Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan ancak seçilemeyen Mehmet Bekaroğlu’nun özel bir sitede yayınlanan “Kürt Açılımı” ile ilgili makalesinde, birbirinden ilginç söylemler dikkat çekiyor. 

İşte Bekaroğlu’nun ‘ Kürt Açılımı’ ile ilgili kaleme aldığı makale; 

İsmini nasıl koyduğumuz önemli, çünkü koyacağımız isim çözüm önerimizi de büyük ölçüde belirleyecektir. Bugün Türkiye’nin güneydoğusunda diğer bölgelerinden farklı şeyler oluyor diye buna “Güneydoğu sorunu” dersek insanlarla alay etmiş oluruz. Bu bölgede ekonomik ve sosyal olarak geri kalmışlık var ancak bu soruna salt ekonomik ve sosyal sorun olarak bakarsak da bir yere gidemeyiz. Elbette bölge her bakımdan ihmal edilmiş ve geri bırakılmıştır, bu konuda bir şeyler yapılmalı. Ama bugün konuştuğumuz sorun bu değil. Hepimizi acıtan, binlerce kurban vermemize sebep olan bir “terör” olgusu var. Fakat konuya sırf bu çerçeveden bakarsak yine içinden çıkamayız. Nitekim çıkamıyoruz. Aynı şekilde yıllarca devam eden baskı politikaları, yasaklar ve hak ihlalleri dolayısıyla ciddi bir insan hakları sorunu ile karşı karşıyayız ama bu da sonuç; tüm insan hakları sorunları çözülse de iş bitmiyor; nitekim AB sürecinde önemli açılımlar söz konusu olmasına rağmen terör devam etti.

Herkes farklı açılardan bakabilir, ancak bu sorunun temelinde Kürt halkının kimliğinin reddedilmesinin yattığını kimse görmezden gelemez. Osmanlı'dan kalma Anadolu ahalisinden tek dili (Türkçe) konuşan, tek inancı (Devletin/Diyanet İşleri Başkanlığının tanımladığı Sünnî-Hanefîlik) paylaşan modern bir Türk ulusu inşa projesi uygulanırken Türk olanlarla diğerleri, Sünnî-Hanefî olanlarla diğerleri, modern/laik olanlarla diğerleri, en nihayet projenin uygulayıcıları ve kurulan statükodan yararlananlar ve diğerleri arasında çelişkiler/çatışmalar çıkmıştır. Bugün bu ülkede yaşanan beş temel sorun olan milliyetçilik/Kürt sorunu, din sorunu, mezhep sorunu, fakirlik/adalet/sınıf sorunu ve vesayet/demokrasi sorunu bu şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye, 19. yüzyıl pozitivizminden mülhem “modern Türk ulusu inşa etme” projesini gözden geçirmediğinden tıkanmıştır, nefes alamaz hale gelmiştir..

Kürt sorunu, ayrı bir dil konuşan ve kendilerini Kürt diye tanımlayan bir halkın tanınmaması, yok sayılması temelinde gelişmiştir. Esasen Kürt sorunu denen olgu, Kürtlerin (ve diğer etnik yapıların) Türk etnik kimliği içinde eritilmesi, dillerinin ve kimliklerinin unutturulması, herkesin ‘Türk’ yapılmaya kalkışılmasıdır.

 

