İşte O röportaj : 

Hocam İlk olarak sizi sizden tanımak isteriz Bize biraz kendinizden bahseder misiniz ?

Ben 1974 Yılında Pertevniyal Lisesini bitirdim. Tamamen şansa İngiliz Dili ve Edebiyatı kazandım. Tabii İngilizce bilmeden böyle bir okulu bitirmek imkânsızdı. Bir süre burada vakit kaybettikten sonra tekrar sınavlara girdim ve sonrasında Marmara Basın Yayın Okulundan mezun oldum. Bir dönem gazetecilik yaptım ama aradığımı bulamadım. Çeşitli firmalarda çalıştım. Daha sonra 1994 yılında borsada batınca rahmetli annem beni çağırdı ve bana ne yapmak istediğimi sordu ben de bilmediğimi söyledim bana İngilizceyi hallet dedi. İki sene evde oturup İngilizce çalıştım. Kardeşim ise gramer dersleri veriyordu. İngilizce kelime ezberleme ve hafıza geliştirme diye bir ders koyduk. Üç sene ders yaptık daha sonra ben çeşitli nedenlerle ayrıldım. Daha sonra ben Kurgusal sözlüğün ilk cildini yazdım. Sonra alfa yayınlarının yayın koordinatörü beni çağırdı. Yanında Vedat Bayrak vardı ve daha sonra bana Şinasi roman yazar mısınız? Dediler. Bunu sıradan biri söyleseydi çok ilgilenmezdim ama burada böyle bir şey söylenince ben de kurgusal kartlar ve ikinci cildini yazdım. Bir gün kırk yıllık dostum Doğan Hızlan'ın yanına gittim. Onu. Eleği Duvardan İndirelim adlı bir deneme kitabı vardı. O deneme kitabına dilerim bir gün senin de kitaplarında buluşuruz yazdı. Eve geldim annem okudu oğlum bak ne yazmış dedi. Annem bak bana sen roman yaz beni de roman karakteri yapsın diyor dedi. Sonra çalışmalarımı çok hızlandırdım ve Bir Günde yazar oldum adlı kitabım çıkmış oldu.

Bir programda Hayatın getirdiği rastlantılar ile yazar olduğunuzu söylediniz bunu bizlere biraz açar mısınız? Ve yazmaya nasıl başladınız? Ne zamandan beri yazıyorsunuz?

Şimdi benim Yazarlığım Kurgusal sözlüğün ilk cildiyle başladı. Beylerbey’i civarındaki evimizde çok ciddi çalışmaya başladım. Anneme ne yapacağımı açıkladım. Annem bana hep destek oldu. Sağ olsun yazar olmamda en büyük etken annemdir. Annem her zaman beni çok teşvik etti. Annem beni çelik zırh gibi her zaman korudu. Yani özetle benim yazarlık serüvenim Kurgusal Sözlük ile başladı diyebiliriz.

Bir Günde Yazar Oldum kitabınızda kendinden soyutlamış karakterler yerine sizi ve çevrenizi yansıtan karakterleri ele aldığınızı görmekteyiz. Yani eserinizin sizi yansıtması hoşunuza gidiyor diyebilir miyiz? Ve ilerde tekrar bir roman kaleme alırsanız bu şekilde mi kaleme alırsınız?

Evet çok doğru. Benim hoşuma gidiyor. Çünkü ben çok ilginç bir hayat yaşadım. Bir kere ben çok radikal bir karar aldım. Son 25 senedir ben evde oturup çalışıyorum. Niye böyle yapıyorum? Meşhur bir şey var seksen altı bin dört yüz, bu herkese verilir 24 saat içinde bunu kullanmanız gerekir ve bu zamandır. Ben o zamanı şu bulunduğumuz evde çok yoğun çalıştım. 25 senede ben toplam elli bin saat çalıştım. Bu sürede normalde bir kişi bir alanda uzman olur. Bu beş sene sürer. Benim artık kaç dalda uzmanlığım var bilemiyorum. Yaşar Kemal’i o açıdan beğeniyorum. Bütün karakterleri hep gerçektir. Ne kadar roman formatına uygun olsa da kurgulanmış karakterler sırıtır. O açıdan ben yaşayan insanlardan seçtim. Doğan Hızlan benim yaşayan karakterimdir. Harvard Üniversitesi geçen sene onun onuruna 600-700 sayfa kitap çıkardı. Benim kitabımda bu isim geçiyor. Herkesin anlayacağı dilde olması da çok önemli benim kitaplarımın on beş yaşında da seksen yaşında da okuyucu var. Bir roman genele hitap etmeli bu çok önemli. Yoksa uçuk kaçık eserler yazıp sonradan ortadan kaybolmanın bir anlamı yok kalıcı olmak gerek.

