BOŞ ACI

Tek pencereli, karanlık bir oda… Tavanda çivilere bağlı tahtadan çakılmış iki salıncak. Peki ya ikincisi kimin?

İzel sobalı, iki odalı bir evde dünyaya geldi. Hayattaki eksiği; ikiz kardeşi.  Altı yaşından beri sürekli el parmakları ve ayak parmakları acıyordu. Fakat bu acının sebebini bilmiyordu.

         Bir gün yetiştirme yurdunun bahçesinde otururken el parmakları yine acımaya başladı. Bu durumdan oldukça şikâyetçiydi. Yurt doktorunun muayenesinin ardından; sağlığında hiçbir pürüz olmamasına rağmen bu şiddetli acılara anlam veremiyordu. Kamelyada parmaklarını tutup karnına bastırırken, yurdun temizlik görevlisi Suzan Teyze yanına gelip oturdu.

Suzan Teyze: “İzel, çok mu acıyor?”

İzel: “Dayanamıyorum Suzan teyze.”

Suzan Teyze: “Krem sürüp masaj yapayım mı?”

İzel: “Çok sağ ol ama başka bir gün aniden yine acımaya başlıyor. ‘Doktor bir şeyin yok’ diyor. Öyleyse bu ağrının sebebi ne? Anlamıyorum. Yoruldum artık.”

Suzan Teyze: “Bilmiyorum yavrum. Okuluna geç kalacaksın. Hadi gel hazırlan.”

İzel: “Gitmek istemiyorum. Sınav oluyorum tam o esnada kalem tuttuğum elimin parmakları acımaya başlıyor. Hiçbir şeye odaklanamıyorum. Sebebini bilmediğim bu el ve ayak parmaklarımın ani gelen acısı hayatımı alt üst ediyor.”

Suzan Teyze’nin göz bebekleri, İzel’inkiler ile eşleşmiyordu artık. Kamelyadan kalkıp İzel’i terk etmek ister gibi bir hali vardı. Bir şey itiraf edecek ama ağzının fermuarının dişleri takılmış gibiydi. Kelimeler bir türlü dökülemiyordu.

İzel: “Yaşama hevesim kalmadı.”

Suzan Teyze bu cümleden sonra derin bir nefes aldı. İzel’in parmak uçlarını tuttu. Gözlerinin içine baktı.

Suzan Teyze: “Bu hayatta her şeyin bir sebebi vardır kızım.”

İzel: “O ne demek Suzan Teyze?”

Suzan Teyze söylemekte zorluk çekse de tüm cesaretinin toplayarak:

“Acıyan el ve ayak parmaklarının...” İzel sözünü kesti. Suzan Teyze’nin titreyen ellerini sıkıca tuttu.

İzel: “Neler oluyor? Neden titriyorsun sen?”

Suzan Teyze: “İkiz kardeşinden dolayı...”

İzel: “Neler söylüyorsun Suzan Teyze? Ne ikiz kardeşi?”

Suzan Teyze: “Anlatacağım sana. Bu acılarını gördükçe, doktora gittikçe çaresizliğini seyredip hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan sıkıldım. Ama söz ver bana yurt müdürüne söylemeyeceksin.”

İzel: “Söz, söylemeyeceğim.”

İzel’in gözleri çığlık atıyordu. Suzan Teyze’nin gözlerine doğru tüm öfkesini kusuyordu.

Suzan T: “Seni bebekken yurda getirdiklerinde bir ikiz kardeşin vardı. Aynı odadaydınız. Fakat sonra bir aile gelip ikiz kardeşini aldı. O zaman görev yapan yurt müdürü de bunu gizli tutmak istedi. Ben şahit oldum her şeye. Fakat sana söyleyemedim. Şimdi lise çağına geldin. Olgunlukla karşılayabileceğini düşünüyorum. Bu acılarının sebebini ikiz kardeşine bağlıyorum.”