Kürt milliyetçiliği, PKK ve terör

Çok sayıda etnisiteyi barındıran bir toplumda devletin uygulamış olduğu milliyetçi politikalar, zaman içinde bir karşı milliyetçiliği doğurmuş ve büyütmüştür. Bugün artık söz konusu olan bir karşı milliyetçiliktir. Artık Kürtler için tanınabilme, dilini konuşabilme, hatta dili ile eğitim yapabilme, diğer bireysel ve kültürel haklara sahip olmanın çok ötesine geçmiştir. Talep edilen ulusal haktır, ‘Kürtler’ ayrı bir ulus olarak tanınmak istemektedirler. ‘Kürtler’ derken kast edilen modernleşmiş Kürt entelijansiyasıdır. Hep böyle olmuştur; bütün milliyetçilikler aydınlar tarafından inşa edilir ve sonra da ulusal felaketler ve zaferlerle halka mal edilir. Kürt aydınları da bunu yapıyor. Bugünkü uluslararası anlayışa göre ulus olarak tanınmanın nihai ve en açık biçimi ayrı bir ulus devlet olmaktır. Ne var ki, bugünkü koşullarda bu -en azından şimdilik- gerçekçi olarak görülmemektedir. O nedenle ulus olarak tanınmanın daha yumuşak halleri konuşulmaktadır. Anayasal tanınma, federasyon, özerklik vs ulus olarak tanınmanın ilk adımlarıdır ve geçici bir dönemi ifade etmektedir, nihai amaç bir Kürt ulus devletinin kurulmasıdır, dahası ‘Kürt milliyetçileri’ uzun vadede birleşik bir Kürdistan’ı hedeflemektedir.

PKK, konjonktürel ideolojik tercihlerini bir tarafa koyarsak, Kürt milliyetçilerinin kurduğu ve yönettiği, nihai hedefi bir Kürt devleti kurmak olan, bunun için silahlı mücadeleyi esas alan bir ulusal kurtuluş hareketidir. Bu tespit, elbette PKK’nin aynı zamanda bir terör örgütü olduğu gerçeğini değiştirmez. Elbette PKK’yi doğuran ve besleyen temel neden Kürt sorunudur, o nedenle Kürt sorunu ile PKK/ terör sorunu iç içedir.

 

Milliyetçilik çözümsüzlüktür

Kürt milliyetçilerinin bir Kürt devleti kurmak istedikleri açık. Ne var ki, Türkiye’nin ve bölgede Kürtlerin yaşadığı diğer ülkeler olan İran, Irak ve Suriye’nin bölünmesi suretiyle bir ya da birden fazla Kürt devletinin kurulması ne gerçekçidir, ne de başta Kürtler olmak üzere bölge halkının menfaatinedir. Bunun yapılmaya kalkılması, bu bölgede onlarca yıl sürecek bir kanlı hesaplaşma anlamına gelir ki, akan kanın durdurulması temel noktasından hareketle böyle bir çözüm önermek akıl işi olmasa gerek. Bu sonuca vardığınız andan itibaren şu sorunun muhatabısınız: Şu anda gerçekçi görünmese de bölgedeki bütün ulusların bir ya da daha fazla ulus devleti varken niçin Kürtlerin olmasın? Bu soru şöyle de sorulabilir: Gerçekçi değil gerekçesi ile Kürtlerin devlet olmasını istememek ne kadar adildir? Görüldüğü gibi, milliyetçiliklerden hareketle konuştuğumuzda gerçeklikle adalet çelişiyor, iş içinden çıkılamaz bir hal alıyor. “Milliyetçilik”, bir ulusun biricikliği ve üstünlüğünü esas alır, ölçü ulusun çıkarıdır, o ulus için iyi olan her ne ise hak da odur. Oysa adalet, eşitliği gerektirir. O halde milliyetçiliklerin dışında ölçülere ihtiyacımız var; Kürtlerin ve diğer bütün ulusal yapıların tanınmasını ve onuru ile yaşamasını sağlayacak bir çözüm üzerinde düşünmemiz gerekir.

