Emevilerin Taraftarı Olan Satılmış Tarihçileri Ve Muhaddisler; Hz.Peygamberin Risaletini İlk Tastik Eden,  Başkoruyucusu  İslâm kahramanı Âmcası Hz.Ebu 

Tâlibe İftira Konusunda O'Kadar İleri Gitmişlerdir ki, Hikâyeler Uydurmakla Kalmamış, Kur’ân’ı da Kötü Emellerine Âlet Etmişlerdir. Allah’ın kelâmını amacından saptırarak tahrif etmişler,özellikle üç âyet hakkında doğru olmayan hikâyeler yazmışlardır. Bu uydurma hikâyeler, Ebû Tâlib’in müslüman olmadığı konusunda ileri sürülen en meşhur metinlerdir.

1.Âyet:“Onlar hem insanları ondan uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar.Oysa onlar farkına varmadan sadece kendilerini helâk ederler.”

Taberî ve diğerleri Süfyân-ı Sevrî’den, 

o da Habîb bin Ebî Sâbit’ten,o da Ferdî’den,o da Güyâ? İbn Abbas’tan şöyle nakletmektedirler:

Bu âyet Ebû Tâlib hakkında inmiştir. Ebû Tâlib, insanları Peygamber’e eziyet etmekten alıkoymuş, fakat kendisi îman etmediği için ondan uzaklaşmıştır.

Kurtubî, önce bu âyetin bütün kâfirleri kapsadığını yazmıştır.Kâfirler, insanları Hazret-i Muhammed’in yanında olmaktan alıkoymuşlar ve kendileri de ondan uzaklaşmışlardır. Ardından şu görüşlere yer vermektedir:

İbn Abbas’tan ve Hasan’dan şöyle nakledilmiştir:

Bu âyet, Ebû Tâlib hakkındadır.O, kâfirlerin Peygamber’e eziyet etmesini engellemiş, fakat ona îman etmekten içtinap etmiştir.

Siyer yazarları da İbn Zeb’arî olayını Güyâ? İbn Abbas’tan nakledip şöyle söylemişlerdir:

Bu âyet, Ebû Tâlib’in Kureyşlilerin karşısında yer almasından sonra nâzil olmuş ve Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ey amca, senin hakkında bir âyet nâzil oldu.” Ebû Tâlib, “Hangi âyet?” diye sorunca, Peygamber, “Sen Kureyşlilerin bana eziyet etmesini engelliyorsun ve bana îman etmekten çekiniyorsun dedi. 

Bu olaydan sonra Ebû Tâlib birkaç beyit okumuştur. (Daha önceki sayfalarda nakledildi.) İnsanlar sordular: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ebû Tâlib’in yardımının bir mükâfatı var mıdır?” Peygamber şöyle cevap verdi: “O, azap zincirlerinden, şeytanlardan, yılanların yuvalarından kurtulmuş, cehennem akreplerinin arasına girmemiştir. Onun azâbı ateşten ayakkabı giymek gibidir ki, beyni başında kaynamaktadır.Bu azap, ateş ehlinin en hafif âzabıdır.”

"BU ÂYETİN  EBU TÂLİB  HAKKINDA  İNDİĞİ DOĞRU DEĞİLDIR VE BU GÖRÜŞ BİRKAÇ YÖNDEN REDDEDİLMEKTEDIR

1. Bu hadîs sahte udurulmuş Mürseldir ve Râvî Zincirinde İbn Abbas ve Habîb bin Sâbit arasında meçhul bir şahıs vardır. Güvenilir olmayan bazı kişilerin İbn Abbas’tan rivayette bulundukları bilinmektedir. Dolayısıyla buradaki Meçhul şahıs Hz.Ali k.v. ve ailesine karşı büyük bir kin ve nefret duyduğu apacık ortadadır kim olduğu belli değildır. Abdullah ibni Abbasın'da ismini kullanmak suretiyle onada iftira atılmıştır. Bahsi geçenin güvenilir olmayan Hz.Ali'nin baş düşmanlarindan biri olması gerekir...

