Geçmişten bugüne ışık tutması açısından aşağıda anlatılan tarihteki olaylar, anlaşmalar, savaşlar, birliktelikler hep iyi ve kötünün bir mücadelesi olmasına rağmen iki tarafın yetiştirmiş olduğu işini bilenlerin liyakatla görevini yapanların neler yaptıklarını göstermektedir. Bir de liyakatsiz, işini bilmeyen, gözü aç, kişiliği ve karakteri oturmamış insanların yönetime gelince neleri yok ettiklerine hep beraber göreceğiz. İşte önemli olan nitelikli, donanımlı insanlar yetiştirmek ve onlara yetkiler vererek daha iyi sonuçlara ulaşmak varken; yıkıma götürenlerin “VATAN HAİNLİĞİNİN TİCARETİ” iliklerimize kadar yaşıyoruz. Bugün bu aşağıdaki yazdıklarımla yaşadıklarımızı karşılaştırırsanız her şeyi açık seçik görebilirsiniz.

8 Haziran 1815 VİYANA KONGRESİ

ŞARK MESELESİ: 19. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu`nun toprak bütünlüğünün korunması, 19. Yüzyılın ikinci yarısı ise TÜRKLER`in Avrupa`daki topraklarının paylaşılması, 20. Yüzyılda da, imparatorluğun bütün topraklarının bölüşülmesi anlamını da kullanılmıştır.

1826 yılı YENİÇERİ OCAĞI bir zaman Avrupa`nın korkulu rüyası olan TÜRK ORDUSU kendi eliyle adama kaldırtırlar. Bunu batılaşma adına öyle güzel adama yaptırırlar. Başarılı bir ordu nasıl başarısız bir hale getirildi? Şimdi yaptıklarımız bizlere bir şeyler analtır her halde değil mi?

13 Ocak 1830 yılı yeniliklere hız vermek adına Damat Müşir Halil Rıfat Paşa`nın;

“AVRUPA`YA BENZEMEZSEK ASYA`YA DÖNMEYE MECBURUZ.” Teslimiyeti bugünleri yaşayan bizlere bir şeyler hatırlatıyor mu? Bir zamanlar “KÜÇÜK AMERİKA HAYELLERİ DE KURMUŞTUK” değil mi?

16 Ağustos 1838 BALTA LİMANI TİCARET ANLAŞMASI – MUSTAFA REŞİT PAŞA

Osmanlı – İngiliz Balta Ticaret Anlaşması ile İngiltere Kapitülasyon düzeyinde bakın ne maddeler var. Daha Fransız Kapitülasyonlar yoktur.

1 – İngilizler`in getirdiği veya götürdüğü mallar bir kez belirlenen gümrük vergisi ödedikten sonra artık iç gümrüklerde vergilendirilmeyecekti. Oysa iç gümrükler yerli tüccar için devam edeceğinden bunlar aleyhine haksız bir rekabet söz konusuydu.

2 – Bazı ürünler için Osmanlılar`ın uyguladığı yed-i vahit (tekel) usulü kaldırılacaktı. Böylece İngiliz tüccarları tek tek üreticiden alım yapabilecekleri için fiyatları artık onlar belirleyecekti.

3 – İngilizler Osmanlı ülkesinde iç ticaret de yapabileceklerdi.

Bu maddeleri tek taraflı olarak AVRUPA GÜMRÜK BİRLİĞİ 1994 – İTHALAT CENNETİ – DEMEK Kİ; devlet kurtarmakla iş bitmiyormuş. Adama aynı çorbayı tekrar yediriyorlar. Mesele; onu tekrar yemeyecek düzenler ve işin ehli insanlar yetiştiren ve onları koruyup yönetime dâhil etmekteymiş marifet değil mi?               

1838 Ticaret Anlaşması`ndan sonra Osmanlı hükümeti, sömürgeci devletler demek olan büyük güçlerin oy birliğiyle onayı olmadan gümrük konusunun da yeni vergiler koyamadığı ve vergi sistemini de değiştiremediği için devletin maden üretiminden kar ettiği de söylenemez. Sakın ha bugünkülerle karıştırmayın adamlar işini yapıyor canım… Bizimkiler ayak uyduruyor canım ne kadar bizi düşünüyorlar değil mi?

