’teki beşinci duruşmada, bilirkişiler ihalenin hukuka uygun olduğu raporunu vermelerine rağmen, yani bugün yargılandığım bilirkişinin sahte sahte raporuna karşı, iki tane Sayıştay denetçilerinin oluşturduğu olumlu rapora rağmen, o tarihten bugüne kadar geçen dört celsede, dosyaya bakan hâkim her seferinde, iddia makamından esas hakkında mütalaasını sunmasını istedi.
Savcı, her celse mazeret sundu. Hatta gelmediği celse bile oldu. Mütalaa sunmamakta direndi. Mütalaayı vermeyi reddetti. Nihayet onuncu celseye gelindiğinde, dosyayı karara bağlamaya çalışan hâkim görevden alındı, Diyarbakır'a gönderildi! Yerine gelen hâkim, 10 günde atanan hâkim, beraat kararı verdi. Beraat kararı veren hâkim, Maraş'a gönderildi! Yani bu karar da cezasız kalmadı! Ankara'da kurultay cezasına bakan hâkim, dosyanın kritik aşamalarında siyasi talimatlara uymadığı için, araştırdığı, sorguladığı için görevden alındı.
“AİLESİNİN YÜZÜNE BAKAMAZ, MİLLETİNİN YÜZÜNE BAKAMAZ, MESLEKTAŞLARININ YÜZÜNE BAKAMAZ!”
Sekiz; diploma davasının görüldüğü, yani bu pazartesi görülen davanın bir önceki davasındaki hâkim… 59. Asliye Ceza Mahkemesi’nin hâkimi, Kahramanmaraş'a atandı. Niye? Dosyasına sahip çıktığı için, her hâkimin sorgulaması gerekenleri sorguladığı için, sorması gerekenleri sorduğu için, özenli davrandığı için Maraş'a gönderildi. Hukuka sahip çıktığı için… Çünkü kimsenin talimatıyla değil, gerçeklerle hareket ettiği için, hukuka sadakat gösteren bir yargıç daha Ekrem İmamoğlu'nun dosyalarında dosyasını tamamlayamadı! Bu, basit bir tesadüf değil. Bu kentrilyonda 1 ya da rakamla ifade edilemeyecek bir tesadüf dahi değil! Milletim bunu duysun. Peki başka neler oluyor bizim dosyalarda? Mesela diploma ceza davasının iddianamesini yazan, bir türlü nokta koyamayıp, virgül virgül sayfalarca yazan, ne olduğunu kendisinin bile bilmediği, en az 8-10 yerde yargı makamını aldattığını geçen duruşmada burada anlattığım şekliyle yazan savcı, Gaziosmanpaşa'ya başsavcı vekili oldu. Bir diploma davasındaki sahte bir iddianame, sahte! Sahte bir iddianameyi yazan kişi, Gaziosmanpaşa'ya başsavcı vekili oldu.
Bu davanın iddianamesini yazan savcı, Beykoz'a başsavcı vekili oldu! İBB iddianamesini yazan, hazırlayan savcılar, Çağlayan Adliyesi'nde başsavcı vekilliğine getirildi! Allah hiç kimseye, bu şekilde bir atama ya da yükselme nasip etmesin! Allah hiç kimseye, yastığa başını koyamayacağı bir işi yaptığından ötürü atanmayı ya da yükselmeyi nasip etmesin! Ailesinin yüzüne bakamaz, milletinin yüzüne bakamaz, meslektaşlarının yüzüne bakamaz! Utanç vericidir! Allah hiç kimseyi böyle bir duruma düşürmesin!