2. Habîb Bin Ebî Sâbit, bBu Hadîsi Rivâyet Eden Tek Râvîdir. Ondan Başka Kimse Bu Hadîsi Rivâyet Etmemiştir. Ancak Bu Hadîsi Kabul Edemeyiz, Çünkü İbn Hubân Onun Hakkında,“

O'Dolandırıcı Bir İnsandı.” İfadesini Kullanmıştır.Ukaylî, İbn Avn’ın Onun Hakkında Kötü Sözler Söylediğini Nakleder.

Habîb bin Ebî Sâbit, Atâ’ya nispet ederek de rivâyetlerde bulunmuştur.Ancak bu rivâyetlerin aslı, Atâ’nın sözleriyle uyuşmamaktadır. Kıtân da şöyle söylemiştir: “Habîb, Atâ’dan çokça hadîs rivâyet etmiştir, ama bunlar dikkate alınacak rivâyetler değildir.”

Âcurî ise, Ebû Dâvud’dan şöyle nakletmektedir: “Habîb, Âsım bin Dumre’den Sahih Bir Hadîs Nakletmemiştir.İbn Huzeyme de, Habîb’in Dolandırıcı Bir İnsan Olduğu İnancındadır.

En’âm Sûresi 26. âyetle ilgili yukarıda zikredilen ilk rivâyetin senedinde Süfyân-ı Sevrî’nin ismi geçmektedir. Burada Süfyân-ı Servî’nin hadîsin senedindeki yeri hakkında münakaşa etmeyeceğiz.Ancak Süfyân’ın dolandırıcı olduğu ve yalancılardan hadîs naklettiği şeklindeki iddiaları da kayda değer bulmuyoruz.

3. Sâbit ve Müslim’in, İbn Abbas’tan senetler ve çeşitli yollar ile naklettiği rivâyetler, bu uydurma hadîs ile çelişmektedir.Taberî, İbn Münzir,İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdeveyh; Ali bin Ebî Talha ve Avfî aracılığı ile İbn Abbas’tan şöyle nakletmektedirler:

Bahsedilen âyet, insanları Peygamber’e îman etmekten alıkoyan ve ondan uzaklaşan müşrikler hakkındadır.

Taberî, İbn Ebî Şeybe, İbn Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Abd bin Hamîd; Vekî’ aracılığıyla Sâlim ve İbn Hanefiyye’den; Hüseyn bin Ferec yoluyla Ebû Mu’âz’dan; Buşrâ yoluyla Katâde’den aynı açıklamayı alarak, bunu teyid eden rivâyetler nakletmişlerdir.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbn Münzir, İbn Ebî Hatîm ve Ebu’ş-Şeyh, Katâde’den, Süddi ve Dahhâk, Ebû Necîh aracılığıyla Mücâhid’den ve Yûnus aracılığıyla İbn Zeyd’den nakletmişlerdir ki:

Âyette bahsedilen güruh, insanları Peygamber’e ve Kur’ân’a itaat etmekten menedenler ve uzaklaşanlardır.

Bu Rivâyetlerin Hiçbirinde Ebû Tâlib’den Söz Edilmemiştir. Âyette (En’am 26) Kastedilenler, İnsanları Peygamber’e veya Kur’ân’a İtaat Etmekten Alıkoyan, Savaşla Onları Dağıtarak Peygamber’den Uzaklaştıran Kâfirlerdir.

Okuyucu bütün bunların, Ebû Tâlib’in hâline muhalif olduğunun farkındadır.O Ebû Tâlib ki, ömrü boyunca Peygamber’in yanında durmuş, ona destek olarak son nefesine kadar insanları ona itaat etmeye çağırmıştır.

4. Âyetin öncesinden de (siyâkından) anlaşılıyor ki, Allah, insanları Peygamber’e itaatten menedip uzaklaştıran ve bunu Peygamber’in huzurunda yapan insanları kınamaktadır. Âyet nâzil olduğunda onlar bu günahı işlemişlerdi.

 Peygamber de Amcası Ebû Tâlib’i Bu Âyetten Haberdar Etmiştir. 

SAHİHEYN’DE BU HUSUSTA ŞU ÂYETİ ÖNE SÜRÜLMEKTEDİR: “ŞÜPHESİZ SEN SEVDİĞİN KİMSEYE HİDÂYET  EDEMEZSİN FAKAT ALLAH DİLEDİĞİ  KİMSEYE HİDÂYET  EDER”ANCAK BU ÂYET EBU  TÂLİBİN VEFATINDAN SONRA  NÂZİL OLMUŞTUR.