Bir Günde Yazar Oldum adlı kitabınızdan yola çıkarak annenizi ve romanda Şahin Yavaş karakteri ile biz okuyucuların karşısına çıkan Doğan Hızlan’ı aslında ben yaşamınızın esin kaynağı olarak gördüm. Bu doğru mu, hayatınızda bir esin kaynağı var mı varsa kimler?

Olmaz mı? Düşünün ben o zaman 23 yaşında falandım Doğan Hızlan’ı tanıdığım zaman. İlk tanıştığımız zaman ben onun taklidini yaptım. O da şöyleydi: Edip Cansever Türk Dil Kurumu şiir ödülünü almıştı. Cansever, Murat Belge, Doğan Hızlan bir panel yapıyorlardı. Programın ismi ise ‘’Şiirin Türk Toplumuna Etkisi, Türk Toplumunun Şiire Etkisi’’ adlı bir programdı. Bu program baya üst düzey bir programdı. Çok dikkatli dinlemek lazım, çok kültürlü olmak lazım. Doğan Hızlan Programı bitirirken ‘’ Belki çok şey anladınız belki hiçbir şey anlamadınız ama program burada sona erdi.’’ dedi ben onun taklidini yaptım. Doğan Hızlan derya deniz bir insan ve bana esin kaynağı oldu diyebilirim. Doğan Hızlan’ı idol olarak almam gayet normal. Annem bizi hep yönlendirdi. Bizi hep teşvik ederdi. Biz ders çalışırken bize hiç misafir gelmezdi. Annem biz rahat çalışalım diye çağırmazdı. Annem son zamanlarında bile benden pişman olmadığını söyledi. Üzerimde çok emeği var. Ben roman işine girdiğimde annem odaya girer ve yeter artık bırak çıldıracaksın derdi. Annem o yıllar boyu hep endişelendi. Her şeyimi anneme borçluyum.

Kitabınızda ‘’ Zaten insan herhangi bir konuda ben bunu artık öğrendim derse o andan itibaren gerilemeye başlar. İnsan kendisini sürekli yenilerse geliştirebilir. Bu da öğrenciliğin bir ömür boyu sürmesini gerektirir’’ şeklinde çok doğru bir cümleye rastladım. Peki biz bu doğrultuda sizlere sorsak siz kendinize ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Ya da kendinizi ‘yazar’ olarak tanımlıyor musunuz?

