İnsanın anavatanı çocukluk dönemidir. Atalarımız bunu şu sözle taçlandırmıştır.

“Yedisinde ne ise yetmişinde de odur.”

Anlayacağınız gibi bir insanın en değerli hazinesi çocukluk dönemi ve çocuklarıdır. Yoksa dünyadaki yer altı ve yer üstü kaynakları değildir tam tersine İnsanoğlunun meyvesi olan çocuklarıdır. Bir meyvenin iyi yetiştirilmesi için en başından başlamak kaydıyla çok iyi bakılması gerekir. Fakat bunu yaparken şu anlam çıkmasın.

“Doğurmakla anne, doyurmakla baba olunmaz.” Bunu hayvanlarda yapar. Önemli olan çocuğun en başta kendisine, ailesine ve bulunduğu topluma yarar sağlayan, akıllı, ahlaklı ve adaletli yetiştirmedikçe bir anlam ifade etmez. Hatta iyi bir eğitim verilmezse en başta kendisine, ailesine ve bulunduğu topluma zarar veren bir çocuklar toplumuyla karşı karşıya kalırız. En kötüsü bu çocuklar bizim çocuklarımızdır.

Hiç durup etrafınıza bir baktınız mı? Çevremizdeki çocuklarımız nasıl yaşıyorlar, ne giyerler, nasıl oyunlar oynarlar, nelere ilgi duyarlar veya gelişim cağındaki çocuklara biz büyükler neler veriyoruz? Zaman ne kadar ayırıyoruz? Sonuçta bizim çocuklarımız, bizim geleceğimizi oluştururken ilerde nelerle karşılaşacağımızı düşünerek neler katıyoruz hiç düşündünüz mü?

 Geçmişte bizlerde çocuk değimliydik? Bugün bir yetişkin olarak kendimizde ne eksiklikler görüyoruz? Büyüklerimize sitemlerimiz olmuyor mu? O zaman biz çocuklarımıza ne veriyoruz ki ne bekliyoruz?

“Ağaç yaşken eğilir.” Sözünü hep söylüyoruz. Bir ağacı düşünün kökü, gövdesi, dalı, yaprağı ve meyvesiyle bir bütündür. Fakat bu ağacın en önemli yeri köküdür. Onu toprağa bağlayan ve bütün gereksinimlerini oradan temin edendir. Fakat ağaca baktığınız zaman kökünü görmezsiniz. Onu ayakta tutan köküdür. En önemli ürünü ise meyvesidir. Kök ve meyve-aile ve çocuk bu iki kavram birbirini tamamlar. Birisinin eksikliği var oluşunu ortadan kaldırır. Çocuk ilk eğitimini ailesinden alır ve sonucunu ise geleceğinde çocuklarından görür. Eğer bu bağlantıyı iyi oluşturmazsan;

“Bakarsan bağ olur; bakmazsan başına bela olur” cümlesi ile karşı karşıya kalırız.

Resulümüz ne güzel söylemiş;

 “Gençlik delilikten bir şubedir. Fakat gençlik bir hazinedir.”

Bir ülkenin en güzel hazineleri madenleri değildir. Onu bulup işleyecek olan çocuklarımız ve gençlerimizdir. Yoksa köyünde taş diye vurduğun belki bir altındır. Fakat sen bunu bilemezsin. Bir gün bakarsın elin çocuğu gelir. Her gün ayağınla vurduğun o taşı alır, işletir ve sana bunu satar. Senin ruhun bile anlamaz. İşte çocuk, aile, eğitim ne kadar önemli değil mi?

Çocuklarımız ve gençlerimiz işlenmezse başımıza bela olur. Fakat gençlik işlenirse geleceğimiz parlak olur. Asıl en değerli hazinemiz bizim çocuklarımızdır. Onların mutluluğu ve yapacaklarıdır…

Çocuk Anayasası olsaydı ve ilk iki maddesi her halde şöyle olmalıydı.

1 – Çocuk çocukluğunu yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır.

2 – Çocuk oyun oynama hakkına sahiptir.

Bugün bizler evimizde ve çevremizde onlara bu hakları verebilecek ne yapıyoruz. Çocuk merkezli bir aile veya bir şehir kurabiliyor muyuz? Duyar gibiyim ben daha çocukluğumu yaşayamadım ki! Çocuğumda yaşasın. Peki, buna sebep olanlar kim? Cevabı yine biz değil miyiz?