1838`de İngilizler dünyanın küreselleştiğine dair bir edebiyatla ve Osmanlı İmparatorluğu içindeki bazı idarecileri satın alarak GÜMRÜK BİRLİĞİ ANLAŞMASI imzalattılar. Yanlış anlamayın BALTA LİMANI ANLAŞMASI`ndan bahsediyoruz.  İngiliz malları Osmanlı`ya doldu. O zamanlar ANKARA`nın nüfusu 40 bin civarındaymış. Büyük bir el dokuma sanayisinde dünyaca meşhur kumaşlar üretilirken bu antlaşmadan 10 – 15 yıl sonra ANKARA`nın nüfusu 30 bine düşmüş, dokuma sanayisi ölmüştür. Tabi bu anlaşma ile birlikte Osmanlı sanayisinin çöküşünü hızlandırmış ve ticaretin kontrolü el değiştirmeye başlamıştır.

1778 yılında Fransa Osmanlı`dan 2 milyon 300 bin Livre değerinde pamuklu bez ithal etmişti. 1789`da ise Osmanlı Fransa`ya ağır gümrük vergilerine rağmen 187 bin livre değerinde ipekli kumaş satmıştı. Osmanlı`nın bu ihracına mukabil FRANSA`nın TÜRKİYE`ye ihracatı yok gibidir.

1800 – 1820 yıllarında İstanbul`da kumaşçı esnafının 2750 tezgahı olduğunu bildiren HÜSEYİN AVNİ bu tezgahlarda 5000`den fazla insanın çalıştığını belirttikten sonra 1868`de yerli sanayinin ıslahı için hazırlanan inceleme raporuna dayanarak diyor ki;

“İSTANBUL`DA SADECE 25 DOKUMA TEZGÂHI KALMIŞTIR.”

Bir başka örnek; OSMANLI ŞEHRİ HALEP`te pamuklu ve ipekli kumaş dokuyan 40.000 tezgâh senede 100 milyona ulaşan bir değerde mal imal ediyordu. Bu değer yapılan yanlış anlaşmalar ve yönetimlerle yenilik adı altında BALTA LİMANI ANLAŞMASI, TANZİMAT FERMANI olarak karşımıza çıkarlar…  Sonuçta Halep`te üretim 100 milyon metreden 7 – 8 milyona düşer…   Parayı da başkaları götürür… Vatan hainliğini gören var mı?

Başka bir örnek; İngiliz Albay Handerson ANKARA`dan seçtiği damızlık keçilerini Güney Afrika`da özel olarak kurulan İngiliz Çiftliklerine götürmüş çoğaltmış ve böylelikle 1856`ya gelindiğinde İngiltere Osmanlı`nın 1838`e dek kıskançlıkla koruduğu tiftik kumaşını tekeline son vermiştir.

Bunları niye mi anlatıyorum? Yıl 1963 ANKARA ANLAŞMASI ile ortaklık kurma yoluna gittiğimiz Avrupa Ekonomik Topluluğu`na geçiş dönemi bizlere tekrardan yaşatanlara ne diyelim. Evet duyar gibiyim anlaşma hiç yapmayalım mı? Yapalım da hakkımızı koruyacak anlaşmalar yapalım. Yoksa teslim olmak için anlaşma yapılmaz. Bunun adı vatana ihanettir.

Bakın 1838 TİCARET ANLAŞMASI`nın güzel bir incelemesini yapan Yusuf Kemal TENGİRŞEK, REŞİT PAŞA ve Arkadaşları için bakın ne diyor;

“Bu muahedenin neticede memleketin sanayisini belini doğrultmaz bir hale getireceğini, devletin başına DÜYUN – I UMUMİYE idaresi gibi bir bela musallat edeceğini elbette keşfedemiyorlardı.” Demiş. Bugün TÜRKİYE`yi Ortak Pazar`a veya AVRUPA BİRLİĞİNE sokmak isteyenlere BU SÖZLERİ BİR KEZ daha hatırlatmayı bir vatan borcu biliriz.

