“Bu sorunlardan birincisi, kelam geleneğinin tarih boyunca tartışmayı sürdürdüğü “peygamberliğin ispatı”dır. İkincisi ise peygamberin hakikate ilişkin idrakinin mahiyeti ve peygambere ittiba eden bir müminin bu idrakten alacağı paydır. Felsefe geleneğinde nübüvvet sorunu, toplum ve siyaset sorunun bir parçası olarak ele alınır. Bu bağlamda filozofların peygamberlik hakkındaki tartışmaları esas itibariyle üç sorunu çözmeyi amaçlar. Birincisi, insanın bilgi yetileri açısından nübüvvetin imkânının ortaya konulmasıdır. İkincisi, insanın yetkinleşme süreçlerini hakkıyla tamamlayabilmesi için peygamberliğe duyulan ihtiyaçtan hareketle nübüvvetin zorunluluğun ortaya konulmasıdır. Üçüncüsü, peygamberin bilgi ve davranış bakımından tam olarak ne getirdiğidir.” 

Türker peygamberlik ve peygamberlik müessesinin neleri ihtiva ettiğini açıkladı. “Peygamberlik müessesinin ispatı, maddi ve manevi hayatın temelini oluşturan ilkenin temellendirilmesi, Müslüman olarak var olmanın varlık ve bilgi açısından zorunluluğun ortaya konulmasına dayanır. Peygamberliğin ispatı ise Allah’ın insanın bu âlemdeki varlığını tercih eden, var oluşun sırları hakkında insanı bilgilendiren ve insanlar içinde bazılarını elçi yapan bir ilah olduğunu kanıtlamaktır. Kelamcılar, Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in (sav) peygamber olduğu ve âlemin yoktan yaratıldığına ilişkin kanıtlamaları muhkem bir şekilde kurmuşlardır. İslam filozofları da kendi felsefi düşünceleriyle uyumlu şekilde Allah’ın varlığı ve peygamberliğin imkân ve zorunluluğuna ilişkin kanıtlamalar yapmıştır.” 

Ömer Türker, filozofların peygamberlikle ilgili görüşlerini üç madde de özetledi. “İlk olarak, filozoflara göre peygamberlik insanın hayat gücüne dayanır. Farabi başta olmak üzere İslam filozofları vahyin hususi bir dönüştürme olduğu kanaatindedir. Onlara göre peygambere ait taşıyıcı özellik, onun mizacının yani bedensel yapısının diğer bütün insanlardan farklı olarak mükemmel olmasıdır. Bu sayede peygamber diğer insan fertlerinin mahrum olduğu iki özellik kazanır. Birincisi, mizacının sahihliği ve tahayyülünün gücü sayesinde herhangi bir hazırlık yapmadan Faal Akıl’dan gelecek feyzi kabul eder yahut ma’kulü alır. İkincisi ise faal Akıl’dan gelen ma’kul feyzin yine herhangi bir hazırlığa muhtaç olmaksızın, neftsen hayale, hayalden hiss-i müştereğe, hiss-i müşterekten dış duyulara geçmesi ve dış duyulardan da dış dünyaya yansımasıdır. İşte vahiy tam olarak budur: I. Faal Akıl ile neredeyse çabasız bir irtibat ve II. Alınan feyzin doğrudan hayale aktarılarak bütün insanlar için anlaşılabilir hale getirilmesi.” 

Türker filozofların peygamberlikle ilgili ikinci görüşlerini şu şekilde özetledi: “Peygamberin hakikat bilgisini duyusallaştırabilmesinde ve onu diğer insanlara aktarabilmesinde önemli bir lütuf vardır. Bu lütuf, hakikat bilgisine uygun bir yaşam formunun nasıl olduğu sorusunun cevabıdır. Peygamber, hem akli olanı hayali hale getirerek insanlar için onu ulaşılabilir kılar hem de akli idrakin yetkinleşmesi için nasıl yaşanması gerektiğini gösterir. Yani peygamber, insanlara inanılması gereken hususlar ile yapılması gereken eylemleri bütün insanları dikkate alarak belirleme özelliğine sahiptir. Bu demektir ki insan türünün yetkinleşmesi için peygamberlik zorunludur ve genel olarak insanlar için kendi varlıklarından sonra bahşedilen en büyük lütuf hakiki bir peygamberin doğrudan kendisi veya öğretisiyle karşılaşmaktır.” 

Türker, filozofların peygamberlikle ilgili üçüncü görüşlerinin pratik hayatı düzenlemek üzerine olduğunu söyledi. “İnsanlar medeni olarak yani toplu halde yaşama ihtiyacındadır. Zira bir insan ferdi diğer fertlerin yardımı olmadan ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamaz. İnsanların oluşturduğu toplumsal hayattaki ortaklığın bir muameleye, muamelenin yasaya ve yasanın da adalete ihtiyaç duymasıdır. Bu durum, adaleti bilen ve yasaları adil olacak şekilde vaaz eden bir yasa koyucu gerektirir. Filozoflar yasa koyucunun bir şahıs olması gerektiği hususunda ısrar ederler. Bunun oldukça makul bir sebebi vardır: İnsanın bu dünyada yapıp ettiği her şey sonuç itibariyle insanı hakiki yetkinlikten mahrum bırakır. Peygamberi diğer bütün yasa koyuculardan ayrıştıran şey, insan türünü yetkinleştiren inanç ve davranışları belirleyebilme özelliğidir. Bu durumda peygamber, insanın bir arada adil bir hayat sürmesini sağlamak için yasa koyma işlevini yerine getirir. Filozoflar için yasa sadece hukuki ilke veya kurallar anlamında değildir. Yasa, hem inanılması gereken inançlar hem de uyulması gereken davranışlar bütünüdür.”  

Editör: TE Bilisim