Şu an konumuz olan âyetin (En’âm 26), Ebû Tâlib ve o zaman yaşayan insanlar hakkında olduğu hususunda kesin bir kanıya varılmamıştır. Çünkü En’âm Sûresi tek seferde ve Kasas Sûresi’nden beş sûre sonra nâzil olmuştur.  Bu sebeple içeriğinin Ebû Tâlib ile ilgili olması mümkün değildir. Ebû Tâlib, âyet nâzil  olmadan çok önce vefat etmiştir. 

5. Âyetin öncesi: “Onlardan bazıları seni dinlerler; (ama) biz onu (Kur’ân’ı) anlamalarını önlemek için kalplerini mühüredik ve kulaklarına perde çektik. Her türlü âyeti (mucizeyi) görseler de ona inanmazlar. Hattâ sana geldiklerinde seninle tartışırlar. Kâfirler, ‘Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.’ derler. Onlar hem insanları ondan uzaklaştırırlar hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkına varmadan sadece kendilerini helâk ederler.”

Âyette kastedilen kişilerin, Peygamber’in yanına gelip, onunla münakaşa eden, Kur’ân’a hakaret ederek, onun öncekilerin masallar olduğunu söyleyen kâfirler olduğu gayet açıktır. İnsanları Peygamber’e ve Kur’ân’a itaatten menederler, kendilerini ve diğerlerini de uzak tutarlardı.

Bunlar nerede, Ebû Tâlib nerede? Ebû Tâlib ömrü boyunca böyle işlere bulaşmamış ve her zaman Peygamber’i müdafaa ederek onu korumuştur.

Müfessirler de bu konuyu biliyorlardı ve âyetin Ebû Tâlib hakkında olması ihtimali üstünde durmamışlardır. Bazıları yukarıdaki rivâyeti, senedi eksik bir söz olarak kabul etse de , bazıları tam tersini kabul etmektedir. Mesela Taberî şöyle yazmaktadır:

Âyette bahsedilen şahıslar, Âllah’ın âyetini yalanlayan müşriklerdir ki, insanları Muhammed’e itaatten alıkoyarlar ve kendileri gibi diğerlerini de ondan uzak tutarlardı. 

Taberî daha sonra yukarıda zikrettiğimiz yolla (İbn Hanefiyye, İbn Abbas, Süddî, Katâde ve Ebû Mu’âz) senetleri nakletmiş, bu konudaki başka bir rivâyeti de yazmıştır:

Âyetten kasıt şudur: Onlar, insanları Kur’ân’ı dinlemekten ve onunla amel etmekten menetmişlerdir.

Bu rivâyet, Katâde, Mücâhid ve İbn Zeyd’e dayanmaktadır.

Taberî, aynı kitabın 110. sayfasında ise, âyetin Ebû Tâlib hakknda nâzil olduğunu söylemekte ve Habîb bin Ebî Sâbit’in hadîsini, İbn Abbas’tan duyan birisinden şu şekilde nakletmektedir:

Âyetin tevilinde tercihe şayan olan yorum şudur: Onlar, insanları Peygamber’e itaatten alıkoyanlardır. Çünkü önceki âyetlerde de Peygamber’e düşman olan, yalancı ve Peygamber’den yüz çevirmiş müşriklerden bir gruba değinilmiştir. O hâlde müşrikler, insanları Peygamber’e yönelmekten alıkoymaktadırlar. Önceki âyetler bu güruhun hallerinden haber vermektedir. Âyetlerin seyrinde, âyetin hitabının değiştiğine dair bir delilimiz bulunmamaktadır. Aksine âyetin öncesi ve sonrası bu sözün doğruluğunu ispatlamaktadır ki âyet, müşriklerden söz etmektedir ve belirli bir kişi ya da grup hakkında değildir. Bu durumda âyetin tevili şöyledir: “Ya Muhammed! Bu müşrikler her mucizeyi gördükleri halde îman etmiyorlar, seninle karşı karşıya gelince münakaşaya giriyorlar ve sana ‘Senin semavî kitap olarak getirdiğin, öncekilerin hikâyeleri ile aynıdır.’ diyorlar. İnsanların nâzil olan âyetleri dinlemelerine engel olup, kendilerini ve etrafındakileri senden uzaklaştırıyorlar. Böylece kendilerini helâk etmekten başka bir şey yapmıyorlar.”

