Bal gibi şanlı örgüt var. “Kim, hangi örgüttür?” diye sorar gibisiniz. Faili meçhul binlerce cinayetleri işleyen kim veya kimlerdir? Her yerde çıkan toplu insan kafatasları ve insan kemiklerinin katil ve failleri kimler?   Barış elçisi Hrant Dink’i takibata uğratan, hedefe koyan, hukuksuz bir yargılama ile Türklüğü aşağılamadan mahkûm eden, tehdit eden şanlı Devlet değil de kimdir? Muhbir olan Yasin Hayal daha önce Ogün Samast ile el bombasını Mc Donalds'a atan onlar değil miydi? Hrant Dink suikasti, aynı zamanda, 2006'daki Rahip Santoro cinayeti, Zirve Yayınevi Katliamı ve Danıştay cinayetiyle aynı karenin parçaları değimlidir?
Hrant Dink diyordu ki; "Fransa, Amerika parlamentoları Ermeni meselesini istismar etmesin. O tarihi, kara günleri yaşamış bu hasta iki toplumun doktoru, yine bu iki halktır.
 
Ancak bunlar birbirlerinin dertlerine çare olur. Çektikleri tüm katliam, dert keder, trajedileri, ayrılıkları tüm gam yükü ortalığı velveleye vermeden sırtlamalı, Ermeni ve Türkler kendi arasında yüksek sesle düşünerek duygudaşlık kurarak sorunlarını çözebilir. Tüm kederlerinden diyalog yolu ile hem hal olarak ancak arınabilir. Empati kurarak bu iki hasta toplum ancak iyileşebilir.  

İntikam kelimesini aşağılayarak, dışlayarak söylüyordu. Ben başka ülkelerin hazır demokratik sistemine gidip çöreklenecek kadar asalak değilim. Kendi ülkemin demokratik değerlerine omuz vereceğim. Hrant’ın umudu, idealı Türkiye, her alanda demokratik yaşanabilir bir ülke haline gelecek diyordu. Fransa’dan her zaman Sivas’a ana yurduna gelen Ermeni yaşlı teyzenin Sivas’ta ölümüne yine Anadolu'nun o zengin sözlü edebiyatı ile yaşlı amcanın “ toprak çekti, su çatlağını buldu.” Sözleri ile anlamlandırıyordu. Orada Sivas’ta defnedilen yaşlı anne köyünün ve toprağının özlemini anlatıyordu.” Bu barış elçisini maalesef yaşatmadık. Bu ülke, Barış güvercinini yaşatamadı Devlet, fikirden, aydınlanmadan, yazıdan hep korktu.
Hrant Dink cinayetini sağır sultan bilir. Öyle bir çocuğun spontane o marka silahı alıp tek başına cinayeti işleyemeyeceğini, Hrant Dink’i yalnız öldüremeyeceğini, önemli aydın topluma mal olmuş yazarı o çocukların tek başlarına tanımadığını ancak yargı ne hikmetse ilk mahkeme: "Örgüt ve çete yok. Bir çocuk tasarladı tek başına Trabzon’dan gelip bu cinayeti işledi" diye hüküm verdi. Toplumun Hrant Dink cinayeti çözme beklentisi, adaletin tecellisi ne yazık ki, kadük kaldı, tüm faillerin yargıya intikali kesinlikle devletin içinde olan mevcut çete yapıyı, örgütlü yapının altını üstünü tüm derinlik ve bağlantılarındaki detaylarını deşifre beklentisi maalesef şimdilik boşa çıktı. Hrant’ın Eşi Rakel Dink’in dediği ”Çocuktan katil üretenler”  sistemin hanedanları, himaye edenler çete, örgüt hiçbiri net ortaya çıkarılmadı. Katil Ogün Samast'ın babası bile bu olayın örgütlü manipülasyon olduğu iddiası mevcut. 
Enteresandır! Türkiye’de yargı, siyasetçiyi, gazeteciyi, hukukçuyu, bilim insanlarını, öğrencileri birbirine bağlayıp çok kolay çete ve örgüt diyebiliyor. Ortada 8 şiddetinde deprem üreten türden siyasi cinayet var. Azmettirici var. Kamera önünde bir sürü bayraklı Atatürklü katille resim çektiren kamu görevlileri var. Suçluları himaye etmekten beis görmeyen, birbirleri ile yarışan önceden mit ve kamu görevlileri tarafından yapılan tehditler.. Birçok tuhaflıklar adliye-yi vakadan sayılacaktır.
Bu karara inanmak saflıktır. İnsan zekâsı ile alay etmektir.
AK PARTİ İKTİDARI VE BDP SEÇİLMİŞLERİ.
Van ve çevresini bu yakın tarihlerde birkaç kez ziyaret etme şansım oldu. Edindiğim izlenim. Seçilmiş ile atanmışlar arasında ciddi bir diyalog kopukluğu mevcut. Bu orada yaşayan insanlara hizmette bariz negatif sirayet ediyor. Bu fiili durumun bende ki çağrışımı bir zamanlar Refah Parti Belediye Başkanlarına yapılan tecridin aynısı bu gün Barış ve Demokrasi Partisi Belediye Başkanlarına ve seçilmişlerine karşı yapılıyor. Bu cezalandırma itibarsızlaştırma seçilmişlerin şahsında halka verilen cezadır. İtibarsızlaştırmadır. Çok yanlış ve tehlikelidir.  Bıyık altından gülme rakibi hafife alma dün RP seçilmişlerine yapıldı. Bu gün Ak Parti iktidarı o tarlanın mahsulüdür. Şimdilerde daha fazlası BDP seçilmişlerine karşı sergileniyor. Yazık ve günah kıssadan hisse bu memlekette yaşananlardan ders çıkarmak gereklidir. Demokrasilerde olmazsa olmaz seçim ile seçilmişlere mutlak atanmışın ram etmesi gereklidir.  Bu genelden yerele değişmemelidir. Kamu adına hareket eden atanmış, halk adına seçilmiş ile uyumlu çalışmak zorundadır. Farklı siyasi parti veya görüşten diye halkın seçilmişine yapılan anti demokratik uygulama evrensel hukuktan yoksun her tür yaptırım doğru değildir.  Siyasi çekişmelerden dolayı farklı Bizans oyunlarına tenezzül etmek kimseye fayda sağlamaz. Türkiye’nin siyasi atmosferi maalesef insanları halen çok tedirgin edici boyutlardadır.
Demokrasi ile yönetilen Türkiye, Ak Parti iktidarının ustalık döneminde yıl 2012 mevcut tüm siyasi ve sosyal fiili sorunların halen askeri ve polisiye tedbirlerine havale edilmesi demokrasimiz adına kabul edilir bir durum değildir.
Halkın seçilmiş iradesini temsile yetkili insanların toplu tutuklanması, onlarca akademisyen, gazeteci, hukukçu, avukat, tamamen yanlış yasa ve kanunlardan dolayı tutuklu olan binlerce insanın durumuna yönelik fiili tek olumlu adım halen atılmış değildir.
Eski çarpık yasa ve kanunlardan, adil yargılanma hakkı ihlalinden dolayı yüzlerce dava AİHM tarafından Türkiye aleyhine mahkûmiyetle sonuçlandı. Bunlar yetmezmiş gibi Ak Parti dönemine çıkartılan Terörle Mücadele Kanunu ( TMK) binlerce mağduriyetleri şu an oluşturmuş. 

