Bugün yaşadığımız süreci anlamak ve geleceğe emin adımlarla ilerleyebilmek için geçmişe bakarak "ÖN ALMASINI" bilmeliyiz. işte o zaman bu ülkenin gerçek sahipleri oluruz ve gerçek anlamda demokrasiyi işletebiliriz...

Demokrasi, soyut bir kavram değildir. Birtakım öğelerin/altyapıların bir araya gelmesi ile varlık kazanır. Bir liderin,  “ARTIK ÜLKEMDE DEMOKRASİ OLSUN, BEN ÖYLE İSTİYORUM” demesiyle, o ülkede demokrasi yaşama geçmez.  Bunun için, tüm unsurların gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan birinin yokluğu durumunda, hala o ülkede demokrasinin olduğunu öne sürülüyorsa, olan şey demokrasi değil, fakat adına demokrasi veya “GÖRÜNTÜ DEMOKRASİSİ” denen bir başka rejim türüdür.

Demokrasiden söz edilebilmesinin önkoşulu, “SEÇİM”`dir. Bu koşul, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başından beri var ve olagelmiştir. Kurucularımız savaş ortamında bile hep seçimi uygulamıştır. Doğal olarak, seçimlerin özgürce ve hilesiz yapılması gerektiği üzerinde sanırım ayrıca durmaya gerek yok değil mi?

Seçim için ikinci koşul, “GENEL OY” ilkesidir. Yani, her ergin yani yaşıt yurttaşın oy hakkına sahip olmasıdır. Ülkemizde bu koşul da, kadınlara da oy hakkı tanınmasıyla ve seçmen olabilmesi için belirli arazi sahibi olmak, belirli oranda vergi vermek, belirli bir eğitim düzeyine sahip olmak gibi koşullar aranmadığı için daha ATATÜRK döneminde gerçekleşmiştir.

Çoğu kişi bu iki koşulun varlığını demokrasiden söz edebilmek için yeterli görmektedir. Oysa başka koşullarında olması demokrasi için gereklidir. Bunların başında “EŞİT OY” ilkesi gelir. Başka bir deyişle, her seçmenin oyunun “1” sayılması, birbirine eşit olarak değerlendirilmesi gerekir. İşte daha bu noktada da TÜRKİYE`de eşit oy ilkesinin bulunmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü bir ülkede feodal ya da yarı-feodal yapılar aşılmadıkça, orada eşit oy ilkesi asla yaşamaya geçirilemez. Ağaların, şeyhlerin, tarikatların, cemaatlerin bulunduğu bir ülkede; ağanın adamları ağalarının, tarikat üyeleri şeyhlerinin ve cemaat üyelerinin kendi önderlerinin buyruklarının dışında OY kullanamazlar. Bu, bilinen bir gerçektir. O zaman, bir ağanın 5.000 adamı varsa onun OYU =5000 + 1`dir. Bir şeyhin veya bir cemaat liderinin 20.000 müridi varsa onun OYU=20.000 + 1`dir. O nedenledir ki, siyasal parti liderleri ağaların ve şeyhlerin peşinde koşup duruyorlar.

Şimdi bu noktada MUSTAFA KAMAL ATATÜRK`ün gerçekleştirdiği veya gerçekleştirmeye başladığı devrimlere topluca bakacak olursak, bunların aynı zamanda iki AMACA yöneldiklerini görürsünüz.