Sanatta edebiyatta böyle ben oldum derseniz orada kalırsınız ben size, ilginç örnek veriyim: Ben yaklaşık yüz bin saattir batı müziği dinliyorum. Hayatı boyunca 402 plaka kaydı yapmış, şimdi normal bir insan 402 tane plak kaydı dinleyemez , Batı müziği için diyorum. Ve plak satışları 200 milyonu aşmış klasik batı müziği olarak ve pek çok rock grubunu etkilemiş bir adam karşımıza çıkıyor bu adamın ismi Herbert von Karajan. Bu adam tüm partisyonları ezbere biliyordu niçin çünkü partisyonları ezberledi eğer zaman zaman orkestra elemanları ile göz teması kurarsa ve onu kaybetmemek için yorumu tam verebilmek için bütün parçaları ezberlemişti. Ve bu kişinin bir özelliği daha var, açık okyanuslarda yelkenli kullanacak kadar denizcilik biliyor ve pilotlar kadar iyi uçak kullanıyor.1949 yılında bir pilotun, Roma'ya inerken İran’da davet alması üzerine uçağı indirirken uçağa sektirerek indiriyor ve bu Karajan çok sinirleniyor herkes kendi işini yapsın diyor gidip kendi diploma alıyor ve ondan sonra ölene kadar hep kendi uçağını kendi kullanıyor. Onun bir sözü var ben bu sözü çok severim. Bugüne kadar tüm hayatım öğrenmekle geçti. Ben kimim ki, onun yanında daha ben işin başındayım bunun sonu yok, yani öğrenmenin sonu yok, ne kadar ne kadar çok şey öğrenirseniz o kadar rahat edersiniz. Bilgi güçtür. Bu konu her şeyde geçerli. Bak geldiniz benim evime bekar evi değil mi? Ama ne kadar temiz. İnsanın kendisine saygısı olması gerekiyor. Adam dünyaya geliyor ama hiçbir şey bırakmıyor. Ben daha işin başındayım ve böyle bir şey demeye hakkım yok.

Sizlerin Kelime Ezberleten 12 Tekrarlı Kurgusal Sözlük İngilizce Türkçe ve İngilizce Kurgusal Kartlar adlı kitaplarınızın yanında tek roman olarak Bir Günde Yazar Oldum adlı kitabı var. Bu romanın yazımı diğer kitaplarınızdan farklı oldu mu? Bu romanınızın ortaya çıkması ne kadar sürdü ve bu süreçte neler yaşadınız?

Vayy. Ya öyle bir soru sordun ki Senacım. Gerçekten çok güzel bir soru. 2002 yılında beni çağırdılar. Aradan çok uzun süre geçmiş bak görüyorsunuz. Benim biraz kafam karıştı ama rahmetli anneciğim bana oğlum sen yazarsın sen her şeyi yazarsın roman da yazarsın dedi hatta şöyle bir şey oldu. Bir Günde Yazar Oldum kitabının adı nerden geldi dersek, Kurgusal Sözlük, Kitabımın ilk yayımlanacağı zaman çok heyecanlıydım kitabın yayınlanmasını bekliyorduk. Fakat ben 19 gündür uyumuyordum.Çünkü benim başka şansım yoktu. Niye çünkü ben yazar olmalıydım kimse bana emir vermemeliydi çünkü ben özgürlüğe aşık bir insanım. Tek komutan ben olmalıyım fakat onun içinde çok çalışmalıyım çünkü özgürlüğü hak etmem için bu şart. Şimdi tabi ben bu sıra çok heyecanlıyım 19 gün oldu ben uyumadan uykusuz bir şekilde bekliyorum. En sonunda Alfa yayınlarından bana bir telefon geldi ve Kurgusal Sözlüğün ilk cildi yarın piyasaya verilecek dediler. Annem sonra bana döndü dedi ki "Oğlum bak bir günde yazar oldun." kitabın adı da bir nevi buradan da geldi diyebiliriz. Şimdi gelelim romanın yazımına. Ben 300 roman okuduktan sonra bu romanı yazmaya başladım ve inanılmaz zor bir süreçte gerçekten artık kafayı yemek üzereydim. Annem artık bırak oğlum diye odadan bana bağırırdı, çıldıracaksın artık derdi. Ben normal insanlar gibi düşünmem benim beynim farklı çalışır. Yani mesela şöyle bir örnek vereyim, ben bir fuara gittiğim zaman bana sorulacak soruları biliyorum ve ona göre beynim farklı alternatif cevaplar bulup bu şekilde cevaplandır. Çünkü ben her gün antrenman yapıyorum. Bu açıdan ben çok hazırlıklıyım ama romanı yazmak beni mahvetti diyebilirim fakat şöyle bir şey var bu çok zor bir iş olan roman yazma konusunda ben yakın dostum Kürşat Başar'a sordum. Antalya fuarındaydık.Ve ona ben çok zorlandığımı söyleyince oda bana "Ya abi sen ne diyorsun ya 25. romanını yazsan da çok zorlanırsın." dedi ve ben de hakikaten çok zorlandım. Ama kolay işler beni kesmiyor. İlla zor olacak perişan olacağım ve tüm var gücümle çalışacağım. Kitap gerçekten aslında etle kanla yazılır ve bu böyle olmalıdır. Bizim tüketici kitlemiz okur ve nitelikli bir okul ilk sayfadan romanın ilk cümlelerini okur ve romanın akıcı olup olmadığını anında anlar. Ben fuarlarda genelde ilk sayfamı okutup pek çok kitap sattım. Okuyuculara okuyun akıcı değilse almayın dedim. Üç satır okuyor hocam imzalar mısınız? diyorlar bana. Gerçekten roman yazmak çok zor bir şey hele böyle yaşanmış bir olaydan yola çıkıp romanı yazmak çok daha zor. Yani roman yazmak diyeceğim çok zor bir iş ama çok da güzel bir iş.