Milliyetçiliklerin aşılamadığı ve ‘Kürt sorunu’ çözülemediği için yaşamakta olduğumuz diğer sorunlarla ilgili de bir şey yapılamıyor. Çünkü Kürt sorunu ve bunun sonucu olan Kürt milliyetçiliği ve PKK/terör sorunu, diğer sorunların örtüsü ve bahanesi haline gelmiş durumda. Yerleşik iktidarlar için Kürt sorunu, asgari insanî ve demokratik talepleri geri çevirme gerekçesi, muhalefeti sindirme aracı haline gelmiştir. Dahası Kürt sorunu, Türk ve Kürt emekçilerinin güçlerini birleştirerek egemenlerin karşısında hak ve adalet talepleri ile dikilmelerini engelliyor. Türkiye’de otuz yıldır cenazeler kaldırıyoruz; nefeslerimizi örgütü ve devleti kınamak için tüketirken ülkede sömürü alabildiğine devam ediyor, insanlar yoksullaşıyor, kamu varlıkları yağmalanıyor. Türkiye’de 24 Ocak 1980 kararları ile başlayan neoliberal yağma düzeninin bu denli kolay yerleşmesinde devam eden şiddet sarmalının çok önemli katkısı olmuştur. Benzer durum bölge ülkeleri için de geçerlidir; otoriter rejimler ve işgal güçleri iktidarlarını halkları etnik ve dini temelde birbirlerine kışkırtarak sürdürmektedir.

 

Rızaya Dayalı Birlik

Bu bölgede Türk, Kürt, Arap, Fars ve diğerleri hep vardı, elbette bu bölgede de siyasi kavgalar, nüfuz savaşları hep oldu, ama bu kavgalar hiçbir zaman Türklük, Kürtlük, Araplık ve Farslık üzerinden olmadı, hiç kimse soyunu sopunu üstünlük aracı olarak görmedi. Ne zaman ki, emperyalizm üzerimize çöktü, ne zaman ki düvel-i muazzama aramıza nifak tohumları ekti, vücudumuzu eklem yerlerinden ayırarak paramparça etti, o gün bugündür bu coğrafyada soy sop davası aldı başını yürüdü. Elbette eskiye dönmek diye bir şey yok, “o güzel günler, şanlı geçmiş” diye yanıp durmanın bir anlamı yok, ama geçmişten hareketle yeni ve yine güzel bir gelecek inşa edilebilir. Bunun için herkesin kendisi olarak kalabileceği, bireysel ve kültürel haklarına sahip olacağı, kendi dili ile eğitim görebileceği, kültürünü geliştirebileceği, güvende olacağı, karnının doyacağı, onuru ile kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin geçimini sağlayabileceği, haksızlığa uğrayanın hakkının kendisine teslim edileceğinden emin olacağı, insanların kendi yöneticilerini kendi hür iradeleri ile seçebileceği şartların oluşturulması zorunludur. Yani bütünlükçü bir yaklaşıma ihtiyacımız var; sadece Kürt sorunu değil, din sorunu, mezhep sorunu, vesayet/demokrasi sorunu ve fakirlik/adalet sorunu eş zamanlı ele alınmalıdır.

Böyle bir irade olsa bile bütün bunları Türkiye’nin tek başına yapması mümkün değil, o nedenle konuya bir bölge politikası olarak bakmalıyız. Sadece üzerinde konuştuğumuz Kürt sorunu değil, yukarıda saydığımız bütün sorunlar her zamankinden daha çok bölgeselleşmiş, uluslararasılaşmıştır. Uluslararasılaşmış derken elbette çareyi okyanus aşırı merkezlerde aramıyoruz, sorunu Amerika’nın çözmesini ya da Amerika ile birlikte çözmeyi kast etmiyoruz. Bölgeyi etnik-dinî-mezhebî farklıklar üzerinden parçalayıp yönetmek isteyen bir emperyal güçten Kürt sorunumuzu çözmek için yardım beklemek abesle iştigaldir. Esasen bugün yaşamış olduğumuz bölünmüşlük, adaletsizlik ve demokrasi eksikliğinin temelinde emperyalizmin bölgemizdeki varlığı ve faaliyetleri vardır. Emperyalizmi bölgemizden kovmak esas amacı etrafında bir bütünleşme olmazsa ne Türkiye ne bir başka bölge ülkesi, ne Kürt sorununu ne de başka bir sorunu çözebilir.

