Oysa siyasetin özü; adalet, şeffaflık, halkın iradesi ve kamunun menfaatidir. Bir başka deyişle, siyaset doğru yapıldığında bir ülkenin en güçlü ahlak okuludur. Yanlış yapıldığında ise en tehlikeli yozlaşma aracına dönüşür.
Temiz siyasetin ilk şartı şeffaflıktır. Şeffaflık, sadece mali raporların açık olması demek değildir; kararların neden alındığını, kimin hangi gerekçeyle destek verdiğini veya karşı çıktığını, milletin anlayacağı dilde anlatmaktır. Halkın bilmediği yerde, dedikoduların, komplo teorilerinin ve güvensizliğin büyümesi kaçınılmazdır.
İkinci şart liyakattir. Ehliyet ve adalet, sadece teorik kavramlar değil, temiz siyasetin bel kemiğidir. Yönetenler, kendi yakınlarını veya partililerini değil, en iyiyi yapacak olanı göreve getirmelidir. Liyakatsiz kadrolarla inşa edilen hiçbir sistem, uzun vadede ayakta kalamaz.
Üçüncü şart hesap verebilirliktir. Siyasetçi, “milletin hizmetkârı” olduğunu unuttuğunda makam, millete değil kendisine çalışır. Oysa her yetki, beraberinde hesap verme zorunluluğu getirir. Hesap vermeyen bir siyasetçinin ahlakı, zamanla vicdanının önüne geçer.
Temiz siyaset bir ütopya değildir. Dünyanın farklı yerlerinde, halkın güvenini kazanmış, şeffaf ve adil yönetim modelleri var. Bizde de olabilir. Bunun için önce halkın temiz siyaset talebini yüksek sesle dile getirmesi, sonra da seçimde “temiz geçmiş”e sahip adaylara destek vermesi gerekir.
Unutmayalım, kirli siyasetçinin varlığı, çoğu zaman halkın sessizliğinden beslenir. Sessizlik, onay demektir. Biz sustukça, başkaları konuşur ve ülkenin geleceğini belirler.
Temiz siyaset, imkânsız değil; tam tersine, geleceğimiz için kaçınılmazdır. Yeter ki talep edelim, takip edelim ve gerektiğinde hesap soralım. Çünkü siyaseti temizleyecek en büyük güç, dürüst siyasetçilerden önce, dürüst ve bilinçli halktır.