“YARGILAMA HAKKIMI SONUNA KADAR KULLANACAĞIM”
İşte duruşmaları başlamamış davalarda daha yeni heyet oluşturuldu. İBB davasında. İstanbul 40. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, başkanı aynı kalarak, ikinci bir yeni heyet oluşturuldu. Ne hikmetse, İBB iddianamesi hazırlandıktan ve İstanbul 40. Ağır Ceza Mahkemesi'ne dosya düştükten sonra HSK diyor ki, “Başkan iyi ama biz üyelere baktık. Üyeleri hakimleri tanımıyoruz. Buraya yeni bir heyet oluşturalım!” Acaba niye? Neticede yeni heyet atanıyor. Olmamış bir şey bu. Bu ne demek biliyor musunuz? “Bu dosya, bizim istediğimiz şekilde yürüsün. Gerekirse heyeti bile yeniden yazarız” demek. Adalet dediğiniz şey böyle mi sağlanır Allah aşkına? Utanç verici! Utanç verici! Bu mu?
Yargılama bu mu? Bu mu yargılama? Ben, onun için burada yargılıyorum Sayın Hâkim. Ben burada yargılıyorum. Çatır çatır yargılayacağım. Ben savunma yapmıyorum ve yapmayacağım. Yüce Allah huzurunda, ben 86 milyon insanımızın huzurunda, yüce Türk yargısı huzurunda çatır çatır yargılayacağım. Bir vatandaş olarak, yargılama hakkımı sonuna kadar kullanacağım. Bundan tam 4 gün önce, yine bu salonda, Sayın Hâkime aynen şöyle sordum: “Sayın Hâkim, bu davanın hâkimi sizsiniz. Ve siz de bu dosyaya yeni atandınız. Siz bu baskı altında, bu atmosferde, gerçekten bağımsız bir karar verebilecek misiniz?” diye soruyorum. Bu soruyu sormaya devam edeceğim.
“EKREM İMAMOĞLU'NUN DAVALARININ KADERİNDE VARDIR; TALİMATI YAPAN YÜKSELİR, TALİMATI UYGULAMAYAN SÜRÜLÜR!”
Ekrem İmamoğlu'nun davalarının kaderinde vardır; talimatı yapan yükselir, talimatı uygulamayan sürülür! Bu ülkede ödülün, cezanın ne olduğu, bu şekilde tariflenmeye çalışılıyor ama içi boş. Olmaz… Yürümez… Bir günde, bir anda çöker... Hangi şehre giderse gitsin. Mesela buraya atandığını ya da buraya geldiğini, niye geldiğini öğrenen herkes, onun hesabını verir. Ben buradan söyleyeyim. Adalette yargılamayı ben mi etkiliyorum? Hıh! Ben mi etkiliyorum adalette yargılamayı? Ben! Adaleti ben mi bozuyorum? Basının önüne çıkıp, açıklama yapan bir belediye başkanı mı? Yoksa hoşuna gitmeyen hakimleri, savcıları sürerek, yerlerine talimatla karar verenleri yerleştiren zihniyet mi yargıyı etkiliyor?
Ben yargıyı etkiliyorum! Neymiş? Bitmiş, dosyaya konmuş ve aylar sonra, haftalar sonra tespit ettiğim bir yanlışı ifşa etmekten, ben burada yargılanıyorum. Peki bunlar? Bu yargıçları sağa sola… Hepinizin ailesi, hepinizin çoluğu çocuğu var, annesi babası var. Bu zalimliği yapan yargıyı etkilemeyecek, Ekrem İmamoğlu kendisine yapılan yanlışı, hatayı hem de derin hatayı, kötülüğü ifşa etti diye, yargıyı etkileyen kişi olarak burada yargılanacakmış! Hadi oradan! Hadi oradan!