Romanınızda sık sık müzik, sanat, edebiyat karşımıza çıkıyor. Kitabınızdan da anlaşıldığı gibi müzik ve sanat sizin için farklı bir yerde. Sizin için müzik, sanat, edebiyat ne ifade ediyor ve bunların siz de yeri nedir?

Şimdi sanat şöyle bir şey sanat mükemmel bir şey sanatın olmadığı yerde sorunlar çıkmaya başlıyor ben şöyle düşünüyorum. Benim için müzik oksijen almak gibi ben müzik dinlemediğim anda çok rahatsız oluyorum. Bende ki yeri nedir? Ben kendime diyordum ki müzik bilgimi nerede kullanabilirim diyordum ve Kurgusal Sözlük adlı kitabı yazarken bile bu bilgimi kullandım. Benim kulağım çok aşırı hassastır. Ben mesela Beşinci Senfoni çalarken arkada hangi müzisyen olduğunu hemen anlarım. Ben belki Beşinci Senfoni'yi yaklaşık 500 600 kez dinlemişimdir ve yaklaşık bir eserin 80 dakika olduğunu düşünürsek baya zaman gerektiren bir şey. Ben şimdi sizlere şöyle bir örnek vereyim, ben mezun oldum ve mezun olduktan sonra Fındıklı Ortaokuluna gittim. Oranın müdürüyle konuşuyoruz kitaplarımı tanıttım sipariş aldım. Sonra beni odasına çağıran bölüm başkanı bana bu kitabı nasıl yazdığımı sordu. Ben ise ona Trt3'ü açıyorum sözlük elimde bana ilham geliyor ve o zaman ben yazıyorum dedim. Kendisi de bana öyle yapacağını söyledi ben de iyi tamam yapın dedim.10 gün sonra ben tekrar gittim Bölüm başkanıyla beraber odada oturuyoruz ve bana dedi ki "Ben sizin dediklerinizin aynısını yaptım fakat hiçbir şey olmadı." ben de dedim ki hocam hayatınız boyunca kaç saattir batı musikisi dinliyorsunuz? Bana 80 veya 100 saat dedi ben ise seksen bin yüz bin saat dinliyorum dedim. Şimdi ikimizin durumu hiç aynı olur mu? Müzik benim için vazgeçilmez bir tutkudur. Bu sadece batıdan değil hem batı hem doğu benim için çok değerlidir. Doğuda çok önemli deryalar var. Sanat mükemmel, müthiş bir şey insanı yaratıcı gücünü ortaya çıkaran bir şey. Bunu şey gibi düşünün bir uçak düşünün eğer uçuş programı yoksa pilot aşırı hızdan dolayı uçağı tutamaz işte o program sayesinde pilot uçuşunu ayarlayabiliyor. Müzik benim için böyle müzik yoksa ben yokum yani müzik benim için her şey diyebiliyorum.