Bizde Batılaşma hareketinin başlangıcı olarak 3 Kasım 1839 TANZİMAT FERMANI gösterilir. Biz Batı`dan almamız gereken şeyin teknoloji olduğunu, kültürün ise milli olması gerektiğini göstermemişiz. Batılaşmahareketine, Hıristiyanlığı benimseme olarak bakmışız. Mustafa Reşit Paşa`nın İngilizlerle yaptığı ticaret antlaşması, sanayileşmemize en büyük darbeyi vurmuştur.

 Mustafa Reşit paşa hem mason hem de pozitivist olarak pozitivizmin kurucusu Auguste COMTE ona gönderdiği mektupta sadece pozitivizme değil, yeni insanlık dinine de davet etmektedir. Yabancılaşma, Mustafa Reşit Paşa eliyle, batılılaşmaya ve işbirlikçiliğe dönüşmüştür. Bunun sonucunda 1839 yılında azınlıklara ve Batı`ya hukuki tavizler içeren TANZİMAT FERMANI ilan edilir. Mustafa Reşit Paşa Tanzimat`ın ülke için faydalı olacağına, yeni padişah ADDÜLMECİT`i inandırmıştır. Abdülmecit`in en büyük hatası da masonların yetiştirdiği işbirlikçileri işbaşına getirmesidir. Bunun sonucu olarak Sultan Abdülmecit, bu işbirlikçilerin devleti içerden yıkma siyasetlerini hemen anlayamamıştır. Bugünlerde yaşadıklarımıza hiç benzemiyor değil mi?

II. Mahmut, Mustafa Reşit Paşa`nın İngilizlerle işbirliği içinde olduğunun tespitinden sonra Paşa İngiltere`de iken idamını emreder. Yakınları bu durumu Paşa`ya gizlice bildirirler. Paşa hastalık bahanesi ile gelişini geciktirir. 1 Temmuz 1839`da II. MAHMUT vefat edince Reşit Paşa bundan sonra İstanbul`a gelir. Bugünler o günler hiç aratmıyor değil mi?

Mustafa Reşit Paşa, II. Mahmut`un ölümünden (1839) sonra ülke idaresinde tek söz sahibi olur. Tahta geçen 16 yaşında padişah Abdülmecit`i TANZİMAT FERMANI`nın ilanına ikna eder, 2 Kasım 1839`da GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU (TANZİMAT FERMANI) ilan edilir.

1800`lü yıllarda başlayan kendi toplumuna yabancılaşması yanında batıya yaklaşması başladı. 1900`lü yıllarda ise bu yabancılaşma o kadar başarılı oldu ki kendi amaçlarına hizmet edecek kimseyi bulmakta zorluk çeken bir OSMANLI meydana gelmişti. Batı ise bu aralıktan sızarak isteklerini daha da şiddetlendirmeye başlamıştı. Artık Osmanlı SADRAZAMLIK makamı Batı devletlerinin müdahaleleri ile el değiştiren bir makam haline gelmişti. Bugün her halde bunlardan ders aldık mı dersiniz?

3 Kasım 1839 TANZİMAT FERMANI Osmanlı`nın zayıflığını ve Batı`nın güçlendiğini gösteren bir dayatma metindir. Hatta Mustafa Reşit Paşa`nın Tanzimat hazırlıklarının Ermeni kâtiplerle birlikte yaptığı, ayrıca Paşa`nın hizmetinde bulunan BLAGUE, GARACHİN ve COR adlı Fransızların da Tanzimat`ın hazırlanmasında çaba harcadıklarını iddia ederler.

Tanzimatla “EMPERYALİST BATI MEDENİYETİNİN KENDİSİNİ ZORLA KABUL ETTİRDİĞİNİ” yazan Köprülü, Engelhard ile aynı fikirdedir.

Engelhard ne demiş:

“TANZİMAT AVRUPA`NIN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BİR MANEVİ FETİHTİR.” Acaba yakın tarihimizde de bunlar yapılıyor mudur? Bizimkiler akıllanmışlardır her halde!

