Bugün eğitimde yaşadığımız her şey bir tesadüf değil bilakis bilinçli bir şekilde “CAHİLLİĞİN EĞİTİMİ” verilircesine doğruya koşar gibi yanlışa koşan zihniyetle karşı karşıyayız. Cahilliğin eğitimi olur mu diye soranlar işte size cevabı geçmişten gelerek anlatalım. Düşünün AYDINLIK EĞİTİM BİRLİĞİNDEN NASIL CAHİLLİĞİN EĞİTİMİNE KOŞULUR HEP BİRLİKTE GÖRELİM. Artık başımızı toprağa gömmeden çocuklarımızın ve geleceğimizi kurtarmak adına yazıyorum…

MİLLİ MÜCADELE DEVRİNDE 1919 – 1923 yıllarında Osmanlı saltanatı can çekişirken doğan milli ses ve kuvvet her alanda olduğu gibi eğitim ve öğretimde de MİLLİYETÇİLİĞİ esas amaç edindi. Memleketin yangın içinde bulunmasına, Avrupa`nın yeni bir HAÇLI SEFERİ halindeki saldırışıyla kuvvet bulan ve şiddetlenen “DİNİ BAĞNAZLIĞIN AŞIRI” direnişine rağmen bu amaç adım adım yürütüldü. Birinci Büyük Millet Meclisinde Maarif Vekâleti`nin (MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI) kaldırılmasını ve eğitim işlerinin Şer`iye Vekâletine (DİN İŞLERİ VE VAKIFLAR BAKANLIĞI) verilmesini isteyecek kadar geriye atılan ve birçok taraftar bulan bağnazlık ruhunun bugünde aynı istikamette fakat bu sefer yönetimi ele geçirerek EĞİTİM BİRLİĞİNİ ve AYDINLIĞINI yok etmek istiyorlar. Bunların Maarif Vekâleti`ni, müzik derslerinin dini ilahilerle sınırlı olması yolunda bir genelge yapmaya mecbur ettikleri bir an bile oldu. Bugün yapılanlara ışık tutacak bir örnek olarak karşımızdadır. Fakat bu yola girenler derhal yerlerinden atıldı ve eğitimde yenilik ve milliyetçilik ruhu metanetle savunuldu. Bugün bu metaneti görebiliyor musunuz?

MİLLİ DEVLET, kuruluşunun ikinci yılı sonunda geçen yılın hesaplarını Büyük Millet Meclisi`ne verirken, Gazi Mustafa KEMAL`in söylemiş olduğu nutuktan alınan şu sözlere kulak verelim.

“Hükümetin en feyizli en önemli görevi eğitim işleridir. Bunda başarılı olabilmek için öyle bir program takip etmek zorundayız ki, o program milletimizin bugünkü haliyle, toplumsal, hayati ihtiyacıyla, çevrenin şartlarıyla ve asrın gerekleriyle tamamen orantılı ve uyumlu olsun. Bunun için muazzam ve fakat hayali, muğlâk düşüncelerden sıyrılarak gerçeğe etkili gözlerle bakmak ve elle temas etmek lazımdır.

… Bir taraftan cehaleti gidermeye uğraşırken, bir taraftan da memleket EVLADINA TOPLUMSAL VE İKTİSADİ hayatta fiilen etkili verimli olabilmek için gerekli olan ilk bilgileri pratik bir tarzda vermek usulü eğitimimizin esasını oluşturmalıdır.

Efendiler,

Medeni ve çağdaş bir toplumun ilim ve kültür yolunda yalnız bu kadarla yetinemeyeceği şüphesizdir. Milli dehanın gelişmesi ve bu sayede layık olduğu medeniyet mertebesine yükselmesi, doğal olarak, yüksek meslek sahiplerini yetiştirmekte ve milli kültürümüzü yükseltmekle mümkündür.  

…. Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye`nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Milletlerarası dünya vaziyetine göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği ruhi unsurlarla donanmış olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden meydana gelen cemiyetlere hayat ve bağımsızlık yoktur.”