Râzî ise iki görüş nakletmektedir. Birinci görüş, âyetin insanları Peygamber’e itaatten alıkoyan ve risâletini kabul etmelerini engelleyen müşrikler hakkında; ikinci görüş de âyetin Ebû Tâlib hakkında olduğudur. Râzî şöyle yazıyor:

İlk görüş iki delil ile daha kuvvetlidir. Birinci delil, önceki âyetlerin hepsinde bu güruhun yaptıklarının kınanmış olmasıdır. İnsanları Peygamber’e îmandan nehyetmeleri de bu âyetlerin hemen ardından gelmektedir. Bu nehyi Ebû Tâlib’in yaptığını kabul etmek mümkün değil, çünkü durum tam tersidir. Ebû Tâlib, Peygamber’e eziyet edilmesine engel olmuştur. İkinci delil ise, âyetin sonunda bunların kendilerini helâk etmekten başka bir şey yapmadıklarının söylenmiş olmasıdır. Bu âyeti, “insanları Peygamber’e eziyet etmekten alıkoyanların sonu helâktır.” şeklinde anlamak doğru olamaz, çünkü böylesine doğru bir iş helâk olma sebebi değildir.

Eğer “Oysa onlar farkına varmadan sadece kendilerini helâk ederler.” ifadesi, “ondan uzaklaşırlar” ifadesi ile bağlantılı fakat “ondan uzaklaştırırlar” kısmıyla bağlantılı değildir denilirse, bu söz doğru değildir. Çünkü âyette bahsi geçen güruh, Peygamber’in dinini terk ederek, ondan uzaklaşırken, aynı zamanda insanları da ondan uzaklaştıranlardır.

Allah’ın “Oysa onlar farkına varmadan sadece kendilerini helâk ederler” kelâmı, kendisinden önce zikredilenler ile bağlantılıdır. Bu durumda âyet şöyle okunabilir: “Falanca kimse, falanca kimseyi o işten alıkoymaktadır, o işten uzaklaştırmaktadır. Böylelikle sadece kendine zarar vermektedir.” Aslında bu zarar sadece kendisi için değil, her iki taraf (uzaklaştıran ve uzaklaşan) için de geçerlidir.

İbn Kesîr, âyetin müşrikler hakkında olduğu görüşünü, İbn Hanefiyye, Katâde, Mücâhid, Dahhâk ve diğer pek çok kişiden nakletmiş ve şöyle yazmıştır:

Bu görüş, daha uygun ve mantıklıdır. İbn Cerîr (Taberî) de bu görüşü kabul etmiştir.

Nesefî, Hâzin’in tefsirine hâşiye yazarken, âyetin müşrikler hakkında olduğu görüşünü nakletmiş ve şöyle söylemiştir:

Bu âyetin Ebû Tâlib ile ilgili olduğunu söylüyorlar. Oysa birinci görüş (müşrikler ile ilgili olduğu) daha mantıklıdır.

Zemahşerî, Şevkânî ve diğerleri de birinci görüşü nakletmişler ve ikinci görüşün senedini zayıf kabul etmişlerdir. Âtûsî ise, birinci görüşü detaylı bir şekilde açıklamış, ikinci görüşü de zikredip, “İmâm onu reddetmiştir.” diyerek Râzî’nin sözlerini nakletmiştir.