O zaman biz bunu kendimize niye yapıyoruz? Hani dünyada akıllı olan varlıklar olarak böbürlenmez miyiz? Nerde kaldı aklımız?

 “İnsan insanın kurdu mu? Yoksa insan insanın kurtuluşu mu?” olacak diye sorası geliyor. İnsanın göz açlığı, çözüm yerine sorunları arttırmayı tercih ediyoruz. Dünya üzerinde çocuklarımız ölüyor. Koca koca çocukların egolarını benliklerini doyurmak adına savaşlarda çocuklarımız ölüyor. Bugün yanı başımızda Suriye`de 13.000 çocuk savaş sırasında öldüler. Ne uğruna? Hani her şey onlar için değil miydi? O zaman hangi akıldan bahsediyoruz?

Çocuklar ölüyor, çocuklar ağlıyor ve zülüm görüyorsa o toplum üzerinde ne ALLAH`ın rahmeti kalır ne de o toplum huzura kavuşur. Bunu yapanlarda sanmasınlar başkalarının kanlarının üzerinden huzura kavuşacaklarını!

Bugün dünyada en büyük belası gözü aç ülkeler ve koca koca şirketlerin doymak bilmez bencillikleriyle karşı karşıyayız. Dünya üzerinde 7 milyar insanı doyurursunda bu gözü aç olanları doyuramazsın.

1.       Yüzyılla 50 ülke vardı.

2.       Yüzyılda 200 ülke vardı.

3.       3. Yüzyılda ise daha çok daha çok ülke olsun diye BÖL – PARÇALA – YÖNET, YOK ET yeter ki göz açlığımız bir kara delik gibi doymak bilmesin…

İçimizdeki bu kültür ve eğitimi iyi anlamadıkça hep daha büyük topraklar olsun, en büyük nüfus bizde olsun, en değerli madenler bizim elimizde olsun deriz de asıl değerli olanın bunları ortaya çıkaran ve bunları işleten insanların varlığından hiç kimsenin haberi yok. Olmadığı gibi onlara yatırım yapan da yok. Bu yokluklar içinde cahilliğe doğru kulaç atarken; neyin başarısından bahsediyorsunuz?

Bir ülkenin en büyük hazinesi iyi eğitimli, ahlaklı, imanlı ve sağlıklı nesilleriyle var edebilirsiniz. Metre kareye düşen nitelikli insanımız ne kadar diye soran yok. Her alanda yetişmiş 500 bilim adamımız yok. Ya ne var bir hiçlik içinde yuvarlanan ne olduğumuzu unutmuş ne olacağımızı hesaplamadan var olacağımızı mı sanıyorsunuz? Hiç beklemeyin avucunuzu yalarsınız. Dönün geçmişe bakın bu topraklarda veya dünyanın bir başka coğrafyasında geçmişte yaşamış fakat bugün yaşamayan birçok nesiller olduğunu göreceksiniz. Bu geçmiş nesiller neden tarih oldular hiç düşündünüz mü? Ya da tersten sorayım bugün bizlerde yarınımızı görebilecek miyiz?

Dünya da ülkelerin eğitim durumlarını analiz eden ULUSLAR ARASI PISA TEST sonuçlarına bakacak olursak bizim ülke için neler söylüyor.

Dünyadaki 70 ülke için de;

MATAMATİK sıralamasında TÜRKİYE 52`inci olmuş.

FEN BİLİMLERİNDE 50`inci olmuş,

KENDİ DİLİNDE OKUDUĞUNU ANLAMADA 49`uncu olmuş bir sonuç ile karşı karşıyayız. Alın tepe tepe kullanın demektir. Yani ülke olarak okuduğumuzu anlamadan yaşıyoruz diyor sonuçlar!

Beyler bayanlar bir ülkenin salası okunuyor. Ölmüş bir ülkenin var olmasını beklemek ve kimsenin bunun farkında olmaması daha büyük bir ölüm değil de nedir.

Dünyada yapılan bu PISA analizine göre ilk 10 ülke arasına giremiyorsan başarılıyım, iyi şeyler yapıyorum diyemezsin.

Bugün ne yapıyorsak dünden bugüne hepsinin bir değeri yok demektir.

