Bazen kendini ifade etmekten yorulursun. Kendi yerine ifade edecek birileri olsun istersin. Konuşmaktan yorulduğun günlerin boyutu kendini aşar; susmaktan yorulur vaziyete gelirsin. Sen sustuğunda konuşacak bir şeyin olmadığını düşünürler. Oysa sen; sustuğunda kendini bulmuşsundur.

Anlaşılamıyorsundur.

Onlarca insanın içinde yalnız kalırsın bazen. Binlerce ağızdan, binlerce sözcük havada uçuşurken rüzgâr onları sana doğru savurur. Sen tüm gücünü kullanarak sözcükleri kendinden uzaklaştırmak için çabalarsın. İşitmek istemezsin. Hafızanda kaybolmalarına izin verirsin. Başkası seni dinlememek ile suçlar oysa sen dinlemekten yorulmuşsundur.

Anlaşılamıyorsundur.

Peki ya dışarıdan nasıl göründüğün önemli mi? Senin ruhun ne âlemde? Yargılamak, öğüt vermek kolay. Peki ya kişinin iç dünyası? Kendiyle olan savaşı...Savunmasız kaldığında kabullenir mi insan? Yorulduğunda, hevesi kırıldığında...

Kalp kırmak ve heves kırmak arasındaki ayrımı düşündünüz mü hiç?

Kalbini kırdığınız birisinin gönlünü almanız kolaydır; ya hevesi kırılanın? Kırılan heves zor toparlanır!

Kendi kuytusuna yabancı oluyor insan. Kendisini anlatırken çırpınışları, kendisini yansıtmaktan uzaklaşıp farklı bir bedene dönüşerek özgürlüğün çizgisinden uzaklaşıyor.

Ve anlaşılamıyorsun!

İnsanın insana böylesi kötülüğü yapması bencillik değil de nedir?

Ağızdan dökülen cümleler boşa dönen bir çark gibi dursa da, cümlenin sonu gelse de bir anlam ifade etmeyecek.

Yaş alsa da ruhu eskimemeli bedenlerin. Fakat anlaşılmamak da yoruyor ya hani bedeni. İşte böyle böyle eskitiliyor ruhlar, dışımızdakilerin içimizi ele geçirmesi ile eskitiliyor.

Anlaşılamamanın da bir fermuarı vardır.

Fermuarı yukarıya çekerken ve her şey yolunda giderken bir anda dişler yerini şaşırdığında fermuar bozulur. İnsan insanı anlarken, anlamamaya başladığında ise duygular yerini şaşırır. Anlaşılamamanın fermuarı bozulur. Ve bozulan bu fermuar insan eliyle tamir edilemez. Ruh gereklidir!

İçi kaplayan bir koku var. Bozulmuş herhangi bir şeyin kokusu gibi. Fakat içinin dışarıya yansıttığı ile ilgilenirsen eğer içeriye bırakılan kötü duyguların yansımasıyla dışarıya dökülenler, göçebe bir ruha dönüşür.

Göçebe bir ruh mutlu mudur sizce?

Duygular arası geçişler yaparak, bir bedene hâkim olamayan ruh elbette mutsuzdur. “Duygusal arası geçişler de ne demek” diyecek olursanız eğer: az önce belirttiğim içeriye bırakılan kötü duyguların yansıması ile oluşan duygu karmaşası.. İşte bu kötü duygular da anlaşılamamanın kucağında!

Güneşli bir havada gözlerini ovuştururken; fırtınalı bir havaya gözlerini açmak. Hangisi keyifli geldi sana?

Ya insan fırtınayı, güneşten daha çok seviyorsa...

İşte burada durun! Dönün hemen önceki cümleyi tekrar okuyun. Bu da anlaşılamamak değil mi? İnsan insanın zevklerini de anlamak yerine yargılar.

Anlaşılamamak tüm hislerin önüne geçip yorgan olmuş vaziyette. Birileri zorla üzerine çekmiş yorganı; altında karanlığında kalmışsın. Dakikalar, saatler, günler geçiyor bunalıyorsun ama kimsenin haberi yok. Sende bırakmışsın artık kendini anlaşılmak için çabaladığın ömrünü anlamayanlar tarafından bitirmeye razı gibisin. Bir de yorganın yükü!

İnsan yük taşımak için gelmiş olmamalı dünyaya.

Bir çocuğun uçurtmasında duyduğu heyecanın kırıntıları dahi yok ruhunda. Anlaşılamamak öyle yormuş seni!

Samimiyeti alıp bir çuvala doldurmuş insan yığını ıslatıyor tüm bedenleri.

Etrafa samimiyetsiz gülücükler saçmak yerine kendi muhakemenizi yapın içinizde.

İtiraf edin kendinize.

Hepiniz yorgunsunuz anlaşılamamanın acizliğinde!

İstanbul Times  /  Hande Balcan