Geçmiş tarihte yaşanmış gerçek bir anekdot ile yazıya başlamak istiyorum. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve delegasyonla, bu satırların sahibinin de içerisinde olduğu bir uçak dolusu önemli iş adamlarımızla beraber bir heyet halinde Türkmenistan’a seyahat ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Büyük Elçiliği bizi ilk karşılamasında: “Sakın Türkmenistan’da kardeş ve abi ülke vurgusu yapmayınız. Bu sözlerden acayip rahatsız oluyorlar.” diyerek, gelen delegasyona sıkı tembihte bulunmuştu. Bu durum karşısında hayretler içerisinde kalmıştık, kardeşlikten ne kötülük olabilir? “Hani iki devlet, bir millet” idik, soruları peş peşe aklımıza gelmişti.

Her şey bir yana! Oraların ne halde olduğunu, çöller halindeki o bölgelere büyük projeler tatbik eden, katma değer katan, bilgi birikim ve sermayelerini her alanda Türkî cumhuriyetlerine götüren, yerleşim birimlerinin tamamını imar eden, şehircilik alt yapısı, sanayi ve sosyal ekonomik gelişmişliğine önemli katkı sağlayan,bu bölgelerde ki projeler için fütursuzca kaynak harcayan, o bölgelere ağırlıkla ihracat ve iş yapan Türkiye’den giden müteşebbislerimizdir. Elbet bu giden iş adamlarımızın neler yaşadığını çok yakinen biliyoruz. Bir gecede nasıl sınır dışına atıldıklarını, mal ve birikimlerine mafya tarzı nasıl el konulduğunu, ne olumsuzluklar yaşadıklarını gayet iyi biliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, rol modellik için, Türkî cumhuriyetlerde ülkenin kaynaklarını örtülü veya açık yolda yoğun olarak harcadı. Dış ülkelerde bu ülkeler lehine nüfuz harcadı, yoğun diplomatik temaslar kurdu. Türkiye devleti bu paradigma üzerinde içeride ve dünyada politikalar üretti, Bu aynı zamanda bir devlet politikası haline getirildi. Türki cumhuriyetlerden sorumlu Bakanlık kuruldu. Eğitimden, sağlığa, yargıdan, ekonomiye hayatın her alanında “soydaşlık” politikalarına inanılmaz önem verildi.

Kıbrıs’ta dâhil Türk’e Türk hamaseti ile bu istikametle askeri vesayet merkezli harp dairesi menşeli uzun yılların propagandası olarak içeride ve dışarıda basının tüm araçları yoğun ve yaygın bir şekilde kullanıldı.

Ancak bu toplumlar her alanda tüm geri kalmışlıklarının ve iç işlerine darbe ve askeri cunta tarzı müdahalelerin bile müsebbibi olarak hep Türkiye devletini görmeye başladılar. Bu konuda o ülkelerin sıradan vatandaşı bile bu düşüncelerini yüksek sesle çekinmeden ifade ediyor, haklılık payları yok da değildir.

Şu gerçeği hep beraber o ülkelerde yaşayarak gördük ki oralarda yaşayan insanların, Türkiye vatandaşına bakışı bile şüpheciydi. İstediğiniz kadar Türk’e Türk hamaseti yapın, iki devlet bir millet deyin, nafile…

Diğer çarpık örneğe bakınız; Irak anayasasına ve dünyaya göre adı “Kürdistan” olan federe Kürdistan bölge Devlet başkanı, Başbakanı ve bakanları ile Kürdistan Federe Devleti Yöneticileri dünyanın tüm ülkelerinde en üst düzey diplomasi ve protokollerle karşılanıyor. Bizde ise ülkeleri, bayrakları adeta toplumdan gizlenerek Kürdistan’dan gelen heyet ve delegasyonlara skandal bir şekilde karşılama yapılıyor.

Bu kabul tarzı bile tek başına Türkiye için komşuluk ilişkileri bakımından güvensiz ve “faşizancadır.” İçeride ve komşu ülke Kürtlerine karşı verilen değer bakımından nezaketsizlik ve büyük ayıptır.

Coğrafi olarak hemen yanı başımızdaki Kürdistan federal bölgede birçok alanda yapılacak yatırım ile yüksek mal ve hizmet alma ile ihracat yapma potansiyeline sahip olduğu ortadadır. “Ak Parti iktidarının sıfır sorun, maksimum ticaret ve kültürel ilişki” politikasına rağmen, her tür mal, emtia, hizmet ile ihracatın, yapılabileceği Kürdistan bölgesinde yüzlerce risksiz, fizibil projenin müteşebbislerimiz tarafından yapılmasına Türkiye devleti adeta engeller çıkartıyor.

Kürdistan Bankaları tarafından tüm teminatlandırmalara rağmen sıfır riskle oralarda iş yapma imkânı olmasına karşılık, bizim ülkemizin dış işleri vb devlet kurumları tarafından bu atılımlar sekteye uğratılıyor. Yapılacak yüzlerce proje Türkiye’nin bürokrasisi tarafından engelleniyor.