Sanki Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK bugünlerde yapılanları ve yapılmayanları göstererek milli olmayan unsurların oluşturduğu ve ucu dışarıda olan cemiyetlerin neler yapacağını gösteriyor ve bu durumda olan ülkelerin var olamayacağını göstermektedir. Bugün müfredattan çıkarılanlara bakarsanız ne kadar milli bilinçle hareket ettiklerini görürsünüz. Kendisinden başkasını ötekileştiren tek tip insan yetiştirmek “CAHİLLİĞİN EĞİTİM SİSTEMİ” olması daha nasıl yaşanabilir. Bugün iliklerimize kadar bize bunu yaşatanları ne tarih affeder ne de “AKLI BAŞINDA” olanlar affedebilir.

Milli Mücadele devrinde eğitime verilmiş olan büyük önemi gösterecek bir örnek de, SAKARYA Savaşlarının en buhranlı günlerinde, Osmanlı İmparatorluğu`nda hiç görülmemiş bir olay olarak, Ankara`da bir “EĞİTİM KONGRESİ” toplanmış olmasıdır.

Fakat bu öyle bir ateştir ki CUMHURİYET`İN İLAN`ından sonra bir arkadaşı Gazi`ye sorar:

“İŞTE MEMLETİ KURTARDINIZ. ŞİMDİ NE YAPMAK İSTERSİNİZ?

Cevabın büyüklüğüne bakın Gazi Mustafa KEMAL;

“MAARİF VEKİLİ (MİLLİ EĞİTİM BAKANI) OLARAK MİLLİ KÜLTÜRÜ YÜKSETMEYE ÇALIŞMAK EN BÜYÜK EMELİMDİR” diyerek tarihe not düşmüştür.

Daha sonraki yıllarda bu emeline tabiî ki kavuşacaktı. Artık GAZİ “BAŞÖĞRETMEN” olarak yapmak istediğini her zaman hayata geçirmiş bir lider ispatlayacaktı. Yapılacak işlerden en başında, eğitimin teokratik çemberden tamamıyla çıkararak 3 MART 1924 TEVEHİDİ TEDRİSAT KANUNU (eğitim Birliği) ile herkesi kucaklayan LAİKLEŞTİRMEK ve MİLLİLEŞTİRMEK geliyordu. Dolayısıyla en evvel bu yapıldı. Milli gelişme tarihinde daima büyük bir mevki tutacak olan bu devrime “EĞİTİM BİRLİĞİ” adı verilir. Bunu okullarda öğretmen ve talebe sayısının artış dereceleri ile karşılaştırırsak;

1923 – 1924 DERS YILINDA;

                                                              KIZ ÖĞRENCİ                          ERKEK ÖĞRENCİ

DARÜLFÜNUNDA                                  185                                              1903

LİSELERDE                                               230                                              1011

ORTAOKULLARDA                                543                                               5362

ÖĞRETMEN OKULLARINDA                783                                               1745

İLKOKULLARDA                                     62.954                                       273.107

                            TOPLAM:                    64.695                                       283.128

1931 – 1932 DERS YILINDA;

                                                           KIZ ÖĞRENCİ                          ERKEK ÖĞRENCİ

DARÜLFÜNUNDA                                512                                              2.266

LİSELERDE                                             942                                              3.210

ORTAOKULLARDA                              5.726                                            19.109

ÖĞRETMEN OKULLARINDA              2.325                                            2.829

İLKOKULLARDA                                   72.831                                       320.063

                            TOPLAM:                 182.336                                      347.477

ÖĞRETMEN OKULLARINDA MEZUN OLAN ÖĞRETMENLERİN SAYISI:

1923 – 1924 YILLARINDA 2.734 ÖĞRETMEN MEZUN

1931- 1932 YILLARINDA  7.149 ÖĞRETMEN MEZUN

CUMHURİYET ìn kuruluşundan beri devlet bütçelerinden büyük-küçük 2650 yeni mektep (okul) binası yapıldı. Bütün bu rakamlardan hatırda tutulacak noktalar yalnız şudur:

CUMHURİYET DEVRİNDE millette kültür özlemi artmış, mektepler ve okuyanlar yıldan yıla çoğalmış, öğretmen ordusu hem artmış hem kuvvetlenmiştir.