“EKREM İMAMOĞLU, MİLLETİN GÖNLÜNE GİRDİ”
Tabii bu düzen, Gezi davalarında; bu düzen Ergenekon'da, Balyoz'da… O kuyruğunu sıkıştırıp kaçan, sıçan gibi kaçan, o günün yargı mensuplarını hatırlayın. O gün yapılan şeyler, nasıl karşılık buldu; hatırlayın. Bu ülkenin genel kurmay başkanından birçok insanı “terörist” ilan edenler… Hayatını kaybetti insanlar onların yüzünden. Şu anda işkence gören insanlar var. Ailesinden rehin alınan insanlar var hapiste. Çoluğu, çocuğu, ailesi, akrabası rehin alınan… Onların hesabını çatır çatır soracağım. Çatır çatır soracağım. Tek tek soracağım. Yargıymış! Hepsinin hesabını soracağım. Dava açıyorsunuz, yetmiyor. Yetmiyor. O davaya özel yargıç atıyorsunuz.
O da yetmiyor, özel heyet kuruyorsunuz. Bu da yetmiyor; 3 bin kişilik özel duruşma salonu yaptırıyorsunuz! Vay anam vay! İnsanın aklına şu geliyor: Ekrem İmamoğlu'nu yargılamak ne zor işmiş? Zor. Çünkü Ekrem İmamoğlu, milletin gönlüne girdi. Yargılayamayacaksınız. Yargılayamayacaksınız. Benim hesap veremeyeceğim hiçbir şey yok. Ben, Cumhuriyet tarihinde, 6,5 senede 1600 kez soruşturulmuş, denetlenmiş, teftiş görmüş, didik didik edilmiş, doğum belgemden bugüne kadar mikroskopla bakılmış bir kişiyim. Zalimliğin her şeyini yaşıyorum. Tarihte olmadığı kadar. Zalimliğin her anını bana yaşatıyorlar. Ailemle, çevremle, çalışma arkadaşlarımla, onların aileleriyle…
Vız gelir tırıs gider. Vız gelir tırıs gider… “Kişi, kendinden bilir işi” misali… Neymiş efendim; ben Beylikdüzü'nde kafaya koymuşum: Büyükşehir Belediye Başkanı olacağım. Hatta kafayı koymuşum: Cumhurbaşkanı olacağım! Niye? Cumhurbaşkanı olunca çok zenginleşecekmişim ben! Kişi, işi kendinden bir misali bir benzetme yapılmış yani! Anlamış değilim! Allah akıl versin. Allah akıl versin. Gerçekten. En çok en çok birçok toplumda, “Allah akıl versin” duasını ediyorum. Yaradan’a sığınıyorum.
HAKİM İLE ‘180 DERECE’ DİYALOGU
- Hâkim: Savunmanızı makama yönelik yapın. Karşıdakiler de tepki gösteriyor. Duruşma düzenini bozuyorsunuz.
Ben savunmamı, tek makama yapmıyorum zaten. Makama karşı yapıyorum Sayın Hâkimim? Sayın Hâkim, burada insanlar var, müdafiler var, savcı var… Öyle bir şey diyemezsiniz bana.
- Hâkim: Arkanızı dönüyorsunuz ama makamımıza.