Kurtubî, En’âm Sûresi 26. âyetin tefsirinde naklettikleri ile farkında olmadan bizim Ebû Tâlib hakkındaki asılsız rivayetleri ortaya çıkarmamıza yardımcı olmuştur. Âyetin nüzul sebebi olarak zikrettiği İbn Zeb’arî olayını ve onu takip eden rivayetleri nereden aldığını, senedinin kime dayandığını, bu rivâyetin naklinde hangi hadîs hâfızıyla işbirliği yaptığını, hangi yazarın kendisinden önce yazdığını söylemiyor. Kurtubî’nin Ebû Tâlib’in şiiri diye naklettiklerinin, Ebû Tâlib’in, İbn Zeb’arî olayında okuduğu şiirler olduğunu kim söylüyor? Bu âyetin nüzûlünü o gün kim rivâyet etmiştir? Âyet ve Peygamber’in bu âyet sebebiyle Ebû Tâlib’i ikaz etmesi ve onun şiirleri arasında ne gibi bir irtibat vardır? Kurtubî’nin “Ey amca, senin hakkında bir âyet nâzil oldu.” uydurmasını, Kurtubî’den önce de sonra da nakleden olmamıştır. Kurtubî, rivâyetinin sonunda kendi tefsirinden başka bir kaynak bulabilmiş midir? Naklettiği uydurma rivâyette Ebû Tâlib için, “ Bukağılara vurulmaktan, şeytanlarla birlikte zincirlenmekten kurtuldu. Yılan ve akreplerin bulunduğu kuyuya girmeyecek.” diyor. Acaba Kurtubî o yılan ve akrep kuyularını, bukağı ve zincirleri kendisi görmüş de, “Ebû Tâlib, Hazret-i Peygamber sayesinde bunlardan kurtulmuştur.” diye onun hakkında böyle uydurma rivâyetler mi nakletmektedir?

Keşke her güzel rüya gerçek olsaydı! Kurtubî’nin bizim ortaya koyduğumuz deliller ile mahkûm ve mağlûp olduğu aşikârdır.

2. Âyet: “Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akrabaları da olsa, müşrikler için af dilemek, Peygamber’e ve müminlere yakışmaz.”

3. Âyet: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseye hidâyet edemezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidâyet eder ve hidâyete erecek olanları en iyi bilen O’dur.”

Buharî, Sahîh’inde şöyle yazmaktadır:

Ebu’l Yemân, Şu’ayb’dan; o da Zührî’den nakletmiştir ki Sa’id bin Müseyyeb babasından şöyle rivâyet etmiştir:

Ebû Tâlib’in vefatı hengâmında, Peygamber onun yanına geldi. Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebî Ümeyye bin Muğîre’yi de orada gördü ve şöyle buyurdu: “Ey amca! ‘Lâ ilâhe illallâh’ de ki bu vesile ile Allah’ın huzurunda senin için hüccet getireyim.” Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebî Ümeyye şöyle dediler: “Abdulmuttalib’in dininden yüz mü çevireceksin?”

Peygamber bu konuyu anlatıyor, Ebû Tâlib son sözlerini söyleyinceye dek, bu iki kişi de kendi sözlerini tekrar ediyordu. Ebû Tâlib, “Abdulmuttalib’in dinine...” dedi ancak “Lâ ilâhe illalâh” demedi. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki senin hakkında af dilemem yasaklanıncaya kadar bu işi yapacağım.” Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “Akrabaları da olsa, müşrikler için af dilemek, Peygamber’e ve müminlere yakışmaz” 

Ebû Tâlib hakkında şu âyet de nâzil olmuştur: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseye hidâyet edemezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidâyet eder.”

Taberî, mürsel bir hadîsle bu iki âyetin nüzûl sebebini yazmış; Müslim de Sahîh’inde Sa’îd bin Müseyyeb yoluyla aynı rivâyeti nakletmiştir. Büyük müfessirler de Müslim ve Buharî hakkındaki hüsnüzanlarından dolayı aynı rivâyeti nakletmişlerdir. Bu rivâyet pek çok açıdan sorunludur:

1. Rivâyeti nakleden tek kişi olan Sa’îd Bin Müseyyeb, Hazret-i Ali’ye düşmanlığını açıkça belirtmiş biridir. Bu durumda onun Ali, Ali’nin babası veya onların hânedânı hakkında söylediği, uydurduğu hiçbir ley delil olarak kabul edilemez. Çünkü o, bu hânedâna hakaret etmekten zevk alan biridir. İbn Ebi’l-Hadîd şöyle yazmaktadır:

Sa’îd bin Müseyyeb’in, Ali hakkındaki fikirleri değişmişti. Ömer bin Ali de ona kötü muamelede bulunuyordu. Abdurrahman bin Esved, Ebû Dâvud Hemedânî’den şöyle naklediyor:

