Kökünden koparılmış bir ağaç gibiyiz. Medeni insanlıktan çıkmış çağdaş, ruhsuz, duygusuz, acımasız bir dünyanın merkezine doğru hızla sürüklenmekteyiz.

Bin yıllık birikimimize rağmen kültür musluklarını birer birer kısıyor, kabuk değiştirir gibi kendi kültürümüzden hızla uzaklaşıyoruz.

İletişim çağının baş döndüren hızında robotlaşıyoruz. Ne yazmaya ne de okumaya ihtiyaç kalmadığından dil ve insanın diğer canlılardan en büyük farkı olan kelimeler, sözcükler deyim yerindeyse çürümeye terk ediliyor.

Önce sevdiğin insanlar gidiyor, onlarla beraber bayramlar çocukluğumuzda oynadığımız oyunlar anılar düğünler bitiyor çocukluk anıları unutuluyor. Okul yıllarındaki arkadaşların anı defterlerinde kalıp, yaşamın içinde kayboluyor. Sonra sevdiğin yerler evler değişiyor yerini yeni ruhsuz kocaman rezidanslar alıyor.

Sadece yaşıyoruz ama yaşadıklarımız hep geride kalıyor hep arkada bir türlü bizi geçemiyor. Hep arka planda olma isteğimiz var. Etliye sütlüye karışmadan yaşamak istiyoruz. Bu isteğimiz daha da fazla kendi içimize kapanmamıza neden oluyor.

Gelelim en önemli soruna

20 sene önce evvel televizyon için çocukları uzak tutun diyorlardı. Ama aslında bu nesil maalesef ki televizyon seyretmiyor tabiri caizse internetin içerisinde kayboluyor ve biz bunu izlemekle kalıyoruz.

Peki, çocukların kaybolan zamanını kim karşılayacak? Ya hayata kim hazırlayacak?

İnternetteki oyunlar mı? Yoksa youtuberler mı?

Etrafıma söyle baktığımda çocuklarını hayata hazırlayan anne ve baba görebiliyor muyuz? Şunu söyleyebilirim biz çocuklarımızı evde kaybediyoruz.

Çocuklarımız için güneş olamazsan yıldız olalım, dağ tepesinde bir çam ağacı olamazsan vadide bir çalı ol, ama çocuklarınızın yanında olun.

Yaklaşık iki yıldır süregelen, gittikçe bizi içine çeken bir diğer girdabımız da Covit-19 salgını…

Pandemi süreci ile birlikte insanlar zaten uzak oldukları geçmişlerinden daha da uzaklaşıyorlar. İnsanlar evlerinden çıkamıyor, komşuluk ilişkileri zayıflıyor bayramlarda büyükler ziyaret edilemiyor, bunları da geçtiğimiz de kendi evlerinin içerisinde birbirlerinden uzak bir yaşam sürdürmek zorunda kalıyorlar.

Bu süreçte bir çok kişi ve çocuklarınızın bir çoğu obez olmaya aday olduğu da gerçek. Evde olan bizler ve çocuklarımız da hareketsizlikten hantallaşıp, hareket kabiliyetimizi iletişimi zayıflatıyoruz.

Bununla birlikte zayıf olan beynimiz iyice zayıflama ya başlıyor onları güçlendirecek hiç bir şey yapmıyoruz maalesef bu da bizim için acılı bir süreç. Bir an önce çok acil önlemler alınmalıdır. Geç kaldık ama tamamını kaybetmeyelim.

Eleştiri olarak ise şunu söylemek istiyorum.
Pandemi sürecinde dernekler, vakıflar kitap dağıtımı yapabilirdi ama maalesef ki bunu göremedik. Adı üzerinde olduğu gibi sivil toplum kuruluşları birçok kanaldan evde olmak zorunda olan insanımız için yerel canlı yayınlar yapabilir, eğitimlerine destek olabilirlerdi.