Öfke kusan bakışlarının yangınını dökülen gözyaşları söndürdü.

Suzan, İzel’in gözyaşlarını silerken: “Ne olur kızma bana. Annen gibi titredim senin üzerine. Senin kırılmanı istemem. Sadece doğru zamanı bekledim.”

İzel, parmak uçlarını tuttu. Ayaklarına baktı: “El parmaklarım, ayak parmaklarım ikizim yüzünden mi acıyor? Ama bu nasıl olur?”

Suzan T: “İkizlerin birinin canı yandığından diğeri hisseder.”

 İzel duydukları karşısında şaşkına dönmüştü. Kocaman buz kütlesi arasında sıkışmış gibi.  Soğuktan bedenini hissedemiyor.

Suzan T: “İyi misin canım kızım”

İzel: “İkizim nerede?”

Suzan T: “Bilmiyorum”

İzel: “İkizim nerede?”

Suzan T: “Gerçekten bilmiyorum. Yurt müdürünün odasına gizlice gidip bakalım. Evraklardan buluruz.”

Hemen gidip odaya bakıp buldular kayıtlı olan evrağı.  Kardeşinin ismiyle karşılaşmıştı yıllar sonra. Yan yana yazan bu beş harfin canını yakacağını nerden bilebilirdi ki? Kalın harflerle yazılan kardeşinin ismi; “İlkel” ona doğru bakıyordu. Dosyadan ayırmadı gözlerini. Dosyada iki isim daha. Kardeşini alan anne ve baba; Nermin ve Murat Gören.

İzel: “Yıllardır yerlere bir toz gibi konan umutsuz düşüncelerim geçiyor gözümün önünden. Tavanda çivilere bağlı tahtadan çakılmış iki salıncağı anımsıyorum. Demek diğeri onunmuş. Bu hayatta benden bir parça yok sanıyor ve olsa nasıl olur diye hayalini kurarak uyuyordum. Onu bulmam lazım. Canı yanıyor.  Başı dertte belli.”

Suzan T: “Ben de seninle geleyim.”

İzel: “Hayır bu adrese tek gideceğim. Yıllar sonra kardeşim olduğunu öğrendim. Ve bendeki bu acıların sebebini de. Onu kurtarmam lazım. Tek başıma halledebilirim. Tek dileğim bu adresin doğru olması.”

Suzan T: “Peki nasıl emin olacaksın? Gidip çalma kapılarını. İstemezler, kabul etmezler belki. Daha büyük hayal kırıklığına uğramanı istemem.”

İzel: “Şu an hiçbir şey bilmiyorum. Bilinmeze sürüklenmek istiyorum. İzin ver gideyim artık.”

Suzan T: “Merakta bırakma beni, tez vakitte dön.”

         Adreste yazılı olan mahalleye geldiğinde içini kocaman bir korku bulutu sardı. Neyle karşılaşacağını bilmemek, belirsizliğin yarattığı ıstırap heyecanını daha da tetikliyordu.

Giriş kapısına geldiğinde korkutucu bir ses tonuyla irkildi. Kapıda güvenlik kendisine kim olduğunu sordu. Güvenliğe durumu anlattığında içeriye alamayacağını söylemesi üzerine İzel evin kapısına sırtını döndü, “Ne yapacağım şimdi!” dedi.

Hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken evin yan duvarına odaklandı. Birkaç basamak ile duvara çıkılabileceğini düşündü. Sokaktan bulduğu taşları üst üste koydu ve başardı. Şimdi göz bebekleri, evin bahçesindeydi. Bahçede saçları uzun, bakımlı duru bir kız bale kıyafetlerini giymiş, bale yapıyordu. İzel, duvara sıkıca tutunmuş bir şekilde merakla izlemeye başladı. Muhteşem bir bahçeydi. Ortada kocaman bir havuz, havuzun kenarlarında ise şezlonglar... Maddi durumu iyi bir aile olduğu aşikârdı. İçeriden bir kadın “İlkel” diye bağırdı. Dosyada yazan isimdi bu. Peki ya isim benzerliğiyse...