Irak bu anlamda açık bir örnek olarak önümüzde duruyor. Sünni Araplara dayanan diktatör Saddam rejimi ABD işgali ile yıkıldı. ABD, Irak’taki bölünmüşlüğü daha da derinleştirdi; şimdi işgal sonrası çıkarlarının devam etmesi için Şiilik, Sünnilik ve Kürtlük üzerinden üçlü bir yapı kuruyor. Öyle bir yapı ki, her biri diğerine düşman, Şiiler Sünnileri ve Kürtleri, Kürtler, Sünnileri ve Şiileri, Sünniler de Şiileri ve Kürtleri gözetleyecek. Ve her biri diğerlerine karşı başka güçlere dayanarak hayatiyetini sürdürecek. Böyle bir şey mümkün mü? Elbette hayır. Durum bütün çıplaklığı ile ortada; ABD, tarafların zaaflarından yararlanarak ülkeye kalıcı olarak yerleşiyor, başta petrol olmak üzere Irak’ın zenginliklerine el koyacak anlaşmalar imzalatıyor. Hiç kuşku yok ki, bölge için bu durum yeni değil; emperyalizm; önce taraflar oluşturuyor, sonra da tarafları birbirlerinden koruma gerekçesi ile bölgeye yerleşiyor.

Evet, bölgenin birliğinden, entegrasyonundan bahsediyorum. “Geç bunları, bu bir hayalden ibaret, bu bir İslamcı ütopya” mı diyorsunuz? Peki, o zaman Türkiye niçin AB’ye girmeye çalışıyor, AB ütopya mı? Çok uzak değil, bundan 60 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa ülkeleri birbirlerinden 50 milyonun üzerinde insan öldürdüler. Şimdi AB projesi ile tek devlete doğru gidiyorlar. Bölge ülkeleri arasında böyle bir savaş hiç olmadı, Yüz yıldır bu coğrafyada yaşanan çatışmaların tamamı emperyalizmin bölgemize yüklediği milliyetçiliklerden kaynaklanıyor, dün İngilizler ve Fransızlar, milliyetçilikler icat ederek bizi böldüler, bugün Amerika aynı şeyi yeni milliyetçilikleri kışkırtarak yapıyor.

Bizim bölgeyi birleştirmek için Avrupalılardan çok sebebimiz ve imkânımız var. Emperyalizmi bölgemizden kovmak, kaynaklarımıza ve onurumuza sahip çıkmak, insanlarımız için barışı tesis etmek, çocuklarımıza güzel bir gelecek kurmak. Bunu hiç bir bölge ülkesi tek başına yapamaz, bu, ancak bir birlik düşüncesi ile mümkün olur. Kürt meselesi de nihai olarak ancak bu şekilde çözülebilir. Bütün bunların olabilmesi için bölge halkını birbirine yanaştıracak bir çimentoya ihtiyaç var. Bazıları yine dudak bükecek ama bu çimento, uygarlığın ilk filizlendiği, bir dizi parlak medeniyetin vatanı ve aynı zamanda farklı medeniyet dünyaları arasında asırlarca köprü olagelmiş bu bölgenin emsalsiz tarihsel miras ve birikimidir. Beslendiğimiz bu zengin tarihsel/kültürel mirasın çoğul karakterinden, katılımcı, eşitlikçi ve özgürlükçü değerleri damıtarak, önümüze dikilmeye çalışılan kaotik ve karanlık geleceğe meydan okuyabilir, emperyalizmin başta bölgemiz olmak üzere bütün dünya üzerinde icra edegeldiği mütehakkim, saldırgan, sömürücü ve yağmacı politikalarına karşı yeni bir düşünüş ufku, bir önermeler dizisi üretebiliriz. Bu sadece bu bölge için değil bütün bir insanlık için yeni bir umuttur. Bunun için her şeyden önce yeni bir medeniyet perspektifine ihtiyacımız var; eşitlik ve adalete dayanan bir medeniyet. 