Hayır. (180 derece arkasını dönerek.) Göstereyim. Hiç şöyle yapmadım size. Tamam mı Sayın Hâkimim. Hiç öyle bir şey yapmadım size. Onun için lütfen bu yanlış uyarınıza karşı teessüf ediyorum. Çünkü yanlış buluyorum. Evet; Ekrem İmamoğlu'nu yargılamak zahmetli iş. Buradan Adalet Bakanlığı’na, Hakimler Savcılar Kurulu’na, Meclis’te hakkımda konuşan iktidar partisi yöneticilerine ve iktidarın tüm ortaklarına sesleniyorum: Adımın geçtiği her davada hâkim neden değiştirildi? Neden iddianameyi yazanlar ödüllendirildi? Neden özel yargıçlar atandı, özel heyetler kuruldu? Hepsini tek tek anlattım, tek tek ortaya koydum. Tesadüf değil. Bu, adımın geçtiği her davayı baştan sona dizayn etme çabasıdır. Az önce sıraladığım isimlere soruyorum: Bu atamaların, bu değişikliklerin, bu müdahalelerin gerekçesi nedir? Açıklamak zorundasınız. Ben, sizden kaçmıyorum. Siz de çıkın açıkça konuşun. Bunlar niçin yapılıyor? Öyle Meclis’in kürsüsünden, başka kürsülerden masumiyet karinesini yerle bir ederek, devletin en tepedeki kürsüsünden “yüzyılın yolsuzluğu” denir mi? İnsanların aileleri var, insanların yuvaları var, çoluğu var, çocuğu var… Yargıyı temsil eden bir kişi, böyle bir lafı kullanabilir mi? İddianameye böyle bir şey yazılabilir mi? Nerede görülmüş? Bu ne hukuka ne ahlaka ne vicdana sığmaz. Kimseye bu yapılamaz. Ön yargı dediğin şey, bu toplum içinde, insanlık içinde en büyük düşmandır. Bu düşmanlığı kalbinde, aklında, vicdanında saklayan akıl nasıl bir akıldır? Onun için bunun cevabını vermek zorundasınız. Kamuoyuna bunun cevabını verin.
“ÇAĞRIMI YAPIYORUM”
Çağrımı yapıyorum: Hâkimler Savcılar Kurulu’na, Adalet Bakanlığı’na, Meclis’te hakkımda konuşan iktidar partisinin yöneticilerine bu çağrımı yapıyorum. Bunun neden yapıldığını anlatın. Bunun cevabını verin. Ben buradayım. Bu atamalar neden? Hangi saikle yapılıyor? Tüm bu atmosferin içinde, bu baskılara rağmen, bu ülkede hâlâ hukuka uygun karar vermek için direnen, vicdanıyla hükmeden binlerce hâkim olduğuna yürekten inanıyorum. Onlar yargının onurudur. Bugün bu tabloyu değiştirecek olan da yine onların duruşudur. Bu millet, bu toplum adil yargılama uygulamalarını yapan hiçbir hâkimi unutmayacak. O bir avuç muhterisin izi takip edilecek. Günü geldiğinde adil yargı hesabını soracak; ama adil yargılama yapan insanlar da tek tek takip edilecek, o insanların o adil duruşlarının mükâfatını milletimizden, aynı zamanda çok yakında kurulacak olan bağımsız yargı düzeninden elbette alacaklardır. Onların o pırlanta gibi mesleki onurları onlarla hayat boyu devam edecektir. İyi ki varlar. Allah onları korusun. Allah onların sayısını arttırsın.
“BARIŞ NEDİR BİLİYOR MUSUNUZ?”
Bu tablo, bir ülkenin adalet mekanizmasının değil, bir tasfiye-ödüllendirme hattına dönüşmüş çürük bir düzenin resmidir. Bu ülkede savcı, yazdığı iddianamenin karşılığında terfi alıyorsa, o ülkede adalet idare tarafından yönlendirilir. 19 Mart’tan beri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin terör dosyası, “kent uzlaşısı” başlayamadı bile; biliyorsunuz değil mi? “Batıdaki illerde kazanamayacağını anlayan CHP, ‘Kürtlerle iş birliği yapmış, bazı Kürtleri listesine almış’ diye” hazırlanan o safsata, iddianame değildir. Hâlen iddianameye başlanamadı bile. Ve bu ülkede barışı konuşuyoruz. Barış nedir biliyor musunuz? Barış Türkiye’dir. Türkiye nedir? Türkiye benim için bir insan gibidir biliyor musunuz? Ruh ve beden gibidir. Ruhla bedenin birleşmesi gibidir. Barış budur. Ruh ve beden nedir biliyor musunuz? Türk-Kürt’tür, Alevi-Sünni’dir. Bir bedendir; uzuvlarıyla birlikte, her türlü unsuruyla, her inancıyla, her etnik kökeniyle… Âşık Veysel’in dediği gibi “insanlık meselesidir.” İkilikten ayrı kalmak, ayrı durmaktır. İkilik yaratanlardan Allah bu milleti korusun. Onun için hâlâ kent uzlaşından, terör dosyasından içeride tutulan insanlar var. Hâlâ tek bir satır yazılmadı.
