HZ.ABBAS VE HZ. EBU BEKİR'DEN RİVAYET EDILMİŞ EBU TÂLİB KELİME-İ ŞAHADET GETİRMEDEN BU DÜNYADA GÖÇETMEMİŞ.!!!
Ehl-i Sünnet Kaynaklarına Göre Hz.Ebû Tâlib Haşim Hanedân'nın büyüklerindedır.. Abdülmuttalib'in nesli ve Ebû Tâlib'in çocukları ve torunlarının tamamı, Ebû Tâlib'in îman ettiğini rivâyet etmişlerdir.Söz konusu rivâyetler, Ebû Tâlib'in, Peygamber'in risâletine olan îmanından dolayı dâima Peygamber'in yanında olduğunu göstermektedir."Evin içindekiler evde olup biteni daha iyi bilir." Ibn Esîr, Câmi'u'l-Usûl kitabında şöyle yazmıştır:
Ehli beyt'ten Seyyid ve Şeriflerden nakledilenlere göre Peygamber'in amcaları içinde, Hamza, Abbas ve Ebû Tâlib'den başkası îman etmemiştir...
Ehli beyt mensupları, tarih boyunca bütün nesillere bu gerçeği haykırmış ve muhaliflerin karşısında durmuşlardır.İbn Ebi'l-Hadîd şöyle yazmaktadır:
"Bazıları Hz.Abbas Bin Abdülmuttalib'den, Bazıları da Hz. Ebû Bekir bin Ebî Kuhâfe'den Çeşitli Senetlerle Şöyle Rivâyet etmiştir:
“Ebû Tâlib, Kelime-i Şehadet Getirmeden Bu Dünyadan Gitmedi."
Ebû Tâlib’in Vefatı Esnasında Alçak Sesle Bazı Sözler Söylediği Ve Kardeşi Abbas'ın Bunları Duyduğu da Meşhur Bir Rivâyettir.
"Hazret-i Ali'den de Şöyle Rivâyet Edilmiştir."
Babam "Ebû Tâlib, Peygamber'in Rızasını Kazanmış Bir Şekilde Bu Dünyadan Gitti."
Ebul-Fidâ ve Şarânî, İbn Abbas'tan şöyle naklediyor.
Ebû Tâlib’in hastalığı ilerlediğinde, Peygamber ona şöyle buyurdu:“Ey amca! O sözü söyle ki kıyamet günü şefaatime nâil olasın." O sözden kastı,kelimei şehadet idi.Ebû
Tâlib,“Kureyşlilerin bunu ölüm korkusu ile söylediğimi düşünmeyeceklerini ve kargaşa sebebi olmayacağını bilseydim,onu hemen dile getirirdim."dedi. Vefat Âni Gelip
Çattığında Dudaklarını Hareket Ettirdi. Kardeşi Abbas ona kulak Verdi ve Peygamber'e,"Ey kardeşimin oğlu, Allah’a yemin olsun Ki Söylemesini İstediğin Sözü Söyledi." dedi. Peygamber,"Ey Amca, Sana Hidâyet Eden Allah´a Şükürler Olsun." Buyurdu.
Ahmed Zeynî Dehlân, Sîre-i Halebiyye adlı eserinde şöyle yazmıştır:
Şeyh Süheymî'nin, Şarânî'nin Cevheretü't-Tevhid Şerhi'ne yazdığı şerhinde,Sübkî ve diğerleri de kendi eserlerinde şöye yazmışlardır:
"Yukarıda zikredilen İbn Abbas hadîsi, bazı ehl-i keşf (sûfîler) tarafından kabul edilmiştir ve onların, Ebû Tâlib’in Müslümanlığı konusunda hiçbir tereddütlen yoktur.”
Bu hadîsi, Ehl-i Sünnet âlimlerinden pek çok kişinin Ebû Tâlib’in îmanını kabul ettiğini göstermek için zikrettik.Zira hayatı boyunca âşikâr olan, şiirlerinde ve diğer sözlerinde dile getirdiği, insanları davet edip müdafaa ettiği, ömrünün son gününe kadar eziyet çekip direndiği îmanını ispatlamak için, ömrünün sonunda zikrettiği o iki cümleye hâcet yoktur. Bunlar bir kenara, Ebû Tâlib ne zaman şüphe etmiş veya kâfir olmuş ki bu iki cümleyle hidâyet bulsun? Peygamber'e olan îmanı hakkında nakledilenlerden ve onun kendi şiirlerinden bu durum anlaşılmıyor mu? Bu kadar şiir ve sözden bir kısmı bile sahâbeden herhangi biri hakkında nakledilmiş olsaydı, onun şöhreti feleklere çıkarılır, faziletleri nakledilirken mübalağanın zirvesine ulaşılır ve bu durum herkese duyurulurdu. Kanaatime göre, Ebû Tâlib’in îmanını idrak etmek bu insanlara çok zor ve ağır gelmektedir. Binlerce kez âşikâr olmuş bir şey hakkında neden böyle davranıyorlar bilmiyorum!