Tanzimat ve sonrası bize, BATILILAR`ın önerdiği ve denetlediği bir BATILAŞMA DÜZENİDİR. Bu düzen imparatorluğu batırmıştır. Çünkü endüstrileşmeyi sağlayan değil, engelleyen bir tutumu içermektedir. Sanki bugün batının “AVRUPA BİRLİĞİ” düzeni bize üretmek yerine tüketmeyi dayattığı gibi değil mi? Kendi kendine yetebilen bir tarım devletinden “SAMANI” bile ithal eden “İTHALAT CENNETİ” olduk…

ATAMIZ NE DEMİŞ:

“BAŞKASI OLAMA KENDİN OL, BÖYLE ÇOK DAHA GÜZELSİN… AA….AAA…..”

Batılılar`a taklit edip onlara şirin görünmeye çalışan, batılılar`a onlar gibi yazıp, onlar gibi düşündüğünü göstererek marifet sayan, kendi kültürü ile ne kadar yoğrulsa, Batı kimliği ve kişili ile asla bütünleşmeyeceğini, Batı`ya daima yabancı kalacağını, hatta üçüncü sınıf insan yerine konulacağını, kendi toplumuna yabancılaşmakla başka toplumda asla kabul görmeyeceğini, artık kendi toplumuna yabancılaşan yeni bir nesil, yeni bir aydın ortaya çıkmaya başladı.

Bunlar artık ne “DEVE” ne de “KUŞ” fakat bunu da göremiyorlar. Böyle yandaşlar bulduktan sonra, emperyalistler dünyası için TÜRKLÜĞÜ ve İSLAM`ı ezmek çok kolaylaşmaktadır.

Bunun sonuçlarını 1860 “LALE DEVRİ”`nde OSMANLI en güzel örneklerini bizlere göstermediler mi?

Batılıların iltifatına mahzar olmak TÜRKLER`in ve Türklüğün aşağılanması onları hiç ırgalamaz. Hatta bu işi bizzat yaparlar. Bundan da özel bir rahatlama duyarlar.

İstanbul`a yerleşen ve hayatının büyük bir kısmını burada geçiren PİYER LOTİ bu gençlere bakın ne diyor;

“Ben sizin hayranı olduğunuz o hayat tarzını bırakıp buraya geldim. Gerçekten huzur ve güven bu yaşam tarzında ama sizler bunu göremiyorsunuz.” Diyerek aslında en büyük “OSMANLI TOKATINI” atmış fakat bizler hala uyanmamakta diretiyoruz.

18 ŞUBAT 1856 ISLAHAT FERMANI – ALİ PAŞA

“MİLLET-İ HÂKİME” olan MÜSLÜMANLARDAN bu imtiyazlı durumu alıyor, din farkı gözetmeksizin bir “OSMANLI” vatandaşlığı kurmaya çalışıyordu. Bugün “TÜRK” kelimesi her tarafta siliniyor veya silinmeye çalışılıyor. Anayasadan çıkartılmak isteniyor. Ne güzel memleket yönetiliyor değil mi?

Nerde kalmıştık; bu ferman Tanzimat Fermanı`nı doğruluyor, fakat bunun ötesinde Müslüman olmayanları Müslümanlarla eşit kılacak ayrıntılı birçok somut hükümler içeriyordu. Aslında Osmanlı devletinin Avrupa sayıldığı, toprak bütünlüğünün güvence altına alındığı pek de doğru değildi.

Müslüman olmayanlara getirilen haklar Müslümanlarda tepkilere yol açtı. Ferman;

“GAVURA GAVUR DENMEYECEK” tarzında acı olaylara konu oldu. Hatta İNGİLTERE ve FRANSA`nın müdahalesini davet eden, Hristiyanlara yönelik toplu saldırılar yaşandı. (CİDDE, LÜBNAN, ŞAM olayları). Bu anlattıklarımın bugün yaşadıklarımızla hiç alakası yok değil mi?

İngiliz elçisi CANNING, verilen imtiyazları yeterli bulmuyor, din özgürlüğünün tam olarak sağlanamadığından şikâyet ediyordu. Fransa ise Fransız dilinin OSMANLI birliğini sağlayacağı hususunda yeterli garanti verilmediğinden şikâyetçiydi.