“ÖYLE KUMPASLAR, ÖYLE ALÇAKÇA İŞLER YAPMIŞLAR Kİ…”
Aynı durum alçakça tasarlanan casusluk soruşturması… Bir fotoğraf! Olacak iş değil. Otoriter rejimlerin aklını tamamlayacaklar ya. Dünyadan örneklerine bakmışlar herhalde; bir şey eksik: Yolsuzluk, terör, casusluk… Öyle kumpaslar, öyle alçakça işler yapmışlar ki, bunların her birini tek tek anlatacağım. Günü gelecek, tek tek anlatacağım. Uydurma “azmettirme” meselelerini tek tek anlatacağım. Günü geldiğinde bunları öyle güzel anlatacağım ki; bu millet neyle karşı karşıya olduğunu, masum insanların nasıl zulümle, zalimlikle hapiste tutulduğunu, ailelerine işkence çektirildiğini bilerek… “Beyanla içeride kimseyi tutmazlarmış, hemen bırakırlarmış…” Hadi oradan! Talimatın esiri sizlersiniz. İçerideki insanların yüzde sekseni, doksanı şu anda beyanla, hem de gizli tanık beyanıyla içeride.
“AVUKATIM MEHMET PEHLİVAN’I, İYİ AVUKATLIK YAPTIĞI İÇİN TUTUKLADILAR”
Avukatım Mehmet Pehlivan’ı, iyi avukatlık yaptığı için tutukladılar. Düşünün, bu ülkenin bütün avukatları adına tehdittir. Bütün avukatlar, bütün barolar… Buradan sesleniyorum size: Hepiniz için tehdittir. Bu salonun sesini duyun. Ağrı’dan Hakkâri’ye, Diyarbakır’dan Trabzon’a, Samsun’dan Hatay’a, Ankara’dan Edirne’ye, Tekirdağ’a bütün şehirlerimize… Mesleğinizi tehlike altına iten bir bakış açısıdır bu. Benim avukatımı hiçbir sebep olmadan en sert koşullarda cezaevinde tutmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu durum sadece benim adıma değil, hukuk adına, avukatlık mesleği adına vahim bir durumdur. Bugün iyi savundu diye tutuklanan bir avukat varsa yarın bir başkasını, ertesi gün bir başkasını “fazla iyi savunduğu için” tutuklayabilirler. Bu, savunma hakkının kesinlikle köküne kibrit suyu dökmektir. Kınıyorum; benim avukatımı alarak, beni savunmamı eksiltme çabasında bulunan bir akılla karşı karşıyayız. Bu tabloda hâlâ çıkıp bana “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ettiniz” diyebiliyorlar. Çok gülünç. Oysa adil yargılamayı kim etkiliyor? Ben mi etkiliyorum? Ben bu soruyu size sormuyorum, tarihe soruyorum. Suçluyorum ve yargılıyorum.