İbn Sa'd Tabakâtü1-Kübrâ adlı eserinde, Ubeydullah bin Ebî Râfi'den, o da Hazret-i Ali'den şöyle naklediyor:
Peygamber'e Ebû Tâlib'in vefat haberini verdim.Ağladı ve şöyle buyurdu: "Git onu gaslet, kefenle ve defnet. Allah onu affetsin ve rahmet eylesin."
Aynı rivâyet Vâkıdî'de de şu farkla nakledilmiştir: "Peygamber çok ağladı ve dedi ki: “Git ..."
Berzencî, Esnal-Metâlib'de şöyle yazıyor:
Peygamber, Kureyş sefihlerinin şerrinden çekinenek Ebû Tâlib'in cenazesine katılmadı.Namazını kılmaması, o zaman cenaze namazının henüz şer'i olarak tebliğ edilmemiş olmasından kaynaklaniyordu Eslemî ve diğerlerinden de şöyle nakledilmiştir: Ebu Talib, bisetin 10. yılında Şevval ayının 15'inde vefat etti. Hatice ondan yaklaşık 35 gün sonra vefat etti.Bu iki musibet Peygamber'i çok üzdüğü için, o yıla "Hüzün Yılı" denildi.
Ebû Tâlib'in vefat tarihi konusunda hem Ehl-i Sünnet hem de Şia kaynaklarında ihtilaf vardır. Bazıları bisetin 10. yılının Şevval ayının 15'ini, bazıları Şevval ayını (gününü zikretmeden), bazıları Zilkâde ayının başlarını, bazıları Ramazan ayının 18'ini ve bazıları da dereden çıktıkları yılın Recep ayını zikretmişlerdir.
Beyhakî, İbn Abbas'tan şöyle naklediyor:
Peygamber, Ebû Tâlib'in cenazesinin başından şu sözleri söyleyerek ayrıldı: "Ey amca! Seninle akrabaydım ve Allah tarafından mükâfatlandırıldın."
Hatib de şöyle nakletmiştir: "Peygamber, Ebû Tâlib'in cenazesinin yanına geldi ve şöyle buyurdu: Ey amca seninle akrabaydık. Allah seni mükâfatlandırsın.”
Ya'kûbî, Târîh kitabında şöyle yazıyor:
Peygamber'e Ebû Tâlib'in vefat haberi verildiğinde, yüreğine hüzün çöktü ve tâkatini yitirdi. Cenazenin başına gitti, yüzünün sağ tarafını dört defa, sol tarafını üç defa meshetti ve şöyle buyurdu: “Amcacığım! Çocukluğumda beni yetiştirdin, yetimken bana sahip cıktın ve büyüdüğümde bana yoldaş oldun. Allah, benim tarafımdan sana mükâfat versin." Tabutun karşısına geçti ve ona bakarak şöyle dedi: “Senin akrabandım ve sen mükâfatlandırıldın."
İshak bin Abdullah Hâris şöyle dedi: Peygamber'in amcası Abbas dedi ki: "Yâ Rasûlallah! Ebû Tâlib’in Allah'ın rahmetine mazhar olacağına dâir bir ümidin var mı?" Peygamber, "Allah'tan her türlü hayır ve rahmet ümit ediyorum." buyurdu.
Enes bin Mâlik dedi ki: Bir bedevî, Peygamber'in yanına geldi ve şöyle arz etti: "Yâ Rasûlallah! Sana yiyeceği kalmamış bir deve gibi geldim.Çocuğu besleyecek sütüm kalmadı." Sonra şu beyitleri okudu:
 
 "Öyle bir halde yanına geldim ki küçük kızlar perişan durumdalar Anneler güçsüzlükten çocuklarından el çektiler Zayıflıktan çocuklarını kucaklayacak tâkatleri yok
Onlara faydaları dokunamıyor Başkalarının rızıklarından bize nasip yok Bize düşen sadece Sana sığınmaktan başka çare kalmadı İnsan, peygamberlerden başka kime sığınabilir ki"
Peygamber, ridâsı yere sürünecek şekilde ayağa kalktı ve minbere çıktı. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım bize çok ve uzun yağmurlar yağdır ki otlar büyüsün, annelerin göğüsleri o yağmurla dolsun ve ölmüş topraklar tekrar hayat bulsun." Peygamber'in duası henüz bitmeden şimşek çaktı ve yağmur yağmaya başladı. Öyle bir yağmur yağdı ki cesur veya korkak herkes korkmaya başladı.