1 MADDE: Ülkenin azgelişmişlik yapısını kırmak,

1 MADDE: Demokrasinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak olarak görebiliriz.

Bu iki madde ile birlikte CUMHURİYET YÖNETİMİ; özellikle ilk yıllarında bu feodal ilişkiler yumağı yüzünden büyük sıkıntılar yaşamıştır. Etnik ya da gerici ayaklanmalar bu ortamda ortaya çıkmıştır. Her şeyden önce MUSTAFA KAMAL ATATÜRK, bu nedenle bu feodal yapıyı ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Bunun yolu LAİKLİKTEN geçiyordu. Ötekisi ise, TOPRAK REFORMU olarak karşımıza çıkıyor.  Laiklik tam anlamıyla uygulamaya konulmadıkça ve toprak reformu yapılmadıkça, DEMOKRASİNİN YAŞAMA geçirilmesi olanaksızdı. Ne köylü milletin efendisi olurdu, ne de millete eşit hizmet götürülebilirdi. Hatta “GÖRÜNTÜ DEMOKRASİYLE” hizmet etmeye devam edilirdi. En sonunda GÖRÜNTÜ DEMOKRASİ adı altında REFERANDUM`la bunu da ortadan kaldırmaya kadar giden bir sürece hep birlikte hizmet eden bir “KÖR DÖVÜŞÜ” içinde kalırız.

Bu yukarıdaki bilgilerin ışığında şimdi şu gerçekleri alt alta sıralayalım:

1 MADDE: Çok partili düzene geçildiği sırada toprak reformu hala gerçekleştirilmiş değildi. Ağalık ve şeyhlik hükmünü hala sürdürmekteydi. Bu durumda, eşit oy ilkesi ülkede geçerli olamazdı. Bugün de değişen bir şey yok. Her parti kendi oyuncağı gibi tabanıyla dalga geçer gibi oynuyor. Tabanda buna uymuş “SİYASET OYUNCAĞI OLMUŞ OKEYE DÖNÜYOR”

2 MADDE: DEMOKRAT PARTİ (DP) toprak reformuna karşı çıkanlarca kurulduğu gibi gördüğümüz üzere kurucuları arasında büyük toprak sahipleri, yani toprak ağaları vardı. GÖRÜNTÜ SİYASETE DEVAM…

3 MADDE: Ağalığa ve tarikatçılığa son verecek olan bir kurum da, Köy Enstitüleriydi. Çok partili düzene geçilmesiyle birlikte, İSMET İNÖNÜ, Hasan ALİ YÜCEL`i ve İsmail HAKKI TONGUÇ`u (KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURUCULARI)  görevden uzaklaştırarak, Enstitüleri yıkmakla Reşat Şemsettin SİRER`i görevlendirdi. OY uğruna KÖY ENSTİTÜLERİNİ yıkıma götürmek hem de kurucularının arasından çıkması çok manidar değil mi? Sonra Mustafa Kamal ATATÜRK`ün devrimlerini bırak Amerikan mandacılığına devam etmek çok manidar değil mi?

4 MADDE: Yine çok partili düzene geçilmesiyle birlikte, oy kaygısı ile İSMET İNÖNÜ laiklikten arka arkaya ödünler vermeye başlayacaktı. Bugünkü İSMET İNÖNÜ`ün devamı olanlar LAİKLİĞİ KALDIRMAYI tartışabiliriz demeye getiriyorlar ne uğruna bir OY UĞRUNA ATATÜRK`ÜN CHP`DEN VE TÜRKİYE`SİNDEN İNÖNÜ`ÜN Y-CHP`SİNE KIVRILAN VE TÜRKİYE`DE SÖZ SAHİBİ OLAMAMA NOKTASINA GELEN BİR OMURGASIZLIKLA KARŞI KARŞIYAYIZ. KENDİ DEVRİMİNİ TANIMAYAN VE TASFİYE ETMEYE ÇALIŞAN BİR YAPININ SONU HAZIRLAMASI İÇİN BU MAKAMLARDA OLDUĞUNU ANLAMAMAK

ATATÜRK GENÇLİĞİNE YAKIŞMIYOR DEĞİL Mİ?

İmam Hatipleri, İlahiyat Fakültelerini, okullarda din derslerini yeterli ve ihtiyaca göre bütün inanç sahiplerini kucaklayan bir eğitim anlayışı oluşturdukları halde bugün bütün okulların İMAM HATİP hale dönüşmesini sağlayan bir yapıya dönüşmesi ve OY BAHÇESİ HALİNE getiren süreci birlikte hızlandırmadık mı? Bu da yetmez TEKKE ve Zaviyeleri açan İSMET İNÖNÜ bu ülkenin kurulmasında emeği olduğu kadar bugünlere gelmesinde de emeği yok demek veya bu sürece hizmet etmedi demek “KÖR OLMAK”`la eşdeğerdir.

