Allah Rasulünün torunlarına?  Seyyidlere nasıl  beyat etmek gerekir; Muhakkak ki, Hakk’ın yoluna girmek isteyen kimsenin bir mürşide ihtiyacı vardır. Bir hadiste, “Mürebbim olmasaydı, Rabb’ime ârif olmazdım.” Buyurulurken, bir diğerinde de, “Şeyhi olmayanın dini yoktur.” Buyurulmuştur. Demek ki bir azize teslim olmak şarttır. Bazıları,”Kur’ân gibi mürşid yoktur.”Derlerse de, ehlullah, ümmeti dört mertebeye taksim etmiştir: Ehl-i sünnet ve’l-cemâat, ebrâr, mukarrebîn ve ehlullah.Bir kimse Kur’ân’ın zâhirî mânâsıyla amel etse, ehl-i sünnet ve’l-cemâatten ve ebrârdan olur. Mukarrebin ve ehlullah, takvada bunlardan daha üstündür. Kur’ân mânâsının yedi batını vardır. Ehl-i sünnet, zâhir mânâsını anlar. İslâm binasının beş umdesi vardır: Şehâdet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vemek, hacca gitmek. Bunları yerine getiren, 

ehl-i sünnet ve’l-cemâat ve ebrârdandır. Mukarrebîn ve ehlullâh ise, mürşid-i kâmil terbiyesiyle Allah’ı dilleriyle zikretmelerinin yanı sıra, kalpleriyle de zikrederler.Dilleri yorulsa veya yok olsa dahi, kalpleri aslâ yok olmayıp dâima Allah’ın birliğini ispat eder.Bedenleri beş vakit namaz kılarken,ruhanî bedenleri Hakk’a ibadet etmekten bir an ayrılmaz. Zâhiren hacca gitmelerinin dışında, ruhanî bedenleri Kâbe’nin hareminden bir an olsun ayrılmaz. Mallarının zekâtını eda etmenin yanı sıra, çeşitli günahlardan hâsıl olan kötü sıfatları da kâmil mürşidin telkin ettiği tevhîd ile yok ederler. Bedenleriyle oruç tuttukları gibi, kalp aynalarında zulmet olmaması için boş sözlerden uzak dururlar. 

Bu sözlerimden maksat, herkese bir mürebbinin gerektiğini anlatmaktır.

Peki nasıl bir mürşide mürid olmak gerekir? Hamd olsun ki, Cenâb-ı Hakk görmeye göz, işitmeye kulak ve idrak etmeye akıl vermiştir.Önce bir bak bakalım, ümmet içinde aziz ve şerefli, aslı ve nesli pak olan kimdir? Sonra nasihatlere kulak verip dinle bakalım, kiyamet gününde âsîlere şefaat edecek olan kimdir? “

Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” hitabı kimedir? Kıyamet gününde âsîlere şefaat edecek olan, Muhammed Mustafa’dır.Tüm mahlûkat onun hürmetine yaratılmıştır.Aslı ve nesli pak olan da onun evlâdıdır. Onlardan birine beyat edip, onların gittiği yola giderseniz, hakikate erersiniz.