Peygamber'den boğulduk diye yardım istiyorlardı. Peygamber, "Ey yağmur, şehrin üzerine değil bize doğru yağ." buyurdu. Böylelikle bulutlar yavaş yavaş şehri terk ettiler. Peygamber dişleri görünecek şekilde gülümsedi ve şöyle buyurdu: “Allah, Ebû Tâlibe rahmet etsin, eğer yaşıyor olsaydı sevinirdi. Kim bize ondan bir şiir okuyacak?" Ali, “Yâ Rasûlallah! Onun şu sözlerini mi kastettiniz?" diyerek aşağıdaki beyitleri okudu:
"Nur yüzlü o zâtı gören bulutlar rahmet deryası olurlar Yetimlerin feryadına yetişen ve dul kadınlara sığınak odur"
Peygamber, "Evet!" buyurdu. Sonrasında o kasideden birkaç beyit okudular. O sırada Peygamber minberde Ebû Tâlib için dua ediyordu. Derken Kinâne'den biri ayağa kalkıp şu şiiri okudu:
Sükür içindeki kişiden sana hamdü senalar olsun Peygamber'in vechinin bereketi ile yağmura ulaştık O Peygamber ki Rabbi'ne dua etti Duasında tüm kalbiyle O'na yönelmişti
Çok geçmeden kıyameti andıran bir sahne oluştu Dua müstecap oldu ve biz yağmur damlalarını gördük Kuvvetli bir yağmur ve yüklü bulutlar Allah onunla Mudar kavmini suya kandırdı Amcası Ebû Tâlib'in de dediği gibi O, nur yüzlü ve kemâl sahibidir Allah onun hürmetine bulutlardan yağmur yağdırmakta Ve bu hakikat âşikârdır
Peygamber, "Doğrusu sen iyi bir şairsin." buyurdu.
Berzencî, Esna’l-Metâlib'de şöyle yazıyor:
Peygamber buyurdu ki: "Allah, Ebû Tâlib'e rahmet eylesin." Bu sözü şunu gösteriyor ki, eğer Ebû Talib hayatta olsaydı ve Peygamber'i minberin üstünde yağmur duası ederken görseydi mutlu olurdu. Peygamber'in bu sözü Ebû Tâlib’in vefatından sonra zikretmesi, onun Peygamber'in sözlerinden mutlu olduğuna şahitlik ediyordu. Bu mutluluk, Ebû
Tâlib'in kalbinin derinliklerinde nübüvveti tasdik ettiğinin ve doğruluğuna olan inancınının en büyük delilidir.
Bazı tarihçiler Peygamber'in yağmur duası olayını nakletmiş fakat Peygamber'in, “Allah, Ebû Tâlib'e rahmet etsin." ibaresini zikretmemişlerdir. Okuyucu bu tahrifin sebebini gayet iyi anlayacaktır.
İbn Ebil-Hadîd şöyle yazıyor:
Siyer ve megâzî (biyografi ve gaza) kitaplarında şöyle geçmektedir: Atabe bin Rebî'a (veya Şîbe), Bedir Harbi'nde Ebû Ubeyde bin Hâris bin Muttalib'in ayağını kesti. Ali ve Hamza, Ebû Ubeyde'nin yardımına koştular. Onu kurtarıp, Atabe'yi öldürdüler. Sonra Ebû Ubeyde'yi savaş meydanından çadırlara doğru getirdiler. Peygamber'e onun ayağını göstererek olayı anlattılar. Ebû Ubeyde, "Yâ Rasûlallah! Eğer Ebû Talib yaşıyor olsaydı, şu sözlerinin doğruluğunu görürdü.” dedi:
"Allah'ın evine yemin olsun, Muhammed için
zorluk çıkardığımız konusunda yalan söylediniz!
Onun yanında savaşmaya hazır olmadığımızı,
onu koruyamacağımızı söylediniz!
Onun etrafında yere serilinceye dek onu teslim etmeyeceğiz!
Bu yolda evlâtlarımızı ve kadınlarımızı bile unuturuz!
Orada bulunanlar, “Allah Rasûlü o gün, Ubeyde ve Ebû Tâlib için dua etti." dediler.
Rivâyet edilmiştir ki Hazret-i Peygamber, Ebû Tâlib'in oğlu Akîl'e şöyle buyurmuştur:
"Ey Ebâ Yezîd, ben seni iki şeyden dolayı çok seviyorum. Birincisi benimle akraba olduğun için, ikincisi de amcam Ebû Tâlib’in sana ne kadar düşkün olduğunu bildiğim için."
