Her fırsatta Osmanlı’ya saldırmak için akla hayale gelmeyen bilim ve ilim dışı yalan yanlış bilgiler ile Osmanlı’yı ve İslamı kötüleyen Sözcü Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in 10 Aralık 2014 ‘de kaleme aldığı makalesi 23 Şubat 2020 tarihinde  çok sevdiğim bir arkadaşım ve dostum tarafından whats up’tan tarafıma atıldı.

Allah var yazının yarısına gelince kimin oduğuna dahi bakmadan hemen arkadaşıma şunu yazdım…

Bu yazı baştan sona yanlışlarla dolu. Bir kere 1923’ de Osmanlı 1593 ile 1.606 tarihleri arasında tam 15 yıl süren savaşta Osmanlı ve Avusturya devletleri yorgun düşmüş 11 Kasım 1606 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya Arşidüklüğü arasında imzalanmış Osmanlı-Avusturya Savaşı'nı sona erdiren barış antlaşmasından sonra içteki hainler ve dıştaki uzantılarının çabaları soncusu Osmanlı tam 317 yıl savaşlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.

Neymiş efendim Osmanlı Nüfusu 13 milyonmuş 11 Milyonu köyde yaşıyormuş, sanki zaman Avrupa ve Amerika’nın tamamı şehirlerde yaşıyormuş gibi bir algı oluşturmak da neyin nesi. Bugün çekilen sıkıntının büyük kısmı şehirlere sıkışan bir toplum olmamız değil mi ? Köyde yaşamak suç mu günah mı ?

40 Bin köy varmış, 38 bininde okul yokmuş…Sanki 1923'de Avrupa ve Amerika ‘da her çiftçinin bir traktörü varmış,Orada kaç tane traktör verdı bey Özdirl ? Onu da yaz bilelim...5 bin köyde sığır vebası vardı hayvanlar ve insanlar kırılıyormuş…Bebek ölüm oranı binde 480 di… Memlekete sadece 337 doktor varmış... Sadece 60 eczanı varmışmış…diş hekimi sıfırdı. Dört tane hemşire varmış

… Bay Yılmaz arabesk yaptıkça yapmış…

Bay Yılmaz bugün dünyada daha insancıl olan Tıbbi bitkiler ile hastalara müdahale Osmanlı mülkünde yaygındı. Her köyde bir ebe vardı. Bak bana ben Malatya’nın Kale ilçesine bağlı eski ismi ile Pirot yeni İsmi ile Kıycak köyündenim yaşım 48 , 24 saat içimizde olan alaylı ebe zor bir doğum olduğu zaman anında müdahale ederdi. Kaldı ki o zamanlar GDO’lu ürünler yoktu. Anne olacak kadın gündüz bağda bahçede çalışır gecede nur topu gibi bir bebek dünyaya getirir kendisi de göbeğini keser kundağını yapardı. Bugünkü gibi onlarca doktor ve hemşire başında bulunmadan da o işler olurdu.Her köyde bir iğneci vardı... Bizim Köyün iğnecisi askerde Sıhhiye olan merhum akrabamız İğneci Fiket idi. Çantası daima elinde idi... Yani evde bakım o 40 yıl önce bizim köyde vardı.. O gelecek osmanlı dan gelen bir gelenekti.

Bunları söylerken de Osmanlı padişahları peygamberdi onların hataları günahları kusurları da yoktur diyecek de değilim. Ama senin öne sördüğün gerekçelerle Osmanlı kötülenmez. Desen ki henüz sabi olan ama ileride hak iddia edeceği varsayılan günahsız bir evlat haksız yere katledilmesini eleştirsen tama diyeceğim,ama yazdıkların ele avuca gelecek şeyler değil…

Hele bir de demez mi Halife Sultan 2.Abdulhamid’in 16 tane eşi,Abdulmecid’in de 22 tane eşi varmış. İslamiyet aynı anda en çok 4 eşe izin verdiğini bilmez misin bay Yılmaz…

Aslında yazın bilimsel olsaydı teker teker cevap verirdim. Ama sen sadece Osmanlı ve İslam Düşmanları tatmin olsun diye hoşlarına gidecek yalan yanlış şeyler yazmışsın.

Kadın insan değilmiş....

Yılmaz efendi 19.Yüz yıla kadar Amerika ve Batıda Kadın Memeli hayanlar sınfında değerlendiriliyorken İslam dini CENNET ANALARIN AYAKLARI Altında diyordu... Siyonist ve Ermeni kaynaklarda Abdulhamid ve islamiyet hakkında bilgi alırsan ancak senin yazdığın makale gibi saçma bir şey çıkar ortaya.

Son olarak İslam ve ecdat düşmanlığını bırak aklı başında yazılar yaz bayım bunar senin bilgini aşan şeylerdir diyerek minik eleştirimi sona erdireyim…

İşte bay Yılmaz Özdil’in 10 Aralık 2014’de Kaleme aldığı “'AL SANA OSMANLI !

Nüfus 13 milyon civarıydı, 11 milyon kişi köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 38 bininde okul yoktu. Traktör sıfırdı, karasaban’dı. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu. iki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengiydi, verem, tifüs, tifo salgını vardı, üç milyon kişi trahomluydu, bebek ölüm oranı binde 480’di, her doğan iki bebekten biri ölüyordu. Memlekette sadece 337 doktor vardı. Sadece 60 eczacı vardı, sadece 8’i Türk’tü. Diş hekimi, sıfırdı. Dört hemşire vardı. 40 bin köy, sadece 136 ebe vardı. Ortalama ömür 40’tı. Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu, kiremit bile ithaldi. Limanlar, madenler, demiryolları yabancıya aitti. Toplam sermayenin sadece yüzde 15’i Türk’tü. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan sadece dört fabrika vardı, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri… Elektrik sadece istanbul, izmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayısı bin 490’dı. Sadece dört şehirde özel otomobil vardı.

Kadın, insan değildi.

(Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken… Bademlerin yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid’in 16 tane eşi vardı. Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur hanım filan, 16 tane… Yaş itibariyle, tamamı çocuktu. Tayyip Erdoğan’ın dedemiz dediği Abdülmecid’in 22 eşi vardı. Ahali ineğine verecek saman bulamazken, herif sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu.)

Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu. Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak, trenlerle çalınmıştı.

Kimisi alaturka saat’i kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi güneş batarken grubi saat’i esas alıyordu, kimisi güneşin tamamen battığı ezani saat’i esas alıyordu. “Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan bi ses çıkıyordu.

Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin Şubat’ı kimisinin Aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda yaşıyordu!

Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz… Ölçülerimiz ortaçağ’dı.

Erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her dört çocuktan üçü okula gitmiyordu. Toplam, 4894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı. Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, darülfünun, medreseden halliceydi. Ülke bilim’den çoook uzaktı.

600 sene boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti. Arapça, Farsça, Fransızca, italyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapça’yla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.

“Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik” falan deniyor ya… ibrahim Müteferrika’dan itibaren 150 sene boyunca basılan kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz? Sadece 417’ydi. Bunların da çoğu gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Ki zaten, Müteteferrika da devşirmeydi, Macar’dı.

Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, beş milyar adet satılmıştı. Voltaire, bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “istanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!”

Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyacakmış…

Sen önce iki tane kitap oku da, dünyadan haberin olsun biraz!

Y.Özdil

Editör: TE Bilisim