Sa’îd bin Müseyyeb’i, Ömer bin Ali bin Ebî Tâlib’in yanına giderken gördüm. Sa’îd ona hitaben şöyle dedi: “Ne oldu da Rasûlullah’ın mescidine bu kadar gidip geliyorsun? Kardeşlerin ve amcanın çocukları da mı böyle yapıyor?” dedi. Ömer, “Ey Müseyyeb’in oğlu! Her vakit mescidde olayım da sen buna şahitlik et diye gidip geliyorum!” dedi. Sa’îd, “Öfkelenmeni istemiyorum, çünkü babanın (Hz. Ali) şöyle dediğini duydum: Şüphesiz benim, Allah’ın katında öyle bir makamım var ki, Ebû Tâlib evlâtları için yeryüzündeki her şeyden daha üstündür.” Ömer, “Ben de babamın şöyle dediğini duydum: Münafığın kalbinde, söyleyebileceği hikmetli bir söz yoktur.” dedi. Sa’îd “Bu sözünle bana münafık mı diyorsun?” diye sordu. Ömer, “Ne söylediysem odur.” dedi ve geri döndü.

Vâkıdî şöyle naklediyor:

Sa’îd bin Müseyyeb, İmâm Zeyne’l-Âbidîn’in cenazesine geldi ve namaz kılmadı. Ona, “Ehlibeyt’ten olan bu salih kimse için namaz kılmıyor musun?” denilince Sa’îd, “İki rekât namazı, bu salih kimse için namaz kılmaktan daha üstün bilirim.” dedi. 

Saîd bin Müseyyeb’i ve onun Allah’ın dini içinde nasıl bir terazi tuttuğunu anlamak için, İbn Hazm’ın Katâde’den naklettiklerine bakmak yeterlidir.

Katâde dedi ki, “Saîd’e Haccâc bin Yûsuf’un (Ümeyyeoğullarının meşhur celladı) arkasında namaz kılınır mı?” diye sordum. Sa’îd, “Ben, ondan daha kötülerinin arkasında da namaz kılarım.” cevabını verdi.

2. Buhârî’nin ve diğerlerinin naklettiği rivâyetlerde, her iki âyetin peşpeşe ve Ebû Tâlib’in vefatı sırasında nâzil olduğu ve anlamlarının da buna işaret ettiği iddia edilmektedir. Ancak bu iddialar doğru değildir. Çünkü ilk âyet (Tevbe, 113) Medenî’dir (Medine’de nâzil olmuş) ve müfessirlerin de üzerinde ittifak ettiği gibi Mekke’nin fethinden sonra nâzil olmuştur. Medenî ve Kur’ân’ın en son nâzil olan sûrelerinden olan Tevbe Sûresi ile Mekkî (Mekke’de nâzil olmuş) olan ikinci âyet (Kasas, 56) arasında on yıla yakın bir zaman vardır.

3. İstiğfar âyeti (Tevbe, 113) Medine’de, Ebû Tâlib’in vefatından yaklaşık sekiz yıl sonra nâzil olmuştur. Bu zaman aralığında Peygamber, “Allah’a yemin olsun ki sana dua etmekten menedilmediğim sürece senin için af dileyeceğim.” buyurmuşken böyle bir şey yapar mı? Dostluğun ve muhabbetin menbaı olan Peygamber ve müminler, müşrikler ve münafıklar ile dostluktan, onlara muhabbet duymaktan ve onlar için af dilemekten menedilmişken, böyle bir şey yapabilirler mi? “Allah’a ve ahiret gününe îman eden bir topluluğun, -babaları, oğullarıi kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. Allah onların kalplerine îmanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.”

Bu âyet, Tevbe Sûresi’nden (Tevbe, 113’ün de içinde bulunduğu) yedi sûre önce Medine’de nâzil olmuştur. İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, Ebû Nu’aym, Beyhakî, İbn Kesîr, Şevkânî ve Âlûsî şöyle nakletmektedirler:

Bazı tefsirlere göre bu âyet (Mücâdele, 22), Bedir savaşı gününden hicretin 2. yılında nâzil olmuştur. Halebî’nin Târîh’inde yazdığına göre de, tarihçilerin ve müfessirlerin ittifak ettiği üzere Uhud Savaşı’nda, hicretin 3. yılında nâzil olmuştur.

