İnsan hayatında diyalog ve iletişim oldukça önemli bir yere sahiptir. Adem ile Havva’dan başlayan diyalog sürecinde insanı hayvanlardan ayıran en önemli özellik; akılla birlikte geliştirilen diyalog dilidir.
 
Bu süreçte oluşan topluluklar toplumları, toplumlar da kendi dillerini oluşturarak günümüze değin gelişen ve değişen iletişim dili ortaya çıkmıştır.
Medeniyet, sosyal insan olmakla, diyalog ve iletişim kurmakla başlar. Ancak bu süreçte egoların da ortaya çıkmasıyla insanlar daha çok bencilleşerek, zaman zaman barıştan uzaklaşıp, kendi benliklerini ve nefislerini daha ön plana atmaya başlamıştır. Unutmamalıdır ki, bencillik ölümcül bir hastalıktır. Ve bu hastalığa yakalananlar giderek barıştan uzaklaşıp, iletişim kanallarını yaşamın güzelliklerine karşı kapatarak ölümcül sonun gelmesini beklerler.
Barıştan uzaklaşan bir dil beraberinde kötülüklerin gelişmesine öncülük eder. Huzurdan uzak kaotik bir ortam oluşmasına neden olur. Gönül ister ki ‘BARIŞ’a dair insan dağarcığında ne kadar çok güzel söz varsa tamamını bir çırpıda riyasız söyleyebilsin. Yarınları barış içinde tesis etmek ve huzurlu yaşamak adına yazı literatüründe ne kadar güzel şiir, hikâye, roman, makale varsa tamamını barışa dair yazıp, içini dökebilsin.
İnsan ne kadar dışa dönükse, diyaloga ne kadar açıksa o kadar sosyalitesi yüksektir. Diyalog, insan olmada önemli bir kıstastır. Diyalog kültürü, iyi ve sosyal bir insan olmakla sağlanır.
Barış dilinin yeniden sağlanmaya çalışıldığı şu günlerde ülkeyi yöneten Başbakan’ın dili oldukça yaralayıcı, ülkenin ana muhalefetini yapan partinin genel başkanının sözleri inanılmaz acıdır. Bu çap ve kalibre iktidar ve muhalefet liderlerine yakışmaz. Bu söylemlerle toplumun çok gerisinde kalıyorlar. 

 İktidar ve ana muhalefet liderlerinin birbirlerine karşı sarf ettikleri acı sözlerin yanı sıra, ölen insanların arkasından yaptıkları konuşmalar görüş ve fikir ayrılığı olsa dahi bu tarz incitici olmamalıdır. Liderlere yakışan, erdemli bir tavırla insanlık ve barış adına hümanist ve barışçıl bir söylem kullanmaktır.
 
Maalesef ülkemizde koltuk sevdası yüzünden zaman zaman barış sözcüklerinin yerine ölüm cellatlığı yapmak daha makbul sayılıyor.
Fransa’da hunharca öldürülen Sakine Cansız’ın taziye için evine giden CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’e yönelik sarf ettikleri kelimelere baktığınızda bu sözlerin ne insani ne de dini izahı olamaz.
Sayın Başbakan’ın ”Kürt sorunu yok. Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı oluyorlar.” dediği sözler barış dili değildir. Bütün ülke meselelerinde nobran bakış ve inkârcı resmi jargon kesinlikle değişmelidir. Kürtler sorun değildir.

Kimsenin durup dururken maraza çıkartmaya hiç niyeti yok. Sebep sonuç ilişkilerine yüzeysel bakmamız bile sorunun tüm boyutlarını ve resmin bütün karelerini görmemize yeter. Faşizan, ırkçı bir devlet organizasyonu yüzünden İnsanların kendi öz topraklarında bu kadar baskıya uğramış, yaşamın her alanında kültürü, eğitimi insana dair temel haklarının tamamı suç sayılmıştır.
 
Bu konuda sorunu en ince ayrıntıya kadar bilen, 1990 tarihinde bu temel meseleyi rapor haline getirmiş ve yayımlamış, “Devletin silah ve baskı unsurunun iflas ettiğini, Kürtlerin ana dilde eğitim dâhil tüm gasp edilen haklarının acil iadesini” cesurca savunmuş, Kürt sorununun en iyi tahlil yeteneği olan ve bilen çözüm yollarını ortaya koymuş bir siyasetçisi olarak Sayın Başbakan’dan beklenti bu nedenle oldukça yüksektir.
Eşitlikçi ve hakkaniyetli bir temelde bu ülkenin tamamının barışa, özgürlüğe, demokrasiye su, oksijen ekmek gibi ihtiyacı var. Bu sorunun çözümü için sistemin anayasa ve yasaları evrensel çağdaş ülkelerin normuna gelmesi mühimdir. Sayın Başbakan’ın da yapması gereken dilini barıştan yana kullanarak ülkeye huzurun gelmesini sağlamaktır.
İstanbul Times / Maksut Konyar