“ÖNÜNÜZE KONAN DOSYA, İŞTE BÖYLE BİR DÖNEMİN UCUBE BİR İDDİANAMESİYLE DOLU BİR DOSYADIR”
Sayın Hâkim, bütün bu anlattıklarımın özünde tek bir hakikat vardır: Bu ülkenin insanı yıllardır adalet arıyor. Adalet çöktüğünde sadece mahkemeler değil; siyaset, ekonomi, toplumun huzuru, insanların geleceğe güveni de çöküyor. Çocuklar, gençler yüzleri asık bir şekilde hayatlarını geçiriyorlar. Hatta bu ülkeden umutlarını kesip yurt dışına kaçmak için fırsat kolluyorlar. Bugün önünüze konan dosya, işte böyle bir dönemin ucube bir iddianamesiyle dolu bir dosyadır. Hiçbir şey ifade etmiyor. Hakkımda ardı ardına üretilen suçlamalar, masa başında yazılan iddianameler, kurgulanmış bilirkişi raporları, avukatımın tutuklanması, ifade özgürlüğümün hedef alınması, gençlerin susturulması ve tüm bunlarla aynı anda yaşanan ekonomik çöküş… İşte bütüncül baktığınızda temeli buraya dayanıyor. Bunlar tekil olaylar değildir. Bunlar ülkeyi korkuyla yönetmek isteyen zihniyetin parçalarıdır. “Her şeyi bilen kişi” zihniyeti… Allah bu memleketi de bütün kurumları da “her şeyi ben bilirim” diyenlerden korusun. Bu dava benimle sınırlı değil. Türkiye’nin nasıl bir geleceğe sürükleneceğiyle de ilgilidir. Ben bugün burada hep ifade ediyorum: Kendimi savunmak için değil, bu ülkenin hukukunun nasıl kuşatma altında olduğunu kayıtlara geçirmek için konuşuyorum. Onun için benim ifadelerim bir savunma değildir; bir yargılamadır. Bir gelecek tahayyülüne dönüp tehditleri sıralamak ve o tehditleri ortadan kaldırmak adına bir mücadele azmini ve kararlılığını ortaya koyma ifadeleridir.
“İBB İDDİANAMESİNDE DE GÖRDÜK”
Türkiye yol ayrımındadır. Bir tarafta hukuk, demokrasi, liyakat; diğer tarafta talimat… Talimatla çalışan kurumlar. Siyasi sadakat ve siyasi sadakat üzerinden işleyen bir düzen. Korkuyla ayakta kalmaya çalışan bir iktidar; zamanı geçmiş, yaşı dolmuş, enerjisi bitmiş, yorgun, bitkin bir iktidarın tehdidiyle karşı karşıyayız. Bu anlayış, uydurdukları dosyalarla yol almaya çalışıyor. Bir yandan beni hedef alarak siyaset sahnesini temizlemeye, diğer yandan da ülkeye gözdağı vererek toplumu sindirmeye çalışıyor. İBB iddianamesinde de gördük: Hukuk yok, kötü niyet çok. Dosya mahkemeye geldi ama hâlâ tensip zaptı yok. Dosya kendi iddianamesini bile taşıyamıyor. Hukukta asıl olan tutuksuz yargılamadır. Dokuz ay bitti ve büyük çoğunlukla bu mahkemeler tutuksuz yargılama düzenini kurmadıkça adil yargılama hakkını topluma yaşattığını hissettiremez. Sizler görevinizi daha iyi yapabilmeniz için derhal, hızlı bir biçimde tutuksuz yargılama düzenine geçilmesi şarttır.