CUMHURİYET DEVRİNDE müdavim bulamayan ve talebesiz kalan bazı mektepler de olmuştur.

İmam ve hatip mektepleri:

1923 – 1924 yılında talebe (öğrenci) sayısı: 2.258

1931 – 1932 yılında talebe (öğrenci) sayısı: 0

Bu bilgileri tarafsız olarak okuyucuların geçmiş ile bugünün yöneticilerinin ve liderlerin toplumumuza neler yapmak istediklerini anlamaları bakımından göstermek istedim. Bugün CUMHURİYET DEVRİMİNİ ters düz etmek isteyen bir anlayışla karşı karşıyayız. EĞİTİM BİRLİĞİ`ne yapılan darbeyi görebiliyor musunuz? Aslında EĞİTİM BİRLİĞİ`n de ihtiyaca göre bir bütünlük içinde eğitim ve öğretim oluşturulurken; bugün her eğitim kurumunu İmam hatip okullarına dönüştürerek “KİN VE NEFRETİNİ” kusan bir hesaplaşmanın ortasındayız. Tek tip insan yetiştirmek demek; eğitime ve öğretime bir darbedir. Bunu anlatabilmek için geçmişi tekrardan incelemeye devam edelim.

Osmanlı Saltanatında “ZORUNLU ASKERLİK HİZMETİ” kabul edildikten sonra medreselere, müdavimlerinin askerliğe alınmaması gibi bir ayrıcalık verilmişti. Son devre kadar riayet edilmiş olan bu imtiyaz (ayrıcalık) birçok “ASKER KAÇAĞINI” medreselere doldurmak suretiyle hem milli ordu kuvvetinin eksilmesine, hem de en kutsal vatandaşlık görevinden kaçınmaya yol açarak milli ahlakın bozulmasında çok etkili olmuştu. Bir de bu zatı muhteremler dini imanı bütün insanlardı. Gördüğünüz gibi cihattan askerlikten kaçan bir “MEDRESE VE VAKIFLAR” topluluğu olarak karşımıza çıkıyor. Bugün askerlikten çürük raporu alanlar o günlerde “ASKER KAÇAĞI” olanların devamı olmasın? Fazla olarak daha evvel de söylendiği gibi, medrese ortaçağın geri ve geriletici zihniyeti içinde bütün yeniliklere dinsizlik diyerek karşı çıkan bağnazlık ve gericiliğin hem kaynağı, hem de kalesi haline gelmişti. Başına bir bez parçası sararak herhangi bir medreseye girmek, “ULEMA SINIFI” denilen zümreye girmek için yeterli görülüyordu. Medreselerde yirmi otuz yıl okuduğu halde düzgün bir cümle yazmaktan aciz “HOCALAR” çoğunluğu oluşturuyordu. 1925 yılı eğitim denetimlerinde bile, eğitim kadrosu içine girmeye fırsat bulmuş, medrese mezunlarından okuması var yazması yok öğretmenler ele geçirilmişti.

Din ve ilim müesseseleri adı altında karanlık birer cehalet pazarı, miskinlik yuvası olan medreselerin ortadan kaldırılması, memlekete meyvesiz ve zararlı insanlar olmak için buralarda ömür çürüten vatandaşların “KURTARILMASI” açısından lazımdı. Devrim tarihimizin sürekli, düzenli ve emin bir yürüyüşle aralıksız süren safhaları kaldıracağına dair ilk açık işareti Gazi Mustafa KEMAL 3 ŞUBAT 1923 tarihinde İZMİR`de söylediği bir nutukta buluyoruz. Buyurun okuyalım;

“Bizde en çok göze çarpan bir nokta vardır ki, o da herkesin bu gibi meselelere temastan sakınmasıdır. MEDRESELER NE OLACAK? VAKIFLAR NE OLACAK? Dediğimiz zaman derhal bir direnişle karşılaşırsınız. Bu direnişi yapanların ne hak ve yetkiyle yaptıklarını sormak lazımdır. Bizim dinimiz en makul ve en doğal dindir. Bizim dinin doğal olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun gelmesi lazımdır.