Onun evlâdına beyat etmek, Rasûlullah’a beyat etmek gibidir. Onlara intisâb etmek, tövbenin kabulüne sebep olur. Bazı itikad kitaplarında şöyle rivâyet edilir: “Âdem, Rabb’inden birtakım kelimeler aldı ve bunun üzerine Allah tövbesini kabul etti.” Âyeti nazil olduğunda ashâb sorar: “Yâ Rasûlullah, Âdem, Cenâb-ı Hakk’ın kelimelerinden uzaklaştığı hâlde nasıl oldu da tövbesi kabul edildi?” Hazret-i Risâlet buyurur: “Cenâb-ı Hakk, Âdem’i yarattı ve onu cennete koydu. Âdem, Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp, ‘İlâhi, beni yok iken var eyledin. Cennetinde müşâhedesi müyesser olmayan yerlerin müşâhedesini niyâz ederim.’ dedi. Cenâb- Hakk, Cebrail’e cennetin seyri müyesser olmayan yerlerini Âdem’e seyrettirmesini emretti.Cebrail emre uyup, on iki bin kanat açıp, Âdem aleyhi’s-selâmı okun yaydan çıkması gibi cennet makamlarından geçirdi.O'sırada bir çölde inciden yapılmış bir kubbe göründü. Kapısı kırmızı yakuttan, kilidi kırmızı altından ve üstünde de nurdan bir hat var idi: ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed onun elçisidir, Ali onun velisidir, Fâtime onun cariyesidir, Hasan ve Hüseyin onun sıfatlarıdır. Onlara buğz edene Allah’ın lâneti vardır.’ Âdem aleyhi’s-selâm bu hattı okuyunca, kilit açıldı. Cebrail ve Âdem içeri girince türlü cennet elbiseleri içinde bir hanım gördüler.Başında nurdan bir taç, belinde nurdan bir kemer, kulaklarında nurdan küpeler vardı ve zümrütten bir taht üstünde oturmuştu. Nurunun güzelliğinden sekiz cennet süslenmişti. Âdem bu hâli görünce hayret içinde kaldı. Bir zaman sonra selâm verdi ve hanım da selâmına mukabele etti. Âdem sordu: ‘Ey kerîme, cennette benden başka erkek, Havva’dan başka kadın tasavvur etmezdim.Sana kim derler?’ Hanım, ‘Risâlet hanedanının sıfatı, nübüvvet âilesinin kudreti, iffet ve ismet sedefi, hikmet ilminin çehresinin parıltısı, seyyidlerin annesi, seyyidliğin toplandığı yer, mahşer yerini aydınlatan kimse, yani âhir zaman peygamberi Muhammed Mustafa’nın kızı Fâtimetü’z Zehra’yım.’ dedi. Âdem, ‘Ey kerîme, başındaki yeşil nurdan taş nedir?’ diye sorunca Fâtime, ‘Babam Muhammed Mustafa.’ dedi. Âdem, belindeki kemeri sorunca, ‘Helâlim Ali bin Ebî Tâlib’ dedi. Kulaklarındaki küpeleri sorunca, ‘Oğullarım Hasan ve Hüseyin’ dedi. Âdem, ‘Ey kerîme, ne zamandır Hakk size bu makamı müyesser eyledi?’ diye sorunca, Fâtime, ‘On dört bin sene önce bu makamı bize müyesser eyledi. Fakat hilkatimiz senin sulbünden zuhur etse gerekir. Seni bu yüzden yarattı.’ dedi. Âdem bu sözlerden sonra veda edip, makamına geri döndü. Ancak yasak ağaçtan yedikten sonra başındaki taç ile sırtındaki elbise gitti ve cennetten uzak düştü. Yıllarca ağlayıp inleyerek gezdi. Sonunda gördüğü hat aklına gelip Hakk’a secde ederek, ‘Allah’ım, Fâtime, babası, çocukları, eşi ve onun soyundan gelen diğer dokuz zâtın hürmetine üzerimizden bu musibeti kaldır. 

Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, bize rahmetinle muamele et.’ duasını okudu.” İmâm Cafer-i Sadık hazretleri, “Musibete uğrayan veya bir niyâzı olan kimse, bu duayı okursa kabul olur.” buyurmuştur.

Dikkat ediniz, henüz bu âlemde zuhur etmeden evvel, isimleri nice kimselere şefaat etmiştir. Bugün zâhirde olan evlâdına mürâcaat edenler, ateşe gider mi! Sâlebî Tefsîri’nde, Ebû Saîd el-Hudrî hazretlerinden bir hadîs nakledilir: “Ey ümmetim, sizin için iki halife bıraktım. Eğer o halifelerin emri üzre olursanız, benden sonra dalâlete düşmezsiniz. O halifelerin biri Kur’ân-ı Azîm, diğeri de benim Ehlibeyt’imdir.” Rasûlullah’ın hadisiyle amel edip onun Ehlibeyt’ine teslim olanlara ne mutlu! Bir başka hadiste şöyle buyurulur: “Ehlibeyt’im Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, ondan yüz çeviren helâk olur.” Ehlibeyt’e itaat edenlere korku ve tehlike yoktur. Ehlibeyt’in her biri velîdir. “Allah’ın velîlerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” âyeti de onlar hakkında nâzil olmuştur.