Savunma hakkı kutsal deniliyor. KCK dan dolayı savunma hakkı yapan otuz Avukat hukukçu içerde tutuklu, çoğu stajyer yeni basın mensubu kırk kişi tutuklandı.Hükümeti yıpratmak amaçlı haber yapmak diye bir suç türevi çıkarıldı. Bu basın özgürlüğüdür. Basını özgür olmayan bir ülkede hiçbir özgürlük alanından söz etmek mümkün değildir. Tüm bunlar hızlarını kesmedi. Milletvekili evleri pervasızca çilingirlerle kapıları açılarak aranması, Milletvekilleri tutuklanmaları bu kadar seçilmiş halkın iradesine karşı yapılan toplu tutuklanmalar... Tüm bu baskılama, sindirme akıllara ziyan durumdur. Türkiye’de evrensel hukuk, demokrasi adına hoş bir görüntü manzara vermiyor.

Esası Terörle mücadele adı altında terör uygulanmaya başlanmıştır. Bunu sadece 
KCK adı altında yapılan soruşturmalarda da değil Oda TV soruşturmasında da görüyoruz. Liselilere ve üniversitelilerin ifade özgürlüklerine yapılan saldırılarda da çok net görüyoruz. Ak Partinin uyguladığı güvenlik politikaları konsepti daha yeni Uludere/ Şırnak Katliamı gibi bir facia ile sonuçlandı. İnanılmaz insan hakları ihlali ve hukuksuz uygulamalarla tarumar her şey net ortadadır.

Dost acı söyler bu gidişat Türkiye’de hiçbir aydını, entelektüeli, demokratı, yazarçizeri, gazeteciyi, top yekûn her meslekten vicdanlı hiçbir insanı memnun etmez. 
Mazlum-Der'in öncülüğünde Uludere'ye giden dokuz İslami sivil toplum kuruluşu, Şırnak Gülyazı Köyü'nde 34 kişinin F-16 savaş uçaklarıyla öldürülmesini incelemek üzere  hükümetin inceleme yapmadan olayı "operasyon hatası" olarak değerlendirmesinin devlet ve iktidar kibri olduğunu açıkladı.
Tüm bunlara karşı başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmemiz lazım...
İstanbul Times / Maksut Konyar