Yazı yazmanın da bir namusu vardır, yayıncılığında. Yazar özgün yazabilmeli, yayıncıda özgün yayınlar yapabilmeli. Bu devirde böyle mecralar parmak ile sayılacak kadar az ama gururla söyleyebilirim ki; yıllardır yazı yazdığım timetürk tamda öyle bir mecra, yayın ilkeleri ve yazarın özgün yazılarına müdahale etmedikleri için yayın ekibine teşekkür ediyorum. Bir kez daha kısaca kalemimi özetleyeyim. Kalemim; mağdurun, mazlumun, kimsesizlerin, sesi duyulmayanların sesidir. Yalnızca hakkı ve hakikati seslendirir, korkmaz! Tehditlere, şantajlara asla boyun eğmez! Rabbim’den ümit ediyorum ki; son nefesime kadar aynen böyle kalsın. Çünkü mazlumların sesi ninni gibidir, kalplere huzur verir. Maharet entelektüel görünmek adına cümlelere takla attırmak değil, maharet sorunların çözümü için yürekten yazmak. Mesele kelimelere takla atmak olsa, hiçbir şey bilmiyorsa kişi, googleden kes kopyala yapıştırmakla bu sonuca ulaşır. Allah böyle olmaktan, ilim hırsızı olmaktan bizi korusun. Gurur ve kibirden bizi uzak eylesin. Gittiğimiz yolda bizi eğriltmesin. Çünkü insanoğlu beşer, şaşar. Ama duanız, desteğiniz olduğu müddetçe inşallah şaşmamaya gayret edeceğim.

Çalkantılı bir dönemde yazmanın zorluğunu ancak kalem sahipleri bilir. Bir cümle onlarca insanın hayatına mal olabilir. Özelikle İŞID tarafından alıkonulan 46’sı vatandaşımız 49 Musul konsolosluğu çalışanımız tutulu olduğu sürece sorumluluk duygusu ile kalemini oynatanlara teşekkür ederim. Onların hayatını hiçe sayarak kalem oynatanları da kınıyorum. İŞID tarafından 101 gündür tutulan Musul Konsolosluğu çalışanların serbest kalması bizi ziyadesiyle mutlu etti. Rabbim bir daha böyle bir sınavla imtihan etmesin. Bu süreçte emeği geçen herkese sonsuz şükranlarımı millet adına arz ediyorum. Özelikle bu vatandaşlarımızı günlük siyasi aktüele kurban etmeyen başta dönemin Başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dönemin Dışişleri şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ayrı ayrı teşekkür ederim. Şükür kâbus bitti.



BEDELLİ VE ATAMA TALEPLERİ

Şimdi güncel siyasi sorunlarımıza dönme zamanı. Ülkeler var oldukça çeşitli sosyal, ekonomiksel, siyasal sorunlar ile karşı karşıya kalır. Bunları çözmek her ne kadar güçlü bir iktidarın en temel görevi ise, muhalefettin de temel görevleri arasındadır. Ayrıca topluma düşen ödev ve sorumluluklar vardır. Ödev ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren toplumlar refah düzeyini hızlıca yakalar ama bunları ihmal eden her zaman 3. Sınıf dünya ülkesi olmaya adaydır. Bu sebeple son 12 yıldır güçlü bir iktidar tarafından yönetilen Türkiye büyük bir sıçrama gerçekleştirmiş ve müreffeh yarınlara doğru hızlı adımlar atmıştır. Savunma sanayinde en parlak dönemini yakalamıştır. Fakat halen istenilen sonuca ulaşılmamıştır.

Çünkü gelişmiş ekonomilerde bir alana yönelip, başka alanları ihmal etmeye gelmez. Tarımsız bir ekonomi düşünmek bir felakettir. Hayvancılığı olmayan bir ülke hayal etmek mümkün değil. Çünkü insan yaşamının en temel besinleri bu alanlardan elde edilmektedir. Hal böyle iken biz halen ithal ürünler almaktayız. Daha fazla kar elde etmek için yarışan dünya ekonomileri, fazla üretim için GDO’ya başvurmaktadır. GDO insan sağlığını tehdit eden tehlikeli, ölümcül bir üretim tekniğidir. Olumsuz etkileri kısa vadede sezilmese de, uzun vadede kanser ve birçok hastalığa neden olduğu söylenmektedir. Ayrıca en temel üretim maddesi olan yerli tohumumuz bile yok denecek düzeyde. Bugün tarımsal tohum ithal eden bir ülke konumundayız. En acısı da, dünya için büyük tehlike arz eden İsrail’den hazır tohum satın almaktayız. Çünkü aşırı sağcı Yahudiler tüm insanların İsrail oğullarının kölesi olduğunu, katledilmelerinin bile sevap olduğunu iddia etmekte, hal böyle olunca ithal İsrail tohumlarına güvenmek tam bir felakettir.