Yani İSMET İNÖNÜ, demokrasinin temel koşullarından biri ortada yokken, üstelik demokrasinin gerçekleşmesinin önüne dikilen engellerden şimdi saydıklarımız MUSTAFA KAMAL ATATÜRK döneminde kaldırılmış olmasına karşın bunları yeniden hortlatırken, ayrıca bu saydıklarımız dışında da laiklikten ödünler verirken, nasıl oluyor da DEMOKRASİ KAHRAMANI olarak görülebiliyor? Ortada bir seçim sandığının konulması ile demokrasinin varlık kazanamayacağını bilmek gerekir değil mi? Bugün biz bunu iliklerimize kadar 16 NİSAN REFERANDUMU ile bizlere DAYATILAN DEMOKRASİYİ hep birlikte yaşamadık mı?

“SEÇİM” ve “OY”  demek, “SEÇMEN” demektir. Seçmen, oyunu bilinçli bir biçimde kullanmalıdır. Kime, ne için oy verdiğini bilmelidir. Ülkesinin çıkarlarının ne yönde olduğunu ilişkin düşünceleri olmalıdır. Her şeyin ötesinde de kendi kişisel çıkarlarının ne olduğunu bilerek, bunu ülke çıkarı ile uzlaştırabilmeli, oyunu öyle kullanabilmelidir. Yoksa seçimler ortaya abuk sabuk, saçma sapan sonuçlar çıkarır. Çok partili yaşama geçildiğinden bu yana, kurulan partilerin hemen tümünün kendilerine bir simge olarak çoğunlukla hayvan resimleri, bir bölümünün ise halkın günlük yaşamında yer etmiş bulunan samut şeyleri (AMPÜL gibi) seçmiş olmalarını bir de bu açıdan düşünürseniz, Türk Demokrasisi adına üzülmemek elden gelmez. Çünkü seçmenlerin bir bölümü, oylarını ancak bu resimlere bakarak oy vereceği partinin programını okuduğunu ve ona göre oyunu kullandığını söyleyebilir misiniz? Hatta önümüze dayatılan her sandık ne anlama geldiğini bilmeden ve ondan oy isteyen bütün parti liderlerinin sudan bahanelerle bir araya gelmeden halkın huzuruna çıkıp televizyon programlarında özgür basın karşısında sorulan bütün sorulara birlikte kendi dünya görüşünü yansıtarak “SEÇMENDEN OY İSTEDİKLERİNİ” gören var mı? Ey Halkım “DAYATILAN DEMOKRASİ” demekte haksız mıyım? O zaman bunca yapılan kokuşmuş siyaset şarlatanlığına neden izin veriyoruz?

Oylarımızı gasp ediyorlar ama her seçimde yine bekleriz diyorlar…

Kimin parasıyla kime çaka satıyorlar…?

Bir birey olarak gerçek demokrasi yaşamayı istemek suç mu? Bunları yazmak ve “dev aynasında kendilerini dev zanneden” bu “İNSAN OLMA YOKSUNU OYUNUNU ÖNÜMÜZE” koymalarına daha ne kadar izin vereceğiz?

Gerçekten, kaç tanesi kendi partilerinin programlarını okumuştur, içine sindirmiştir ve ona göre bir partiye girip seçilmiştir? Partiler arası transferleri bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Milletvekili bulunduğu partisinden ayrılarak, onun programına tümüyle ters bir programa sahip olan bir başka partiye geçen milletvekili için parti programlarının bir anlamı var mıdır? Milletvekillerini bir yana bırakalım; bu söylenenlerden çıkan sonuç, demokrasinin var olup işleyebilmesi için seçmenin eğitimli ve yukarıda açıklanan konularda bir düşüncesi olması gerekmez mi?