Bu olay Peygamber'in, amcası Ebû Tâlib'in îman ettiğine dâir inancının en sadık şahididir. Sıradan bir Müslümanın dahi bir kâfiri sevmesinin anlamı yokken, Müslümanların peygamberi olan zâtın o kâfirin oğlunu sevmesi nasıl mümkün olabilir? Peygamber bu sözü Akîl Müslüman olduktan sonra söylemiştir."
Ebû Tâlib'in Peygamber'in getirdiği dini kabul etmediğini farzedelim. Bu durumda Peygamber'in Ebû Tâlib'i bu kadar sevmesi tuhaf değil mi? Daha tuhafı, bu sevgiyi Ebû Tâlib'in vefatından sonra âşikâr etmesidir. Akîl'i sevmesinin bir sebebi de, Ebû Tâlibʻin ona olan düşkünlüğü idi.
Ebu Nu'aym ve diğerleri İbn Abbas'tan şöyle naklediyorlar:
Ebû Tâlib Rasûlullah’ı o kadar çok severdi ki kendi çocuklarını o derece sevmiyordu. Onu her zaman kendi çocuklarından önde tutar, onun yanında yatar ve dışarı çıktığında onu yanında götürürdü.
Kureyşliler, Ebû Tâlib hayatta iken Peygambere yapamadıkları eziyet ve işkenceleri, Ebû Tâlib'in vefatından sonra yapmaya başladılar. Kureyşli ahmaklardan biri Peygamber'in başından aşağı toprak döktüğünde, Peygamber toz toprak içinde eve geldi. Kızlarından biri ağlayarak onun başındaki toprakları temizliyordu. Peygamber, kızına şöyle buyurdu: “Ağlama kızım! Allah, babanı korur. Kureyşliler, Ebû Tâlib vefat etmeden önce bana karşı böyle bir şey yapmaya cesaret edememişi."
Abdullah demiştir ki: Allah Rasûlü, Bedir Harbi'nde meydandaki cesetlere bakarak Ebû Bekir'e şöyle buyurdu: "Ebû Tâlib yaşıyor olsaydı, kılıçlarımızın büyükleri ve gençleri nasıl hedef aldığını görürdü."
Bu sözler, Ebû Tâlib’in bir beyitini hatırlatıyordu:
"Kâbe'ye yemin olsun ki yalan söylüyorsunuz,
eğer gördüklerimiz gerçek ise
Kılıçlarımızı büyüklerinize ve gençlerinize doğru çekeceğiz" Hâfız-ı Kencî, Kifâye adlı eserinde, Hâfız ibn Febhûye kanalıyla merfû bir hadîsi İbn Abbas'tan nakletmiştir. Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ali'ye hitaben şöyle söylemektedir: 
"Eğer Peygamber'in yerine birini tayin etmek benim uhdemde olsaydı, senden başkasını bu makama layık görmezdim. Çünkü sen herkesten önce Müslüman oldun. Peygamber'in akrabası, ldamadısın. Senden önce baban Ebû Tâlib de bu yolda pek çok belaya tahammül etmişti. Ebû Tâlib, Kur'ân nâzil olduğunda benim yanımda idi. Onun hizmetlerini de evlâtlarının huzurunda yâd etmek isterim."
Yukarıda geçen hadîslerin hepsi, Ebû Tâlib'in îman etmediği iddialarını çürütmektedir. Mesela Peygamber hiçbir zaman halifesine (Ali), bir kâfiri gasledip, kefenleyip, defnetmesini emretmez; onun için hayır, rahmet ve af dilemez ya da Ebû Tâlib sevdiği için onun oğlu Akîl'i sevmezdi. Çünkü bir kimsenin küfrü, bir Müslümanı böyle davranmaktan meneder.
Sıradan bir Müslüman için hüküm böyleyken, Peygamber'in bu hükmün hilâfına hareket etmesi söz konusu olabilir mi? O Peygamber ki Allah'ın şu sözlerini beyan etmiştir: "Allah'a ve ahiret gününe îman eden bir topluluğun, -babalarıı, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.” “Ey îman edenler! Benim ve sizin düşmanlarınızı velî edinmeyin. Siz onlara muhabbet besliyorsunuz ama onlar size Hakk’tan geleni inkâr ediyorlar.” “Ey îman edenler! Eğer küfrü îmana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi velî edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerdendir.” “Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene îman etmiş olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Bu mealde daha birçok âyet vardır.
İstanbul Times  / Dr.Seyid Hüseyin Zerakki