Bir yurttaş olarak ödev ve sorumluluğumu yerine getirmek adına Türkiye Hükümetini bu konuda uyarıyorum. İthal gıda ve tarım ürünlerinden acilen vazgeçmeleri çağrısında bulunuyorum. Çünkü haklı olduğuma inanıyorum. Üç tarafı denizlerle çevrili yarım ada olan ülkemde ithal uskumru yemekten hicap duyuyorum. Dünyanın en geniş tarım alanlarına sahip ülkemde ithal buğdaydan öğünmüş undan ekmek yapılmasından hicap duyuyorum. Hicap duyuyorum, çünkü ülkemde 70.000 mühendisim var ve hepsi bu işte uzman ve hepsi sokaklarda işsiz geziyor. Benim ithal tohum yerine yerli tohum üretecek Tarım Mühendisim var, benim ithal uskumru yerine yerli uskumru üretecek Su ürünleri ve Balıkçılık Teknolojileri bölümü okumuş mühendislerim var. Benim ithal Angus yerine sağlıklı hayvan yetiştirecek Veteriner Hekimlerim var. Benim Gıda Mühendisi binlerce mezunum var ama ben halen hakkıyla denetlenmeyen gıdalar tüketiyorum. Ramazandan Ramazana denetime hayır! Gıda her an, hergün her saat denetlenmelidir. Denetlenmiyor, oysa benim ülkemin bu mühendisleri istihdam edecek gücüde var.

Bir buçuk, iki yıl için de 100.000 öğretmen ataması yapan devletim, 20.000 mühendise istihdam sağlamıyorsa ben bundan hicap ediyorum. Çünkü bunca çocuk/genç sokaklarda işsiz dolaşsın diye okumuyor. Eğer öyle ise Mühendislikleri kapatın herkes öğretmenlik okusun! Ayrıca, Uluslar arası, Felsefe, Biyoloji, Genetik Mühendisliği vs hepsini kapatın. Bu ülke de bunlara istihdam sağlanacak alanlar yoksa bu gençler niye okusun/okuyor?! Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük önem verdiği aile ve çok çocuk için istihdam şart.

Bir diğer yandan 12 aydır bedelli bekleyen, işini yuvasını kuran gençler stres altında. Bir an önce verilen sözler yerine getirilip bedelli yasası çıkmalı. Yaşın 25 bedelin ise 15 bin olması gerekir. Çünkü böyle olursa yüz binlerce insan faydalanır ve herkes rahata erer. Savaş olursa bedelli işi ertelenir vs diyenler yanılıyor. Kurtuluş Savaşının en çetin şartlarında dahi Mustafa Kemal Atatürk bedelli askerliği uygulamıştır. Bunu tarihçiler çok iyi bilir. O yüzden bedellide savaş halinde dâhil geri dönüş mümkün değil, öyle ise bir an önce çıkmalı ve ayrıca lisans tamamlama için AÖF’e müracaat eden gençlerin önüne askerlik durum belgesi ya da tecil şartı konuluyormuş. Bu durum Anayasa 42. Maddesine aykırıdır. Çünkü Anayasa “En temel hak olan eğitim hiçbir şekilde engellenemez!” diyor. Türkiye’de zorunluluk askerlik her alanda sorun olmaya devam ediyor. Bedellinin yanı sıra bir an önce zorunlu askerlik ortadan kaldırılmalı ve acilen profesyonel orduya geçilmelidir.

Neden Hekimoğlu Süleyman bu sorunlar ile hep ilgili diyenler yazımın girişinde anlatmaya gayret ettim. Şimdi dini acıdan da anlatmak isterim. Müminler; hep Muhammed’i olmaya, Ömer’i olmaya gayret eder. Muhammed’i olmak; “Emin olmaya gerektirir.” Emin nedir, kime denir? Emin İki Cihan Serveri Hz Muhammed’in (sas) daha peygamber olmadan evvel, Mekke’li müşriklerce kendisine verilen unvandır. Bu sebeple Muhammed’i olmanın temel şartı da güvenilir olmaktır. Güvenilir kimse; “Elinden, dilinden, belinden.” Emin olunan kimsedir. Emin olmak, verdiği bir sözü tutmak olduğu gibi, emanete hıyanet etmemek, yalan konuşmamak, doğru olmak vs ile de açıklanabilir. Bende sadece Hz Muhammed’i (sas) taklit eden biri olarak hem bedelli bekleyenlere hem de atama bekleyenlere bir söz verdim. Hamd olsun bedelli çıkma aşamasına geldi. Çıkana kadar da bedelli bekleyen kardeşlerimi yalnız bırakmam. Şimdide atama bekleyen “Gıda, Tarım, Ziraat, Su Ürünleri Mühendisleri ve Veteriner Hekimlerine” destek sözü verdim. İnşallah çıkana kadar onları da yalnız bırakmamaya gayret edeceğim. Ömer'i (ra) olmak adaletli olmak demektir. Bu sebeple atama bekleyen tüm branşlara eşit mesafedeyim.

Bedelli sürecinde ceplerinden arayıp rahatsız ettiğim, başta Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç, Numan Kurtulmuş, Millet Vekiller Harun Karaca, Burhan Kuzu, Hacı Bayram Türkoğlu ve Muhalefet Milletvekilleri Gürsel Tekin, Akif Hamza Çebi, Muharrem İnce ve iktidardan sürekli temas halinde olduğum adını yazamadığım onlarca Bakan ve Vekille anlayışlarından, desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum. Mesajlarımı sürekli Cumhurbaşkanımıza ileten Danışmanlar ve Özel kalemden yetkililerimize de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Bu süreçte elbette bizi kıranlarda oldu. Onlara da hakkımı helal ediyorum. En kısa zamanda bu sürecin hayırla neticelenmesini temenni ediyorum. Sevgilerimle...