İşte Mustafa Kamal ATATÜRK Devrimlerinden ve uygulamalarından, EĞİTİM BİRLİĞİ YASASI, HARF DEVRİMİ, MİLLET MEKTEBİ, KÖY OKULLARI SEFERBERLİĞİ genel olarak eğitimle ilgili tüm devrimci nitelikli girişimler, bir yandan da sonuç olarak yurttaşı bilinçli seçmen yapmaya yönelmiş bulunuyordu. Oysa DEMOKRAT PARTİ`nin köylüye yönelik propagandalarının başında köy okullarının köylülere yaptırılmasına son verileceği geliyordu. Bugün onun devamı olanlar “okumanın artması bizim oyların azalması” anlamına geliyor diye beyanat veriyorlar. Milletin cahil kalması için ne gerekirse yap demekle eş değerdedir. Çünkü kendileri o makamlarda kalabilmek için cahil halk gereklidir. Son olarak bu referandumla artık buna da ihtiyaç yoktur. Çünkü öyle bir demokrasi düşünün ki; kendisi ortadan kaldırmayı oylamaya götürdükte kimse ne oluyor bu oylanamaz demedi. Çünkü demokrasi kendi eliyle;

 “HALKIN EGEMENLİĞİNİ FES EDEREK TEK ADAM EGEMENLİĞİNE” giden süreci hep beraber alavere dalavere MÜHÜRSÜZ OYLARLA YANİ SEÇMEN YOK HÜKMÜNÜ VEREREK “DAYATILAN DEMOKRASİYİ” hep beraber iliklerimize kadar yaşadık. Bu da HALKIN KENDİ KENDİNE GOL ATMASI DİYELİM BAŞKA NASIL ANLATILIR ANLAMALARI İÇİN DİYELİM Mİ?  

Bunları niye mi anlatıyorum? Halkını bilinçlendirmek için en önemli girişim “KÖY ENSTİTÜLERİ” idi. Çok partili düzene geçişte bunlar yok edildi! Şimdi bunu bir de, laiklikten verilen ödünlerle, İmam-Hatiplerin, İlahiyat Fakültelerinin, tekke ve zaviyelerin açılması ve okullarda din dersleri konulması ile birlikte düşünün…! Gelinen noktaya bakarsanız görürsünüz. Bunların dinle inançla ahlakla hiç alakası yoktur. Çünkü bugün CENNET TÜRKİYEM NEDEN CEHENNEM TÜRKİYE KONUMUNA DÜŞER MİYDİ?

Öte yandan, demokrasilerin bir başka koşulu da, çoğunluk gibi düşünmeyenlerin de, onlar ölçüsünde hak ve özgürlüklere ve güvencelere sahip olmasıdır. Oysa bizde İSMET İNÖNÜ DEMOKRASİSİ, toplumcu/sosyalist DÜŞÜNCENİN AMANSIZ DÜŞMANI OLACAK, ÇOK GEÇMEDEN BUNA DEMOKRAT PARTİ DE katılacaktır. Aslında ne sağ vardır ne de sol vardır. Böl – parçala – yönet sistemi oluşturulmuş, halkında bunu yemesi sağlanarak oyun tezgâh kurulmuştur.

Koşulların içinde en önemli olanı ise, MİLLİ – DEVRİMCİ - TAM BAĞIMSIZ - EŞİT HAK VE ÖZGÜRLÜKLERDEULUSAL AMACIN MECLİSE YANSIMASI VE MECLİSİN BU AMAÇ DOĞRULTUSUNDA YASAMA VE DENETLEME GÖREVİNİ YERİNE GETİRMESİ, hükümetin de aynı amaç doğrultusunda ülkeyi yönetmesidir. Bu gerçek, 1945`den başlayarak “MİLLİ İRADE” kavramı ile dile getirilir. Özellikle de DP`liler CHP`yi milli iradeye saygı göstermemekle suçlamışlardır. Şimdi, şu gerçekleri sırası ile analım;