İslam toplumsal hayatında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde var olmaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini hükümlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz.

Milletimizin memleketimizin kültür yurtları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır.”

Medreselerin kaldırılması, müderris unvanını taşımakla beraber ilim kıymetleri olmayan ve hemen hiç çalışmaksızın bu müesseselerin vakıf gelirleriyle geçinmek yolunu tutturmuş birçoklarının çıkarlarını bozdu. Bunlar, rejim veya hiç olmazsa hükümet değişikliğiyle medreselerin yeniden açılabileceğini umar oldular; bu sebeple bunlardan bir kısmı memlekette baş gösteren herhangi mahiyette olumsuz cereyanları yaymaya ve kuvvetlendirmeye yıllarca ellerinden geldiği kadar çalıştılar. Hatta kaldırılmasından bir buçuk yıl sonra Gazi`nin 18 Eylül 1924 RİZE SEYHATİNDE bir SOFTA HEYETİ bir dilekçeyle gelerek medreselerin tekrar açılmasını rica etti. GAZİ Mustafa KEMAL bunlara memleketin, milletin felaket sebeplerini saydıktan sonra;

“MEKTEP (OKUL) istemiyorsunuz, hâlbuki millet onu istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memleket evladı yetişsin! Medreseler açılmayacaktır. Millete MEKTEP (OKUL) lazımdır. Diyerek bugünkü lider, yönetici ve partilere ders vermeye devam ediyor…

Anladınız mı? Medreseler ve vakıflar ne için varmış? Bugün vakıf açanlar ve camileri medreseye Çevirmeye çalışanlar yani MEKTEP (OKULLAR) yerine yarın camileri medreselere çevirelim derlerse şaşırmayın. BUNLARIN NİYETİ BOZUK VE NE YAZIK Kİ BAŞIMIZDALAR…

BUGÜN BU DURUMA GELDİYSEK CUMHURİYET DEVRİMLERİNDEN SAPTIĞIMIZ VE BAĞNAZLARIN DIŞARIDAN ALDIĞI DESTEKLER SONUCU BUGÜN CANIM TÜRKİYEM VAKIFLAR, CEMAATLER VE İMAM HATİP OKULLARI İLE KARŞIMIZDA BİR SORUN OLARAK DURUYOR.

“EĞİTİM BİRLİĞİ NEREDE BUGÜN BİZ EĞİTİM ÖĞRETİMDE NEREDEYİZ?”

Sevgi ve saygılarımla… GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK`Ü ANLASAYDIK; BUGÜNKÜ YAŞADIKLARIMIZ OLAMAZ VE OLMAMALIDIR… BİRİLERİ BİZİ ÇOK GÜZEL KANDIRIYOR, ALDATIYOR VE KARANLIĞA DOĞRU KOŞAR ADIMLA GÖTÜRÜYOR DEĞİL Mİ..? HEM DE ATATÜRK`ÜN KURMUŞ OLDUĞU KURUMLAR  DA DAHİL OLMAK KAYDIYLA YOKSA “CAHİLLİĞİN EĞİTİM SİSTEMİ” VAR OLABİLİR MİYDİ..?  ata mirası ulus… murat akbaş

KAYNAKÇA: TARİH IV. KEMALİST EĞİTİMİN TARİH DERSLERİ (1931 – 1941) –TÜRKİYE CUMHURİYETİ T.T.T. CEMİYETİ TARAFINDAN YAZILMIŞTIR – KAYNAK YAYINLARI