Ahmet Cevdet Paşa`nın ifadelerinde 1856 ISLAHAT FERMANI`nın İNGİLİZLER`i memnun etmek için yayınladığı anlaşılmaktadır.

Bu devletler 1861`de birlikte verdikleri bir nota ile ecnebilerin gayrimenkul satın almalarını yasaklayan ve 1856 ISLAHAT FERMANI`nda kaldırılacağı vaat edilen kanunun değiştirilmesini istediler. Uzun mücadelelerden sonra 1867`de ecnebilerin Osmanlı topraklarında gayrimenkul satın almalarına izin verildi. Bugün bunları hiç yapmadık o zaman hiç sorun yok değil mi?

Mustafa Reşit Paşa TANZİMAT FEMANI ile kapıyı araladı. (İngiliz yanlısı)

Ali Paşa ISLAHAT FERMANI ile kapı ardına kadar açılmıştır. (Fransız yanlısı) olarak arasındaki farkı da belirtmekte yarar vardır. Bunlar “OSMANLI PAŞASI VE MİLLETİNE HİZMET İÇİN MÜCADELE EDİYORLAR” değil mi?

E. Ziya KARAL RESMİ TARİHÇİ OLARAK;

“Islahat Fermanı yabancı devletlerin hazırladığı ve Bab-ı Ali`nin kabul etmek zorunda kaldığı bir ıslahat programıdır. Osmanlı devleti bu fermanı kendiliğinden dünyaya açıklamakla, hükümdarlık haklarını şekil yönünden kurtarmış oluyordu.”  Bugün bizimkiler böyle bir şeyler yapmıyorlardır her halde değil mi?

Osmanlı aydın mutlakıyetçiliğinin bir eseri olan TANZİMAT FERMANI`yla başlayan dönem, dış devletlerin müdahalesi ile çıkılan ISLAHAT FERMANI`yla noktalandı.

Islahat Fermanı, Tanzimat Devri yöneticileri kadar günümüz tarihçileri arasında da niteliği tartışılan bir belgedir. Bu fermanın tamamen dış baskı sonucu çıkarılan, devletin onurunu kıran ve hatta bağımsızlığını zedeleyen bir belge olduğu söylenmişti ve halen söylenmektedir. Şimdi biz daha ne diyelim?

“GÜÇLÜ OLMAZSAN; KOCAN ÇOK OLUR” sözü ile “YEDİ KOCALI HÜRMÜZÜ” bile geçersin…

Güçlü olmak; ekonomi, eğitim, kültür, üretim, teknoloji ile olur. Sen bunları yapma fakat ağzın ile dünyaları kurtarırsan olacağın son yukarda anlattıklarımdan ileri gitmez…

Bak elin oğlu 1860`lı yıllarda yabancı sermayedarlar OSMANLI`nın tabii kaynaklarının işletme haklarını almışlardır. Daha sonra OSMANLI MADENLERİ üzerinde AVRUPA DENETİMİ kuruldu. Osmanlı Maden Kanununu Batılılar`ın baskısı ile 1869 – 1886 – 1901 – 1906 yıllarında ecnebiler lehine değiştirildi. Ereğli`de 124 maden ocağından sadece 39`u Osmanlılarca işletiliyordu.

1887`de kurulan İNGİLİZ BORAKS ŞİRKETİ BORAKS Cevherinin imtiyazını almıştı.

 Çinkonun üçte ikisini, KURŞUN ve MANGANEZ`in % 80`nden fazlasını, zımpara taşının % 90`ını, ANTİMUAN ve BORAKSİT`in ise tamamını yabancı maden şirketleri çıkarıyordu..

Islahat Fermanı ile borçlanmalar arttı. Bundan sonra Fransa KATOLİK OKULLARI ve PROTESTAN AMERİKAN KOLEJLERİNİN sayısı hızla arttı. Amerikan misyonerleri çok güçlü ekonomik kaynaklara ve örgütlenmeye ve devletlerinin siyasi desteğine sahiptiler. Onlar, Osmanlı ülkelerini misyonerlik açısından ASYA`nın anahtarı olarak görüyorlardı. Amerikan misyonerleri Osmanlı toprakları üzerinde özellikle şu bilgilerin üzerinde araştırıyorlardı:

Halkın dinsel açıdan durumu nedir?