“Körler sağırlar birbirini ağırlar” şekilde yaşamayan bir toplum olmuşuz demektir. Yarın eğitimsiz, kültürsüz, kendimizi tanımadan bu topraklardan göç edip gideceğiz… Atalarımızın bizlere bıraktıklarını yok ede ede tarihten silinip gitmeyi kendinize yakıştırıyor musunuz?

Bir toplumu en başta ailenin içinde Anne eğitir. Eğer siz anneyi yok sayar ve cahil bırakırsan toplum cahil kalır. Bu çıkmazdan çıkmanın tek yolu toplumu eğitmek ve ondan da önemlisi ANNE olacak kızlarımız iyi yetiştirmekten geçiyor. O zaman bugün soralım bu annelerimizi yetiştirmemize kim izin vermiyor? Hangi yollarla buna engel oluyorlar? Bu noktaya, bu soruna dikkat edersek çözüme de ulaşmamız daha yakın olacaktır.

Bugün dışarıda dolaşan erkek çocuklarımız ve kız çocuklarımız başıboş erkeksi kızlarımız ve kadınsı erkekler olarak karşımıza çıkmıyorlar mı? Kendi kendine yetmeyen bir nesille karşı karşıyayız. Üretmeden tüketen, yaşamadan televizyon ve telefonlarla meşgul seyretmede kalan bir nesil bizlere ne verebilirler? Ya da kendilerine ne kazandıracaklar?

Anne babalar hizmetçi, evler otel ve lokanta olmuşsa çocuklar geleceklerin de ne yapacaklarından bir haber! Onlara hedef ve amaçlar oluşturulmamışsa çocuğun kabahati ne ola ki?

“Ne ekersen, onu biçesin”

Çocuklarımıza maddi kavramlara öyle bir kaptırmışız ki;

 “sevgi, saygı, ahlak, iman, karakter, ciddiyet” hak getire… Para getirsin de ne halt yerse yesin konumuna gelmiş bir toplumdan ne beklenir? Çürümüşlükten başka..!

İyi bir insan nasıl yetiştirilir?

1 – İyi bir aile,

2 – İyi bir eğitim,

3 – İnsanı yaşat ki dünya yaşasın zihniyeti oluşturulmalı,

4 – İyi bir medya – algılarımızı göze ve kulağa hitap ederek tekrardan düzelmeliyiz.

Aile bir çocuğun hayatta mutlu olmasını sağlayan yapı taşıdır. Bir aile çocuğun kafasına bilgiyi, gönlüne ahlakı, midesine ise gözünün gördüğü kadar olmadığını öğretmedikten sonra o çocuktan ne bekleyebiliriz?

Bireyin iyi yetişmemesi toplumunda kötüye gitmesine vesile olur. Çünkü toplumu oluşturan bireylerdir. Bir birey üzerinden inşa edilen eğitim sistemi önce aileden başlar sonuçları ise toplum olarak karşımıza çıkar. Birey dediğimiz çocuk kendisini iyi yetiştirmesi toplumu da iyiye götürür. Bugün toplumun sonuçlarını gören var mı?

Resulümüz “BEŞİKTEN MEZARA KADAR BİLİM” derken; bugün çağdaşlık adına konuşanlar bunu “YAŞAM BOYU EĞİTİM” diyerek kendi toplumlarına uygulaya biliyorlar. Anlayacağınız bilgiyi bilmek yeterli değil bunu uygulayabildiğinizce varsınız.

Eğitimli olmak diploma sahibi olmakla eş değer değildir. Bütün takdirnameleri duvarlarınıza asabilirsiniz. Fakat önemli olan bunları yaşantınıza aktardığınız kadar başarılı bir eğitim o zaman almış olursunuz.  

İnsanı insan yapan bilgisini, becerisini hayata geçirirken en başta kendisine, ailesine ve toplumuna kazandırdıklarıyla vardır. Yoksa gülü elde edim derken bütün bahçeyi yıktıktan sonra neyleyim ben o gülü…!

YETKİLİ OLMAK ANAYASAL GÜÇ ANLAMINA GELİR. Eğer sen bu gücü doğru kullanmıyorsan aldığın eğitim (ailenden, çevrenden, okulundan… v.b) eğitimle “DİPLOMALI CAHİL” olursun vesselam…

İnsanın kendini geliştirmesi olarak görürsen eğitim manasına kavuşur. Fakat sen eğitimi bir araç, bir basamak, bir makam, bir mevki olarak görürsen o sadece senin egonu tatmin etmekten öteye gitmez. Hatta cahilliğini ispatlamak anlamına gelir.