Dolayısıyla Mücâdele Sûresi’ndeki 22. âyet, Tevbe Sûresi’ndeki 113. âyetten birkaç sene önce nâzil olmuştur.

Bu konu ile alakalı diğer âyetlerden biri de şudur: “Ey îman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”

Nehhâs, Alkame ve diğerlerinin inancına göre, “Ey insanlar!” diye başlayan tüm âyetler Mekkî’dir, Mekke’de nâzil olmuştur. Kurtubî’nin Tefsîr’inde nakledildiğine göre, bu görüşü kabul eden başkaları da vardır.

Sahîhi Buhârî’de Âişe’den şöyle nakledilmiştir: “Nisâ Sûresi’nin her âyeti nâzil olduğunda Rasûlullah’ın yanındaydım. Bu sûre, hicretin ilk yıllarında Medine’de nâzil oldu.”

Her hâlükârda bu sûre (Nisâ), Tevbe Sûresi’nden (Tevbe, 113’ün de içinde bulunduğu) yirmi bir sûre önce nâzil olmuştur. 

Konumuzla alâkalı diğer bir âyet de şöyledir: “Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet mi arıyorlar?” Bu âyet de Nisâ Sûresi’ndedir ve Tevbe Sûresi’nden önce nâzil olmuştur. 

Diğer bir âyet ise Âl-i İmrân Sûresi’ndedir: “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.”

Âl-i İmrân Sûresi’nin ilk seksen küsür âyeti, hicretin ilk yıllarında Necran heyeti geldiğinde nâzil olmuştur. Kurtubî ve diğerlerinin iddiasına göre de,Hendek Savaşı zamanında, hicretin 5. yılında ve İbâde bin Sâmit hakkında nâzil olmuştur. Her hâlükârda Âl-i İmrân Sûresi, yirmi dört sûre arayla Tevbe Sûresi’nden önce nâzil olmuştur.

Bu konudaki diğer bir âyet de şöyledir: “Onlar için bağışlanma dilesen de dilemesen de birdir.Allah, onları asla bağışlamayacaktır.”

Münâfıkîn Sûresi’nde yer alan bu âyet, Benî Mustalik Gazvesi’nde (hicretin 6. yılında) nâzil olmuştur.İbn Kesîr gibi diğer siyer ve megâzî yazarlarının da naklettiği üzere, bu sûre de Tevbe Sûresi’nden sekiz sûre önce nâzil olmuştur.

Bu konuyla ilgili diğer iki âyet de Tevbe Sûresi’nde yer almaktadır: “Ey îman edenler! Eğer küfrü îmana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi velî edinmeyin.Sizden kim onları dost edinirse,işte onlar zalimlerdendir.” “Onlar için ister bağışlanma dile ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir.”

Tevbe Sûresi’nde bulunan bu iki âyet de, üzerinde konuştuğumuz istiğfar âyetinden (Tevbe, 113) önce nâzil olmuşlardır.

Ebû Tâlib’in kâfir olarak bu dünyadan gittiğini iddia edenler, istiğfar âyetinden (Tevbe,113) önce nâzil olmuş (müminlerin kâfirleri dost edinemeyeceği mealinde) bu kadar âyet varken, acaba Peygamber’in yıllarca onun için nasıl istiğfar edip af dilediğini kabul edebilirler? Hem de Ebû Tâlib yaşadığı müddetçe Peygamber’in en yakını olup, onun her hâlinden haberdar iken? Hâşâ onların dediği gibi olabilir mi? Peygamber böyle bir şeyden berîdir!

Hüseyin bin Fadl da bu deliller ışığında, istiğfar âyetinin (Tevbe, 113) Ebû Tâlib hakkında olma ihtimalini zayıf bulmuş ve şöyle demiştir:

Tevbe, 113. âyetin Ebû Tâlib hakkında olduğu zayıftır. Çünkü bu sûre Kur’ân’ın son nâzil olan sûrelerindendir. Ebû Tâlib ise, İslâm’ın ilk yıllarında ve Peygamber Mekke’de iken vefat etmişti. Bu hususu Kurtubî de Tefsîr’inde (C.8,S.273) nakletmiş ve kabul etmiştir.