Herhangi bir sanat eserini eleştirirken kalıplaştırmamaya ve samimiyetten uzaklaştırmamaya dikkat etmeliyiz. Derler ki; “kötü bir eleştirmen, kendi beyninden başka bir düşünce yuvasına erişemeyecek kadar kör olan insandır.” Eleştirilerimiz eserin niteliğini yükseltmek üzerine olmalıdır.
 
İnsan hem sanat hem sanatçıdır; görevi ise yaşadığımız hayatı anlatırken yaşanması gereken hayatı da anlatmaktır. İçimizdeki kaygı, korku, kibir, çelişki ve ikiyüzlülüğü bastırdığımızda doğru bir sanat eseri meydana getirmiş oluruz.  Derler ki; “yalnızca kendi hoşuna gideni ortaya koyan kişinin sanattan anlaması mümkün değildir.”  Çok yapmaktan ziyade iyisini yapmaya yönelmelidir sanatçı. Nicelik ve nitelik arasındaki farkı içselleştirmeli ve sanatına yansıtmalıdır.
 
Derler ki; “sanat düşünebilen, gerçeği görebilen insanı anlayabilen kişilerin işidir.” Bunları yapabilen herkes bir sanat ve sanatçıdır. Bu bakımdan sanatın asıl görevi duygulardan uzaklaşıp duygusuzluğa varmak değil; insanın duygu sahiciliğine ermesini sağlamaktır.
 
Sanatı eksikliklerden arındırmalıyız. Bunun içinde önce sanatçı içindeki kirlerden arınmalı. Zaman ve mekandan münezzeh olarak değil aksine zamanın ve mekanın kendisi olarak. Ayırarak, ayrılarak değil, birleşip, birleştirerek; sanatı kendinden ayıran sanatçı insan da olamaz. Sanat insan içinse insanda sanat içindir. Ancak bu şekilde özgün eserler oluşturabiliriz. Birbirinin aynısı eserlerden uzaklaşmak istiyorsak, kendimize yaklaşmalıyız. Birbirine benzeyen şarkılar, filmler, tiyatro oyunları, tablolar… Daha kötüsü bunu gerçek sanat olarak algılayıp sanat yaşamımızı buna göre belirlemek; işte bu büyük bir hastalıktır. Sanat dünyası maalesef sanat fabrikasına dönüştü. Seri üretim halindeki sanatçı ise biraz daha fazla kazanmanın derdinde olan bir tüccardan farksızdır günümüzde.  Derler ki; “sanat, insanla nesneler arasındaki estetik ilişkidir.” Günümüzde sanat sadece sanatçı ile para ve şöhret arasındaki ilişki haline dönüşmüştür. Kaygı ve baskılardan kurtulmak yerine bunları daha da büyütmüştür sanatçı.
 
Belli bir ücret karşılığında yapılan sanat; sanat profesyonelliğini doğurmuştur. Bunun sonucu da “nasıl bir eser yerine kaç paralık bir eser” olmuştur. Ardından insanlara sanat öğretmek için okullar kurulmuştur. Bu okullar sanatı doğallaştırmak yerine daha yapay bir hale getirmişlerdir. Derler ki; “ sanat duyarlılığı kişiden kişiye değiştiğine ve her insan aynı kalıba uydurulamayacağına göre, bu okulların gerçek manada yararlı olabilmesi mümkün değildir.”  
 
İnsanlar sürekli kaliteli sanatı tartışırlar. Sanatın kalitesini kim neye göre belirler?! Cevabı aslında oldukça basittir. Yaşanan döneme hangi sistem hakimse örneğin şu an dünyaya kapitalizm hakim yani kapitalizmin yetiştirdiği aydınların beğendiği sanat kaliteli sanattır. Sistem değiştiğinde kalite ona uyum sağlayarak değişir. Aslında değişen sanat değil sanatçıdır. Özgür olmadığı için sisteme bağımlı olup sistemden beslendiğinden bukalemun bir yapıya bürünürler. Hangi ürün çok satıyorsa tüm ürünler ona dönüşür. Bu yüzden her sanat dalında cinsellik ve şiddet içeren eserler ile sıkça karşılaşmaktayız. Sanatçı özgürlüğünü yitirdiğinden bu yana cinsellik ve şiddet de aynı ölçüde değerini yitirdi, bayağılaştı.
 
 Derler ki;  “sanatta özgürlük önemlidir. Sanat eserini ortaya koymak için gereken şartlar, tamamen özgürlükten kaynaklanan ve özgürlüğe bağlı kalan bir yolun başlangıcındadır” maalesef toplum ve sistemden gelen baskılarla sanatçı özgürlüğünü kaybeder. Bu kaybediş sanat eserini değersizleştirir. Değersiz sanat eserlerinin üretilmesinden daha vahim olanı onları değerli zanneden bireylere dönüşmemizdir. Değersiz eserlere kıymet veren değersiz insanlar ne kadar değerli olabilirler?! Sonunda bu eserler toplumun ortak kültürünü de bozar. Sınırlamalar insanın toplum üzerinden kendisine verdiği en büyük cezadır.
 
Sanatı bir şirket ürünü olmaktan kurtarmak ise sanatçılığın zirvesidir.