Kitabınızda kendine özgün karakterler ve İstanbul’un çeşitli semtleri ile okuyucu adeta yetmişleri yılların İstanbul’una götürüyorsunuz. Fakat biliyoruz ki yetmişli yıllar İstanbul’u ile şu an ki İstanbul arasında çok büyük farklar var. Sizler bunun için nelerin değiştiğini nelerin farklılaştığını düşünüyorsunuz?

Kitabı gerçekten çok güzel okumuşsun. Şimdi ben şöyle söyleyeyim çok şey değişti dediğin gibi. Roma'da olsa Viyana'da olsa tarihi eserlere bırakın abuk sabuk restorasyonları çivi bile çaktırmazlar. Her yer avm olmuş yıkılıyor yani. Bu şehrimize yapabileceğimiz en büyük kötülük. Ben gerçekten çok üzülüyorum bizim zamanlarımızda hiç olmazsa yeşil alanlar yeşilliklerimiz vardı. Şimdi o hiç kalmadı. Bir anımı anlatıyım Ben Fındıklı Ortaokulu kaydoldum. Okulun konumu çok güzel bir yerdeydi, ikinci sınıfa geldiğimde ben anneme burada okumayacağımı söylediğimde annem bana her zaman tolerans göstermiştir. Annem okula bir gün giyindi geldi annemin geldiğini gören hademe de annemle beraber geldi beni çağırdılar. Müdürümüz felaket otoriter bir adamdı. Adı Ali Oğuz. Sonra müdürle beraber 2-A sınıfına girdik bana burayı beğendin mi? dedi ben hayır beğenmedim dedim neden diye sorunca duvara baktığını söyledim. Sonra ikinci sınıf üçüncü sınıf dördüncü sınıf derken beş altı sınıf gezdik en son 2-D sınıfa geldik ve orayı bana açtı. Müdür bana burası nasıl diye sorunca ben harika muazzam dedim ve bana nerede oturmak istediğimi sorunca cam kenarında dedim tüm İstanbul ayaklarımın altındaydı. Ben bazen hafif dersler olunca dersten kopup camda dışarıyı izler ve adeta büyüleniyordum. Sena bak belki inanmazsın etrafta hafif gri binalar var ama tamamı yeşillik ile kaplıydı. Harika bir manzaraya sahiptik. Bu kadar çok insan yoktu ve İstanbul bu kadar çok insanı kaldırmıyor. Çok yaramı deştin çok üzülüyorum gerçekten. Eski eski İstanbul'a baktığımızda ben şu an gelecek kuşaklara çok büyük bir ihanet ettiğimizi düşünüyorum. Her yerde avm var ben bu kadarına gerek olduğunu gerçekten düşünmüyorum.

Romanınızdan da anlağım kadarı ile hayatınızda aslında pek farklı dönüm noktaları olduğunu söyleyebilir miyiz? Mesela Doğan Hızlan ile tanışmanız ve samimiyet kurmanız, annenizin gerek okul hayatınız gerek yaşamınız üzerinde büyük etkileri olduğunu gördük. Bundan yola çıkarak siz hayatınızda bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer varsa bu dönüm noktanız nedir?