Halkın eğitim durumu nedir?

Sınıf farklılıkları ne düzeydedir?

Din adamlarının bilgi düzeyi nedir?

Toplu ibadete hangi sıklıklarla katılıyorlar?

Ahlak düzeyi nedir?

Bundan yüz sene sonra 1960`lı senelerde Amerika`nın “BARIŞ GÖNÜLLÜSÜ” adı altında ANADOLU`nun her yerine gönderildiği HRİSTİYAN MİSYONERLERLE bu bilgileri en küçük detaylarına kadar topladılar.

Artık 1876`lara doğru Batı`nın OSMANLI üzerindeki baskısı SADRAZAM VE YÖNETİCİ deştirmeyi aşarak, bunların vasıtasıyla PADİŞAH değiştirmeye kadar gitti. Daha sonra ise bir imparatorluğun yıkılmasına giderken acaba bugün önümüze getirilen REFERANDUM neyin baskısı olabilir?

30 MART 1856 PARİS KONFERANSI

“SALTANAT-I SENİYYENİN AVRUPA HUKUK-I UMUMİYESİ VE CEMİYETİ MENFAATİNDEN HİSSEDAR OLMAYA DÂHİL OLDUĞUNU İLAN EDERLER.” Demek suretiyle Osmanlı devletinin Avrupa devletleri (FRANSA, İNGİLTERE, AVUSTURYA, RUSYA, SARDUNYA) TOPLULUĞUNUN bir üyesi olduğunu belirtiyordu. Kulağa hoş geliyor değil mi? Fakat içinde ne cambazlıklar var gören var mı?

Padişah`ın 18 Şubat 1856`da yayınladığı ISLAHAT FERMANI`nı devletlere tebliğ ediyor ve devletler bunu memnuniyetle karşıladıklarını belirtiyorlardı.

 Anlaşmanın 22- 27 maddeleri EFLAK ve BOĞDAN`a aittir. Bu maddelere göre EFLAK ve BOĞDAN “ÖZERKLİK” DEVLETLERİN GARANTİSİ altına konuluyordu. Her iki eyaletin de kendisine ait meclisleri olacaktı. Hiçbir devlet EFLAK ve BOĞDAN`ın iç işlerine karışmayacaktı.

Paris Anlaşması`nın bu hükümleri bu iki eyaletin birleşmesine ve Osmanlı İmparatorluğu`ndan kopmasına doğru atılmış bir adım oluyordu. Hiçbir devletin iç işlerine karışmayacağına dair hüküm ise Rusya`ya karşı alınmış tedbirdi.

Anlaşmanın 28. Ve 29. Maddeleri ise SIRBİSTAN`a aittir. Bu maddelerle SIRBİSTAN`ın OSMANLI Devletinden şimdiye kadar almış olduğu ÖZERKLİK hak ve yetkileri, devletlerin garantisi altına alınıyordu. Devletlerin onayı olmadan Osmanlı devleti Sırbistan`a asker sevk edemeyecekti.

Sırbistan`a ait olan bu hükümetlerle, Osmanlı devletinin Sırbistan üzerindeki hükümdarlığı zayıflatmış oluyordu. Nitekim Sırbistan, yirmi yıl kadar sonra bağımsızlığını alarak Osmanlı İmparatorluğu`ndan ayrılacaktır.

Bu anlattıklarımızdan ve bugünün şartlarında zaten kimse özerklik istemiyor değil mi? “REFERANDUMUNU VE VATAN HAİNİNİN TİCARETİNİ” GÖREN VAR MI?

Sevgi ve saygılarımla…   “TARİH BİLMEK, VAR OLMAK DEMEKTİR”…   ATA MİRASI ULUS…    MURAT AKBAŞ

Kaynakça: KÜRESEL GÜÇ İLE SON TANGO – FETHİ ALİKOÇ – TOGAN YAYINLARI