1 MADDE: Yukarıda belirtilenlerden sonra “MİLLİ İRADE”`nin sağlıklı bir irade olduğunu öne sürmek anlamsızdır.

2 MADDE: MİLLİ İRADE`den söz edilebilmesi için, bu iradenin sahibinden “HALKTAN” kaynaklanması gerekir. Başka bir deyişle, dışarıdan bir güç onu yönlendirmemeli, bağımlı kılmamalıdır. Bunun için ise, ülkenin “TAM BAĞIMSIZ” olması gerekir. Bağımsızlığını yitirmiş bir ülkenin yönetimi dış güçlerin oyun alanı olmaktan ileri gitmez. Bağımsızlığın yalnızca zedelenmiş ya da kısıtlamış olması durumunda da aynı gerçek söz konusudur. Ne acıdır ki; çok partili düzene geçilmekle birlikte, TÜRKİYE `nin bağımsızlığı üzerine ABD`nce ipotek konulacaktır. Türkiye`nin bugün sömürgeleşme sürecinde neredeyse son noktaya gelmesinin temeli 1945-50 arasında atılmıştır. Bu süreci iyi anlamadan geleceğe emin adımlarla ilerleyemeyiz.

Şu da başka bir gerçektir ki, demokrasiler, gelişmiş ülkelerde var olabilen bir rejimdir.

Mustafa Kamal ATATÜRK`ün gerçekleştirdiği devrimlerin hemen tümü de tam anlamıyla sindirilememiş, uygulanamamış ve daha ileri götürülmeyi bırakın karşı devrim ile bertaraf edilerek bugün kötü gösterilen bir duruma düşürülmüştür. Bugün bunda en büyük vebal ona sahip çıkamayıp fakat bütün birikimlerinden bir miras yedi gibi hiçbir şey olmamış gibi söz de MUSTAFA KAMAL ATATÜRK görünümündeki HAİNLER`dir. Bir diğer unsur ise ona her zaman karşı çıkan DİN TÜCCARLARI, içimizdeki TRUVA ATLARI ve bunlara imkân hazırlayan DIŞ GÜÇLERDİR.  

Bir de o zamanlar İSMET İNÖNÜ`nün yabancı uzmanlara hazırlattığı ve BARKER RAPORU diye anılan ve TÜRKİYE`nin izlenmesi gereken yolu çizen rapor, ülkemizin sanayileşmemesi için verilmiş bir rapordu. Ne zaman ÖZÜMÜZÜN RAPORLARIYLA HAREKET EDECEĞİZ? ÇÖZÜMÜ HEP DIŞARDAN ARARKEN HİÇ BİZE VERİLEN BU RAPORLARIN İNCELENMESİNİ SAĞLAYARAK KENDİ ÖZ PROJELERİMİZİ UYGULAMAYI NEDEN AKIL ETMEZ BİZİM YÖNETİCİLER..?

O halde, TÜRKİYE`de demokrasinin varlık kazanabilmesi ve yaşayabilmesi hatta ileri de ikide bir askeri müdahaler olmaması için yapılması gereken şey, ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNİ İYİ ANLAMAK VE TAMAMLAMAK, daha da ileriye götürmektir. İşte, ancak o zaman TÜRKİYE “demokratik” bir ülke olabilirdi. Oysa 1945`ten hatta 10 KASIM 1938`den başlayarak yapılanlar tam tersi yönde olmuştur. İSMET İNÖNÜ gibi başından beri AMERKAN MANDACISI = İnönü tipi, yabancılara şirin gözükmek için sahneleyen, demokrasinin ne olup olmadığını anlamak için 1950`den bugüne demokrasi adına yapılıp edilenlere bakmak yeter…

Bugün SEVGİLİ OKUYUCULARIM; SİYASET İŞÇİLERİMİZ VEYA SİYASET YAPTIĞINI SANANLAR HİÇ BUNLARDAN HABERDAR MIDIR?

Saygılarımla… Bu görev en başta emanet bırakılan ATATÜRK GENÇLİĞİ`NE DÜŞER…

ATA MİRASI ULUS… MURAT AKBAŞ

KAYNAKÇA: KARŞI DEVRİM 1945-50 – ÇETİN YETKİN – OTOPSİ YAYINEVİ