“YARGILAMALARI CANLI YAYINLAYIN, MİLLET İZLESİN”
Tutuklu yargılama kasıtlı yapılan ve haddini aşan bir işlemdir. Yazıktır bu insanlara… Ailelerine, çoluğuna, çocuğuna… Yazıktır, günahtır. Kaçma şüphesi yok, delil karartma yok ve bu masum insanlar tutuklu. Çünkü mesele hukuk değil. Adalet hiç değil. Onun için lütfen bu hatadan acilen dönün. Bu millet için dönün. Tutuksuz yargılama şarttır. Yargılamaları canlı yayınlayın, millet izlesin. Millet kim haklı, kim hukuku eğip büküyor, neler yapılmış, hangi kumpaslar kurulmuş, hangi kan donduran işlemler yapılmış görsün. İşte ben bunları eleştirdiğim için, milletimizin ve devletimizin hakkını savunduğum için buradayım. Yüce Yaradan’ın emri olan adalete sahip çıktığım için buradayım. Vazifemi yaptığım için buradayım. İstanbul’u iyi yönettiğimiz için buradayım. Talana izin vermediğimiz için buradayım. İstanbul’u yağmalamalarının önünü kestiğim için buradayım. Bakın, bizi silkelemeye kalktılar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi… Ne oldu? Çatır çatır açılışlarımıza devam ediyoruz. Burslarımızı veriyoruz, milletimize hizmet etmeye devam ediyoruz. Devlet mekanizmaları bile doğru dürüst açılış yapamazken biz her hafta açılışlar yapıyoruz. Yurt açıyoruz, insanlarımıza kreş yapıyoruz, ulaşımla ilgili desteklerimizi sunuyoruz. Bunun yanı sıra bu yıl 65 milyar lira SGK ve vergi ödeyen bir kurum olmamıza rağmen, neredeyse sıfır borç seviyesine ulaşmamıza rağmen, bir de üstüne günü geldiğinde 650 milyon doları yurt dışına, merkezi idarenin ertelediği gibi değil; çatır çatır ödeyen bir kurumuz aynı zamanda.
“ANADOLU İRFANINA, TARİHİN AĞIR TERAZİSİNE BAKARAK YÜRÜYORUM”
Yani hem mali disiplini olan hem milletine hizmette eksiklik yapmayan hem icraatçı… Yani hem halkçı, hem inşaatçı olmaya devam ediyoruz. Niye biliyor musunuz? “Her şeyi bilen kişi” olmadığım için. Her işin başına işini bilen kişileri getirdiğimiz için, liyakatli insanlarla çalıştığımız için… Geçmişte de bugün de öyle. Onun için o liyakat zincirleri üzerinden her insanımız işini yapıyor. “Ekrem’in talimatıyla” eğip bükmüyor. Ortak akılla devletine, milletine kamu hizmeti sunuyor. Halk burada. Türkiye bu anlamda gerçekten büyük bir eşiktedir. Ben en çok vazifeme dair beklediğim mükâfatın milletimizin duası olduğunu her yerde söyledim. Hiç kimseyle oy hesabı yapmadık. Milletten oy isterken bile “duanızı istiyorum” diyerek hareket etmiş bir insanım ben. Bilinsin ki; 86 milyon değil, milletin 100 yıllık devlet aklına ve bu toprakların adalet geleneğine, Anadolu irfanına, tarihin ağır terazisine bakarak yürüyorum. En büyük güvencemiz budur.
“KUMPAS KURANLAR KAYBEDECEK, HAKLI OLANLAR KAZANACAK”
Kişiler gelir geçer. Bu da geçecek, az kaldı. Onun için hiçbir kumpas gizlenemez, hiçbir pusu örtülemez, hiçbir yalan ayakta kalamaz. Günü geldiğinde bu topraklarda adalet yeniden filizlenecek. O gün geldiğinde kumpas kuranlar kaybedecek. Haklı olanlar kazanacak. Ama esas olan 86 milyon insanımız kazanacak. Ben buradayım, milletimiz burada. Mücadelemiz adalet mücadelesidir. Bunu kimse engelleyemeyecek. Bahsi geçen bu bilirkişi dosyası uydurmadır, safsatadır. Adaletin yerini bulmasını elbette istiyoruz. Derhâl bu işin bitmesi gereklidir. Hukukçu değilim. Ben gönlümden kopanı söylemekte mecburum. Şimdi beraat verilerek, böylesi davaların kötü niyetli insanlara bile zarar verdiğini, böylesi davaların Türkiye’yi yorduğunu ifade ediyorum. Önümüzde var; çirkin davası, şu davası, bu davası… Yazıktır, günahtır. Allah milletimizi korusun. Hukuksuzların ve hukuksuzluk yapanların gazabından korusun. Onların günü az kaldı. Gidiyorlar. Milletimizin aklı, ortak aklı geliyor.