Söz konusu iş yapılacak ülke Kürdistan bölgesi olunca normal bir iş yapma bile çok zor hale getiriliyor. Yapılanlara bakılınca adeta verilen mesaj “o bölge ile iş yapmayın!”dır. İhracat yaparak, ülkeye döviz getirerek, istihdam oluşturarak ülkemize katma değer sağlanması maalesef sekteye uğratılıyor.

Dün yeşil sermaye, renkli sermaye ayrımı ile ekonomiye müdahale yapanlar bugün de soydaş ve Kürt ayrımı ile aynı engel ve müdahaleyi yapıyor. Zihniyet aynı, değişen bir şey yok.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihten beri toplumun tasarımı devlet tarafından “Soydaşlık” üzerinde kurulmuş, “vatandaşlık” kavramı “referans alınmamıştır”. Türkçülük geçerli akçe kılınmış, siyasette ve gerek sosyal gerekse ekonomik olsun hayatın her alanında “soydaşlık” çok rahat ranta çevrilmiştir. Mevki ve unvanlar “soydaşlık” temeli üzerinde Türkiye’de dağıtılmış. Neticede kim, ne kadar soy olarak kendini “Türk” veya Türk soydaşı olarak ifade eder ise bu ülkede o kadar makul ve itibarlı insan sayılmıştır.

“Esas bölücülüğü müesses nizam olan devlet şimdiye kadar bizatihi kendi eli ile yaptı. Halen ısrarla yapılmak istenen yanlış budur. “

Paradigma bunun üzerinde olunca; bir devlet tasavvufu içeride ve dışarıda “Soydaşlık”, “Türkçülük” yaymak üzerine politikaları tasarlamak isteyince, o zaman ister istemez ülkede yaşayan diğer farklı etnik gruplar potansiyel suçlu gibi kabul edilir. Soy olarak “Türk” olmayan farklı gruplar farklılıklarından dolayı her zaman baskılanmaya, hak gaspına uğramaya, muhatap olur. Özetle şimdiye kadar Türkiye’de yaşanan fiili durum bundan ibarettir.

Soydaş olmayanların çocuklarının ana dilde eğitim hak talebi, etnik kökenlerini eşitlikçi bir statüde yaşamak arzuları ve bu temelde kendilerini ifade etmek istemeleri bölücülük yaftası ile nitelendirildi. Farklılıklarını ifadede ısrar edenler savcılar tarafında takibatlara uğradılar. Bu sebepten dolayı binlerce insan cezaevlerinde yattı, evrensel hukuktan yoksun ağır cezalara muhatap oldular.

Aydınlar, yazarçizerler bu yanlış politikalar üzerine çokça kafa yordular, binlerce makale kaleme aldılar, çok net yol gösterici ve yapıcı eleştiriler yaptılar. Ancak nafile!

En özgürlükçü görülen hükümetlerde bile bu yasakçı ve nobran zihniyet değişmedi.

Halen aynı mağduriyetler misliyle artarak devam ediyor. Söz konusu Kürtler olunca, bu devletin yanlış paradigması aynı şekilde mevcut hükümet tarafında da değişmeden yürütülmektedir.

Milletvekili, aynı zamanda Ak Parti anayasa komisyon başkanı ve bir de anayasa hukuk profesörü diyor ki: “Ana dilde eğitim şeytani bir iş olur.” hukuktan yoksun bir şekilde, Allah’tan korkmaz bir şekilde, peygamberden utanmaz bir şekilde, insanlıktan zerre kadar nasip almamış bir şekilde, mal,  mevki, makama, güce, statükoya tapar bir şekilde bu beyanatını yapmayı, “rahmani görüyor.”

Bu politikaların nihayette malumunuz ülkenin içinde birçok sıkıntılara sebebiyet verdiği aşikâr, dış dünyada iflas ettiği ortadadır. Türkiye’nin ne bu Türkî devletler nezdinde, ne de bu devletlerde yaşayan vatandaşları tarafından rol modelliği kabul edilmedi. Ağa beylik payesi hiç ama hiç Türkiye’ye verilmedi. İstedikleri kadar birkaç devlet tek millet denilse de bu bile riyakârlıktır.

Ak Parti ve Başbakan Tayyip Erdoğan’dan beklenen bu yanlış paradigmayı değiştirmektir. İçeride kamu hafızasının “soydaş değil “İnsan” vatandaşlık kavramı ile birey mutluluğu esası üzerine değiştirilmesidir. Dışarıda tüm ülkelerle sıfır sorun maksimum ekonomi ile kültürel, ticari kısacası hayatın her alanında karşılıklı güven içerisinde insani ve müspet ilişki ve iş birlikteliği geliştirilmelidir” Bölgede karşılıklı yarar sağlayacak faktörler ile ekonomik iş birliği komşu ülkelerle hakkaniyet üzerinde paktlar oluşturulmalıdır. Tüm iç ve dış işlerimizde ki devlet diplomasimizin hakkaniyet, şeffaflık, güven ve adalet temelinde politikalar üretmesi lazımdır.

Herkese kaza beladan uzak, sağlık ve huzurlu bir Kurban Bayramı yaşamaları dilerim

İYİ BAYRAMLAR….

İstanbul Times / Maksut Konyar