Medeniyet Perspektifi

Bunun için bugün her zamankinden daha uygun şartlar mevcut. Her şeyden önce kapitalist küreselleşme artık dünya için ümit olmaktan çıkmıştır; bırakın çevre ülkelerini, güç uygarlığı, merkez ülkelerde bile beklentileri karşılamıyor; insanlar gelecekleri konusunda karamsar. ABD’de gençler, en güvenceli iş olarak orduya katılmayı görüyorlar. İnsanlara hemcinslerini öldürmeyi en güvenceli iş olarak sunan bir uygarlığının insanlığa sunacak nesi olabilir? Şu güç uygarlığının tedavüldeki en önemli kavramlarına bakın: Faiz, kâr, borsa, piyasa, enflasyon, durgunluk, kriz, terör, savaş, kitle imha silahları, sarı fosfor bombası, çevre kirliliği, küresel ısınma… Diyorlar ki, kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sonsuzdur. İnsan ihtiyaçlarının sonsuz olduğu büyük bir yalan. ‘İhtiyaç’ diye takdim edilen şey insanın hırsıdır. Yalın bir ifade ile ‘kapitalizm’ insan hırsının bir küresel ekonomik ve siyasal sisteme dönüştürülmesinden başka bir şey değildir. Milliyetçiliklerin temelinde de insanın hırsı bulunmaktadır.

Bambaşka kavramları olan yeni bir medeniyet mümkün. Temel kavramları insaf, kardeşlik, eşitlik, adalet, hak, hukuk, paylaşma, alın teri, helâl, vicdan, merhamet, onur, ölçülülük gibi kavramlar olan bambaşka bir medeniyet. Bu olmadıkça ne bölgenin Kürt sorunu ve diğer sorunları çözülür ne de dünyanın herhangi bir sorunu.

Yıllardır bölgeyi kanatan Kürt sorunu aslında böylesine bir başlangıç için önemli bir fırsattır. Sadece Kürt sorunu etrafında başlayacak medeniyet perspektifli bir arayış, tartışma ve bir araya geliş bölgenin birliği için ilk adım olabilir. Şu işe bakın; Kürtlerin yaşadığı dört ülke olan Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürt hareketlerini bastırmak için sık sık bir araya geliyor, ortak güvenlik ve Kürtlere karşı işbirliği anlaşmaları imzalıyorlar. Tuhaftır, hiçbir konuda anlaşamayan bu ülkeler Kürtleri bastırma konusunda çok kolay ortak noktalar buluyor. Kürtler de bunlara karşı okyanus aşırı merkezlerden imdat bekliyor; ABD’nin güvencesine, AB’nin değerlerine ihtiyaç duyuyor. ABD de ‘uluslararası camia’ kamuflajı altında emperyalist çetecileri yanına alarak bölgeye geliyor, 1,5 milyon Iraklıyı öldürüyor. Bu tablodan Kürtlere özgürlük, bölgeye demokrasi geleceğine inanmak akla ziyan bir saflık değilse nedir?

İktidarlarını güç ve kan dengeleri üzerine kuran mevcut yönetimlerden bir şey beklenmemeli. En azından ‘Kürt sorunları’ olan dört ülkede yaşayan bağımsız Türk, Arap, Fars ve Kürt (ve diğer) aydınları bir araya gelip bir ortak platform oluşturabilirler. İnancım odur ki, böyle bir platformda Kürt sorunu etrafında başlayacak tartışmalar bir süre sonra bu sorunun bölgede emperyal güçlerin varlığından bağımsız olmadığını, esasen bağımsızlığı, demokrasiyi ve adaleti konuşmamız gerektiği ortaya çıkaracaktır. Bağımsızlık, demokrasi ve adalet sorunu üzerinden başlayacak tartışmalar da ortak düşman emperyalizme yönelecek, emperyalizmi kovup bölgede barış, demokrasi ve hukuk düzeninin tesis edilmesi için birliğin şart olduğu sonucuna ulaşacaktır. Bu coğrafyada yaşayan hiçbir topluluk, bir diğerinin acısı üzerinden huzur bulamaz. Bu topluluklar birlik olmadan da bu coğrafyaya huzur gelmez. 

Mehmet BEKAROĞLU

Editör: TE Bilisim