Aslında birkaç tane var bu dönüm noktaları ben filolojide okuyordum. Ve artık okulun bana göre olmadığını anladığımda yeniden sınava girecektim. Aslında ben o sınav günü sınava gitmeyecektim. Annem bana bir bağırdı ve bu taraftan dedi bana ben de mecbur o sınava annem sayesinde gittim. Anneme ben çok şey borçluyum Onun sayesinden ben buralara geldim. Romanda da söylediğim gibi Doğan Hızlan ile tanışmamız benim için büyük bir dönüm noktası oldu biz ilk tanıştığımız zamandan altı ay sonra Ben onun odasının kapısını tıklattım. Ona beni tanıyıp tanımadığını sorduğunda bana "Şinasicim hoş geldin bıyık bırakmışsın." dedi onun müthiş bir görsel hafızası vardı. Bir sohbete başladık o sırada klasik batı musikisi arkada çalıyordu. Aramızda bir sohbet geçti. Bana ‘’ Öylesine mi dinlersin yoksa tür ayrımı yapmaz sıradan her Türk gibi her türü dinler misin dedi?’’ Tabii o sırada bir şans oldu ve ben arkada çalan müzik için şu an arkada çalan müziğin Beethoven’in İmparator parçasına ait müziği olduğunu ve solistin çok parlak bir geçiş yaptığını ve orkestranın da takdire şayan olduğunu söyledim. Kahkahalar ile gülmeye başladı. Ama Cumhuriyet gazetesi bildiğin inliyor. Ben ona neden güldüğünü sorunca Oda bana "Ya Türkiye'de kaç kişi var bu bilgiye sahip dedi. Ben sana söyleyeyim dedi, taş çatlasa 3000 3500." Dedi. Ben Doğan Hızlan'ı hep kıskandım. Niye biliyor musun? İstediği zaman gazeteye gelir istediği zaman gazeteye gitmezdi ve kimsede ona niye gelmedin niye gittin diye sormazdı. Böyle özgür olmak müthiş bir duygu. Ben onu hep kıskandım fakat ben bunu daha da ileriye götürdüm. Ve işe bile gitmedim ama bedelini çok sık çalışarak ödedim. Ama şöyle bir şeyde var yayınevi hiçbir zaman kitabı nasıl yazmışsın içeriği nasıl ona bakmaz ve satışa bakar. Eğer satıyorsa senin yaşamın o yayınevinde devam eder. Ve benim eserlerimi 11 değil tam 12'den vurmam gerek. Benim bu kitabımda şu an hiçbir reklam yok ve satışları da gayet iyi de iyi gidiyor Ama benim bu romanım için bir kitap ayracı bile yapmadılar onun için de ayrıca kırgınım yayınevine.

Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?

Şimdi şöyle bir şey söyleyeyim daha çok yazan yazarlara daha çok ilgi gösterilirken bizim gibi yeni çıkmış yazarlara çok fazla ilgi gösterilmiyor. Resmen suratına bile bakılmıyor diyebilirim. Ben bu romanı çıkarmak için çok emek ve zaman harcadım. Benim de beş yıl sonra onlar gibi olmayacağım ne malum. Bir de artık şey olmuş ben bu roman için yaklaşık otuz bin saat çalıştım. Bazı kitaplara bakıyoruz artık kalıplaşmış şeyler görüyoruz klasik bir aşk hikayesi, bölünme, ayrılma onlar tutuyor. Ama yapacak bir şey yok biz aralarından sıyrılmaya bakacağız. Zaten nitelikli olan bir okur bunun hepsini fark ediyor. Annem bana demişti ki öyle kitaplar yaz ki hayırlı evlatlar gibi sana baksınlar demişti hakikaten de öyle. Alfa benim toplam kitaplarımı 30 kez bastı bu da fena bir şey değil.

Ve son olarak bu röportaja ekstradan bir şeyler eklemek isterseniz o ne olurdu?

Valla öncelikle geldiğiniz için çok memnun oldum. Tanıştığımıza çok sevindim. Ben çok teşekkür ederim ve şunu söylemek istiyorum. İnsanlar sürekli okumalı sürekli kendini geliştirmeli, eğer bilgileri varsa onu esere dökmeli geldiği gibi gitmemelidir. İnsanlar paylaşmalı ve diğerlerine bir şeyler bırakmalıdır. Adam hayata geliyor ve gidiyor başka yaptığı hiçbir şey yok. Bu böyle olmamalı. İnsanlar sürekli kendini geliştirmeli kendinden bir şeyler bırakmalı. Bir de şunu söylemek isterim genç yazarlar ve müzisyenlere karşı, bir kere hiç acele etmesinler bu iş zamanla olabilecek bir şey kendilerine ve kitaplarına güvensinler. Etle kanla yazsınlar çünkü başka türlü olmaz çok çalışsınlar çok okusunlar çünkü başka türlü bu olmaz. İnsan kendini ne kadar çok kendini geliştirirse o kadar çok kazanır.

Kaynak:İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)

Editör: TE Bilisim