Bakmak değil, görmek lazım ki anlayabilesin ve anlaşılabilesin. O zaman okuduğunu anlar, anladığını yazıya dökebilirsin. Hatta hayatta uygulayarak öğrenmiş olduğun her şey senin olur. Bilmediğin şeyler ise korkun olur. Bizler öğrenmeyerek aslında korkularımızı büyütmekten başka bir şey yapmıyoruz. Hatta öğrenmeyerek hep başkalarının kapısında kul köle olalım durumuna geliyoruz. Buna izin verecek miyiz? Buna izin vererek en başta bizler suçlu konumundayız. Suçu başkalarına atarak kendinizi aklamanız kendinizi kandırmaktan ve geriye saymaktan başka bir işinize yaramaz. Bunu kendimize niye yapıyoruz?

Evlerimizde % 100 televizyon, % 50 bilgisayar, % 20 gazete, % 5 dergi varken % 1 kütüphanesi olması aslında cevabı da için de olan yaşayışımızı hep beraber alkışlayalım değil mi?

İyi bir TAHSİL OLMADAN bir şey olmaz. Bunu sağlamak için üç önemli madde de toplayabiliriz.

1 – AKLI-SELİM

Bilgi en büyük şifadır. Zamanın içinde senin aklın bilginin peşinde gidersen var olursun. Bunu yapmazsan iyi bir yaşam kalitesine sahip olamazsın.

2 – KALBİ-SELİM

Ne kadar akıllı olursan ol hayatın boyunca her şeyi elde edebilirsin fakat sevgi yoksa aslında sen hiç yaşamamışsın demekle eşdeğerdir. Sevgiye, dostluğa, dürüstlüğe önem vermemişsen maddeye hükmedebilirsin fakat yalnızlıktan başka hiçbir şey yaşamamışsın. Nefsine, benliğine kul köle olmuşsun insanlığını ise yaşamadan bir kapıdan girmiş bir kapıdan çıkmışsın demezler mı?

       3 – ZEVKİ-SELİM

        Muhabbetle başlayan kelimeler, cümleler, sesler sanatla taçlandırılmadıktan sonra ha yaşamısın ha yaşamamışsın var mı bir farkı? İşte insanın ölümsüzlüğü bırakmış olduğu ölmez eserleridir.

“Bu dünyada iz bırakmalısın ki; gelecek nesiller kaybolmasın” diyebiliyorsak işte o zaman yaşayan ölülere rağmen sen ölümsüzlüğü yaşıyorsun ölmüş olsan bile… Yaratıcı güç ALLAH siz kullarından bunu istiyor.

“Allah, insanı kendi suretinden yarattı” kendisini kulunda görmesini, kulununda Allah`ı görmesini istedi.”

Yaptıklarını bilerek yapan canlı varlıklardan biriyiz. Fakat buna rağmen aklımızı kullanmaz veya geliştirmezsek o zaman ZÜLÜM olur. Vicdan gelişmez,  maneviyat ölür. Anlayacağınız akıl olmazsa güçte olmaz.

Muhammed İKBAL ne güzel söylemiş;

“BATILILAR VİCDANLARI, biz DOĞULULAR ise AKLIMIZI kaybettik”

BİR TOPLUM “AKILLI – VİCDANLI – İRADELİ” OLMADIKÇA GERÇEK MANADA VAR OLAMAZ.

Kendini geliştiren, bunu hayatında uygulayabilen ve uygularken vicdanlı, maneviyatı ile onu harmanlayan ve en önemlisi iradesini ortaya koyan bir nesil yetiştirmedikçe toplumu yönettiğini sananlarla beraber yok olmaya mahkûmdur.

Sevgi ve saygılarımla… AKILLI – VİCDANLI – İRADELİ nesiller yetiştirmek dileğiyle… ata mirası ulus… murat akbaş

Kaynakça: Şişli Müftüsü Mustafa BİLGİÇ Bey`in geçen Cuma günü ŞİŞLİ-Feriköy-Kule Camisinde vermiş olduğu Cuma hutbesinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Buna emeği geçen Cami İmamımız Fettah ÇİMEN Bey`e minnetlerimi sunarım.