Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde, Etkili İletişim dersimize giren Yazar Neşe Doster hocam, yaptığı bir sınavında Atatürk’e mektup yazmamızı istemişti. O ana kadar elbette Atatürk ile ilgili birçok yazı kaleme almıştım. Fakat mektup ilk olacaktı. O an içimde, kalemi elimden bıraktığımda; mektubun Atatürk’e ulaşacak hissi vardı. Yazdığım her cümleyi mavi gözleri ile görecek, ona ihtiyacım olduğunu bilecek, ülkenin geldiği noktaya bir de benim cümlelerimden şahit olacaktı. Kimlerin izinden gittiğini; kimlerin ismini karalamaya çalıştığını duyacaktı. En önemlisi bana cevap verecekti...

Bazı anlarda mürekkebin bitmesini istemez insan. Cümle sonuna nokta koyarız ya hani devamının olmadığını belirtiriz. O mektupta hiç nokta koymak istemedim. Hep üç nokta olsa cümleler asla son bulmasa...

 Şimdi aynı duygular ile ikinci mektubumu yazacağım.

**

Ata’m,

Kapatıyorum gözlerimi, seni hayal ediyorum. Yıllar önce nefes alırken bugünler için düşündüklerini düşlüyorum. Zaman zaman kıskanıyorum seni. “Aynı yıllarda seninle nefes almak isterdim” diyorum. Ama sonra silkinip vazgeçiyorum.  Şu zamanda seni delicesine sevmenin keyfini, izinden gitmenin gururunu, seni savunmanın, her dakika yaşadığını anlatmanın özgürlüğünü, ilkelerini yaşatmanın sevincini tattığımı, kendime hatırlatıp mesut oluyorum.

İnsanlara en doğruya ulaşmak zor geliyor. Zor geldiğinden kolayı zor yapıyorlar; kolaya ulaşıp zoru başarmış algısı yaratarak kendilerini kahraman ediyorlar. Biz senden böyle öğrenmedik. Emek ne demek; yaptıkların ile gördük. Çalışmak ne demek; işlerinden öğrendik. Yorucu değil, dinlendirici etki yaratacak kadar bizimlesin, seninleyiz.

Yoracak kadar değil, yorduracak kadar seninle...

Domino taşlarından yaratılmış bir orman, günümüz. Her şey aynı. Herkes aynı. Yüzler, düşünceler... Ve birisi gelip vurduğu vakit hepsi sıra sıra devriliyor. Tüm orman yerle bir oluyor.

O kadar taşı kim kaldıracak Ata’m? Sen olmadan...

Uzunca bir ip kopmuş sen gidince. Senin ardından hiç bağlanamamış. Belki gelsen, koptuğu yeri tekrar düğümleyeceksin.

Görmemek ve kör olmak arasındaki ayrımdan bahsedeyim biraz. Körsen elinde olmadan göremezsin. Peki, görmemeyi seçip, kör olduğunu savunursan ne olur? Görmediğin için kör mü olursun? Görmek istemediklerini görmezden geldiğin için kurnaz mı?

Ata’m böyle işte bu günler. Herkes her şeyin farkında ama aynı zamanda kimse hiçbir şeyin farkında değil. Bu vazgeçiş nereye kadar?

Bir karikatür var. Yan yana takım elbise giymiş adamlar çizilmiş. Ama kafaları çizilmemiş. Ne zaman kafamı çevirsem etrafıma bu karikatürü görüyorum. Takım elbiseli boş kafalar...

Her kravatını bağlayan iniyor sokağa. Sorsan entelektüeldir şimdi hepsi. Ne güzel hayat! Kıyafet değiştirmeyle kişilik de değişebiliyor demek ki!

“Beni bu güzel havalar mahvetti” diyor ya Orhan Veli, Ata’m.

Beni de bu düzen mahvetti.

Bu düzen öğretti; böyle cümleler kurmayı.

Bu düzende öğrendim; güvenememeyi.

Bu düzende anladım; samimiyetsizliği, acizliği.

Bu düzende farkına vardım; insan kayırmanın zayıflığını, haksızlığın doğurduğu hüznü, bu düzende idrak ettim bireyin benliğini terk edip olmak istediği kişi pozisyonuna getirildiğini ve çift karakterlilerin fazlalaştığını, bu düzende gördüm yalanı, bu düzenle büyüyoruz Ata’m. Bizi bu düzen mahvetti.

Bir gün çıkıp gelmeyeceğinden ne kadar eminsem yanı başımdan gitmeyeceğine de o kadar eminim. Zaten sen demiyor muydun, “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir” diye. Biz de öyle yapıyoruz işte.

Bugün yas günü değil. Çünkü ölenlerin arkasından yas tutulur. Her daim yanımızda olan senin elbette yasını tutmayacağız. “İyi ki varsın” diyerek kutlayacağız bu günü. İyi ki gitmedin, iyi ki bırakmadın bizi.

 “Atatürk” diye aldığımız nefesi; “özgürlük” diye veriyoruz.

Nefes alabiliyoruz senin sayende!

Senin fikirlerin ile diziyoruz domino taşlarını. Ve bizim dizdiklerimiz öyle güçlü ki; biri ufaktan üflese bile asla yıkılmıyor, yıkılmayacak da.

Değil üflemek, vursa bile kıpırdamaz. Çünkü yine biz, senden öyle öğrendik.

Senin izinde, her daim ayaktayız.

Bugün 10 Kasım 2020... Daha nice 10 Kasım’lar Hande’den sana mektup gelecek. Ben heyecanla yazıyorum sen de heyecanla oku Ata’m.

Bana kalem ne kadar gerekli ise sen de o kadar gereklisin. Sen hep var olacaksın, her koşulda!

İyi ki ölmedin ATA’M!

 Hande Balcan