Ortadoğu’nun kalbinde yer alan bir milletin makûs tarihi, savaşlarla dolu öğle ki... İçinde yaşadığımız dünya, ruhsuz, duygusuz, acımasız bir dünyanın merkezine doğru hızla sürükleniyoruz. Adeta acemi salcılar gibi sağ sola yalpalanarak, girdap olan bir şelaleye doğru hızla ilerliyoruz. Ağızdan çıkan bazı kelimeler tam olarak anlam kazanmıyor. Bu çağda yaşamak insanı insan olmaktan çıkartıyor. Koca kent insanlara mezar oluyor. Ve buna herkes sessiz sedasız seyrediyor.
Şimdi şunu sormak istiyorum size böylesine bir katliam dünyanın neresinde yaşanıyor?
Bu acı olayı tarih kitapları yazacak bir sonraki nesiller tarihî okuyunca bu sessizliği sormaz mı? O dönemde yaşayan insanlar neden sessiz kaldı diye sorgulamazlar mı? Sanıyorsunuz. Sadece kulaklarımız değil bütün bedenimiz çınlayacak adeta, sessiz çoğunluğun feryadı yürekleri yakacak. Nerede dünya insan hakları, peki Soruyorum size Filistin'de yaşayanlar kim? onlar İnsan değil mi? Neden tepki yok! Neden sessiz insanlar ?
Bu yüzden bu yazı sadece bir yazı değil; bir çığlık, bir çağrı, bir hatırlatmadır. Çünkü biz sustukça, “İNSANLARIN” hayalleri yerle bir oluyor. Biz baktıkça ama görmedikçe, insanlık bir parça daha yok oluyor. Unutmayalım: Biz sustukça bir çocuk daha ölüyor, bir yürek daha parçalanıyor. Yıkılmış evlerin enkazı altında kalan yalnızca taşlar değil. Dünyadaki insanların sessizliği de kaldı.
Yıkılmış şehrin ardında yankılanan çığlıklar var. Adını bilmediğimiz çocukların gözlerinde biriken yaşlar, gözleri değil, yürekleri de ıslatıyor. Çocuklar, sokaklarda korkuyla büyümeye çalışıyor. Her bomba sesi bir annenin yüreğine saplanan hançer, bir yara gibi...
Sakat kalan bedenler, kırılmış oyuncaklar gibi bir köşeye bırakılmış. Yalnızlıklarına çare arayan bakışlar, dünyadan bihaber gözler, hâlâ tek umut olarak adaletin belki de Ülke başkanların sesinin çıkmasını bekliyor.
Okullar hedefte… Okullar bombalanıyor, okul yerine enkaz başında büyüyen çocuklar… Defterler, kitaplar küle dönüyor. Kalem yerine taş tutan eller, aslında insanlık tarihine silinmez bile leke olarak yazılıyor. Sakat kalan minik bedenler, yarım kalan hayatların sessiz tanığı… Dünyadan habersiz masum gözler hâlâ tek bir ışık bekliyor: Adalet. Açlık, yoksulluk, hastalık, savaş… Ve tüm bunların ortasında dimdik durmaya çalışan, bir halk... Onların feryadı gökyüzüne yükselirken, dünya liderleri sessizliğe bürünüyor. İnsanlık sağır, vicdanlar kör. Tüm bunlar modern dünyanın gözleri önünde, sessiz bir soykırıma dönüşüyor. Ve dünya, tarihin en ağır sınavlarında ise sessizliğiyle insanlar sınıfta kalıyor. Bugün yaşananlar, sadece bir coğrafyanın değil; tüm insanlığın vicdanına yazılıyor. Ve bu tarih, bir gün mutlaka hesap soracak. Bu suskunluk, tarihin kara sayfalarına yazılıyor.
Hastaneler yetersiz, ilaç yok, elektrik yok. Soğuk ameliyathanelerde umut da donuyor. Işıksız gecelerde tir tir titreyen çocuklar sadece ısıya değil, merhamete de muhtaç. Bir ailenin feryadı, milyonların sessizliğiyle bastırılıyor. Çünkü dünya sağır. Liderler kör. İnsanlık ise dilsiz. Vicdanlar sınanıyor ama çoğu bu sınavda sınıfta kalıyor.
Savaşın Gölgesinde Salgın Hastalıklar
Çoğu zaman görünmeyen ama en az savaş kadar ölümcül başka bir düşman daha vardır: salgın hastalıklar. Bir sağlıkçı olarak, savaşın sadece patlayan bombalardan ibaret olmadığını, bu sessiz ama acımasız düşmanın da unutulmaması gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Savaş denince genellikle aklımıza ilk olarak silahlar, bombalar ve yıkılan binalar gelir. Ancak savaşın başka bir yüzü daha var: görülmeyen, sessizce ilerleyen salgın hastalıklar. Bu hastalıklar çoğu zaman fark edilmez, göz ardı edilir. Oysa bazen, bombalardan, kurşunlardan daha çok can alırlar.
Tarih boyunca, savaşın yaşandığı her coğrafyada salgın hastalıklar da birlikte yol almıştır. Temiz suyun yetersizliği, sağlık bilgisi koşullarının bozulması nedeniyle basit enfeksiyonlar bile ölümcül olabilir. Bu ortamda, küçük bir hastalık hızla yayılır, tedavi olanakları sınırlı olduğu için çok sayıda insan hayatını kaybeder. Hastalıkların yayılmasıyla birlikte acılar katlanarak büyür.
Bir babanın sözleri kulaklara asılı kalıyor adeta gelecek karanlık, Gazze'den kovulabiliriz. Ölebiliriz... Ölümün etrafımızı sardığını hissediyoruz. Ölümden kaçarak bir yerden bir yere koşuyoruz. Biliyoruz ki bugün olmasa yarın öleceğiz bizim ölmemiz sizin için iyi olacaksa biz ölelim ama bu zalimlere dur demedikçe sizde sıra gelecek bugün olmasa yarın. Ben zamanı günleri, ayları, uyumayı, saati, gülmeyi, acıyı, unuttum ama siz unutmayın.
İnsanlık tarihine kazınan bu dram karşısında sessiz kalmak, suça ortak olmak anlamına gelir.
Vesselam…
İstanbul Times - Ömer Kantemür