İnsanlar çocuklarına, annelerine, babalarına ve kardeşlerine yaklaşırken bile temkinli olmak zorunda kalıyorlar. Bununla birlikte yaşadığımız dönemde zaten unutulmak üzere olan örf ve adetlerimiz pandemi ile çok daha fazla tehlike altında.

Pandemi nin yaşlı nüfusu fazlasıyla etkisi altına almış durumda olması da örf ve adetlerimizin yavaş yavaş kaybolmasında büyük bir etken yaşlı nüfusumuz bizim tarihimize şahitlik ediyor. Hafızaları geçmişte yaşanan olayları ve yakın geçmişimizle ilgili bilgilerle dolu. Onların bu tecrübelerinden de mahrum kalma durumumuz söz konusu oluyor.

Elbette bu kadar olumsuzluğun arasında pandeminin olumlu yanlarını da görmek istediğimiz kadar gördük.

Pandemi bize çok şey öğretti. Bu dönemde kaybettiklerimiz ve kazandıklarımız oldu.

Doğa kendine geldi, insanların birbirlerine olan değeri arttı. Sağlığın, maneviyatın paradan daha önemli olduğunun farkına vardık.

Kökleri sağlam olan bir ağacın yıkılması çok zordur. Fakat kökleri yok olmuş bir ağaç en ufak bir rüzgâr da yıkılmaya mahkûmdur. Geçmiş tarihte edindiğimiz deneyimleri geleceğe doğru bir şekilde aktarabilmek doğrultusunda kültürel değerlerimize sahip çıkmak için çaba sarf etmeliyiz. Kendi benliğimizi unutmamak için ellerimizi taşın altına koymaktan çekinmemeliyiz.

Birbirimize vereceğimiz en büyük hediye bilgidir. Unutmayınız ki cehalet küfürden, sevilmemek ateşten daha kuvvetlidir. Öğrenmeye ve bulmaya çalıştığımız günleri ömürden saymayın. Öğrenmek ve bulmak için çalışınız. Çünkü bilgi, birçok şeylerin sınırı ve yasakları vardır. Sadece sevgi ve bilgi bunun dışındadır.

Neler yapılabilir aşamasında örf ve adetlerimizi, kültürümüzü gelenek ve göreneklerimizi, ahlaki değerlerimizi ve dinimizi her ne olursa olsun yaşatmalıyız ki gelecek nesillerimiz kökünden koparılmış ağaç gibi belli bir süre sonra kuruyup yok olmasın.

Herkesin kontrollü bir şekilde yapabildiği kadar elini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyorum. Çocukların eğitim hayatının ilk basamağının aile olduğunu düşünürsek başlangıç yeri aile olduğu kesin bizim yetiştiğimiz çocuk bir gün bu ülkenin devletin bir alanında görev alabileceğini bilmemiz gerekiyor.

Toplum yukardan değil aşağıdan yıkıldığını çoğumuz biliyoruz. Ve aşağıya çok önem vermemiz gerek tamda bu zamanda geçmişini unutan geleceğini zaten unutur.

“Bilmiyorum, yapamıyorum. Ben bunu başaramam. Okullar açılsın öğretmenlerin görevi…” diyen bir aile olmayalım.

Pandemide büyüklerimizi, işimizi, iletişimi, komşuluklarımızı ama ne olursa olsun geleceğimiz, neslimizin devamı olan çocuklarımızı kaybetmeyelim. Herkes bu konuda yapabildiğinden fazlasını yapması gerekiyor. Bunun sonra telafisi yok! Bu zaman hiçbir zaman değil her yerden saldırı halinde olduğumuzun bilincinde olmazsak bu tuzaklara sende bende bizde düşeriz.

Biz düşmekten değil ayağa kalkamamaktan korkmalıyız. Unutma sana bir şey olursa sana bağlı toplum etkilenir. Sen güçlü olmalısın ve dik durmalısın bunu yapmalısın.

İstanbul Times / Ömer Kantemür