Kadın bahçeye gelerek kızı şezlonga oturttu. İçeriye bakarak: “Murat, ilk yardım çantasını getirir misin?” dedi. Çok gecikmeden içeriden, “Getiriyorum Nermin” sesi geldi. Bu isimler dosyadaki isimlerdi. Kardeşini alan anne babanın ismi. Her şeyden önemlisi de o kız İzel’in kız kardeşi; İlkel’di. İçeriden çıkan adam ilk yardım çantasını kadına uzattı. İzel olanlara anlam veremiyordu. Kız ile ilgilenen bir aile varken başı nasıl dertte olabilirdi. Kızın canını kim yakıyor olabilirdi?

Kadın, ayak ve el parmaklarındaki yara bantlarını çözmeye başladı.

Murat: “Canım kızım. Çok acıyor değil mi canın?”

İlkel: “Evet baba”

Nermin: “Acımaz mı hiç?”

Murat: “E haftanın dört günü bale kursunda. Kalan günler ise gitar kursunda. Küçücük parmakları var zaten böyle yara olması acı çekmesi çok normal.”

İlkel:  “Çok kanıyorlar, çok acıyorlar ama ben mutluyum. Sadece baleden dolayı ayak parmaklarım bu aralar fazla kabuk bağladı ama olsun. Canım annem babam sizi çok seviyorum. İyi ki o kurslara gönderiyorsunuz beni. Varsın canım acısın...”

İşittiği diyaloğun ardından ayaklarının altına, üst üste koyduğu taşlar dizlerinin titremesiyle devrildi. Bu sert düşüş onu canını acıtmamıştı. Asıl canını acıtan şey; içeride canının acısına mutlu olan kız kardeşiydi.

El ve ayak parmaklarıyla konuşmaya başladı: “Çok şey istiyorum. O umutsuz düşüncelerimin tozlarında onları boğmak, belki birinin elini, birinin bacağına aynı acıyı verecek şekilde yaralamak! Sonra geçip karşılarına; ‘İşte şimdi sıra sizde. Acıyı şimdi siz çekeceksiniz’ diyebilmek..

Bizleri yurda veren anne ve babaya yeniden öfkelenmek istemiyorum. Senelerdir içimde beslenen öfkem yeter.

El parmaklarım acıyor çünkü: kardeşim zengin ailesinin desteği ile haftanın üç günü gitar çalıyormuş. Meğer o tellere basa basa acıtmış canını.

Ayak parmaklarım acıyor çünkü: haftanın dört günü bale yapan kardeşimin parmakları kanayıp yara oluyor, acı çekiyormuş. Şimdi biliyorum nedenini. Benim acım, boş acıymış!

Hevesle geldiğim kapılar yüzümde morluk bırakacak derecede çarpmıştı bana bir kere. Bir daha döner miydi ayaklarım o evlere…

Kalktı oturduğu yerden. Kendini diğer sokağa attı. Kaldırıma çöktü. Önce gözyaşlarının ıslattığı yırtık botlarını çıkartıp ayak parmaklarına tekrar baktı. Sonra elini havaya kaldırdı, güneşe tuttu. Yine kirler tırnaklarının içinde yuva yapmıştı.  Ne kan vardı, ne yara vardı…  Bundan sonra vücuduna her baktığında, ona acı veren noktaların, başkalarını mutlu ettiğini görecekti. 

Evet, onun bir gitarı ve bale kıyafeti yoktu. Ama bundan sonra vücuduma her baktığında başkalarını mutlu eden acıları olacaktı.  Ve o acılarda kardeşini görecekti.  İzel o gün bir ders çıkartmıştı kendine. Ona hayatını anlat dediklerinde sadece şunu söyleyecekti:

“Bazı yaralar kimine merhem, kimine azap…”

Hande Balcan