Rasûl’ün evlâdı varken, başka birine beyat eden kimsenin durumu, abdest veya gusül için suyun kaynağını bırakıp da çeşmeden akan suyla iş görmeye çalışan kimsenin durumuna benzer. Başka birine beyat etseniz bile, o kimse Ehlibeyt muhibbi ve Âl-i Rasûl icazetiyle hilâfete geçmiş olmalıdır. Şimdiki zamanda bazı şeyhler, dünya ehline Rasûl’ün evlâdından daha fazla muhabbet eder hâle gelmişlerdir. Oysa kâmil mürşid, dünyayı terk etmiş, uzleti tercih etmiş bir zât olmalıdır.

Rasûl evlâdından başkasına beyat edenlerin durumun bir örnek verip sözü uzatmayalım. Böyle kimseler, hac için yola çıkan fakat hacıların emirine uymayıp, bir şaşkının sözüyle yol daha yakın olur diye Hindistan’a, oradan Habeş’e, oradan Yemen’e ve nasip olursa oradan da Beytullah’a varacak olan kimseye benzerler. Bir şehirde veya bir köyde irşâd postunda bir seyyid varken, “Ben size Hakk’ın yolunu göstereyim. 

Sizi irşâd etmek hususunda o seyyidden daha üstünüm.” diyen biri varsa, o kimse, doğru yolda yürüyenin aklını alıp yoldan çıkaran ve nihayetinde öldüren gulyabaniye benzer.

Rasûlullah’ın evlâtlarından birine mürîd olmanın bir faydası da şudur ki, her zaman meclislerinde cemâllerini müşâhede edersiniz.Ayrıca daha önce de söylediğimiz gibi, onlara intisâb etmek cedlerine intisâb etmek gibidir. Rasûl’ün Ehlibeyt’ine muhabbet edip, onlardan birine beyat edenlerin sevaplarını anlatmaya kalksak binde birini yazamayız. Onlara buğz ve ihanet eden mel’ûnların kıyamette görecekleri azapları ise, denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa yazamayız. Zira onlara ihanet etmek, Hazret-i Fahr-i Âlem’e ihanet etmektir. Âl-i Rasûl’e itaat etmeyenlerin lânete müstehak olduklarına delilimiz şudur: Cenâb-ı Hakk, meleklere Âdem’e secde etmelerini emrettiğinde, İblis secde etmemiş ve bu yüzden de lânetlenmiş ve kovulmuştur. Cenâb-ı Hakk, Âdem alehi’s-selâmı Muhammed Mustafa için yaratmıştır. Bütün peygamberler ve velîler de Hazret-i Muhammed’in hürmetine yaratılmıştır. Demek ki Allah’a, Rasûlü’ne ve Ehlibeyt’ine hakaretle bakıp itaat etmeyenler, Şeytan’dan daha ziyade lânete müstehak imiş.

Evlâd-ı Muhammed’e buğz etmek, başkalarına buğz etmek gibi değildir. Hazret-i Hüseyin efendimizin katlinden sonra vefat eden Hazret-i Muhyî şöyle söyler: “Hazret-i Hüseyin’den önce şafakta kırmızı rengi yoktu.” Bir başka rivâyette de, Zuhûrî hazretlerinin huzurunda Kerbelâ olayları anılırken, Zuhûrî hazretlerinin, “Hazret-i Hüseyin’in şehîd olduğu gün Beyt’ül-Mukaddes’te idim. Kaldırdıkları her taşın altında bir damla kan zâhir olurdu.” Dediği nakledilir. Âl-i Muhammed’i başkalarıyla kıyaslayarak onlara ihanet etmekten sakınınız.

“Hazret-i Hüseyin’in kanı ile zamane seyyidlerin kanı bir midir ve onlara hürmet etmenin sevabıyla zamane seyyidlerine hürmet etmenin sevabı bir midir?” diye soracak olursanız, şöyle deriz: Mevcûdatın canı kudret elinde olan Allah’a ve mahşer yerinin şefaatçisi olan Muhammed’e and olsun ki, zamane seyyidlerine buğz ve ihanet edip de ölmeden önce başına bir bela gelmeyen kimse görmedim. Âl-i Rasûl’ buğz edene, dünyada ve âhirette azap kesindir. Lâkin bunlar inanmadıkları için, başlarına gelen belânın sebebini başka yerde ararlar. Bilmezler ki Cenâb-ı Hakk onlara, îman ettikleri peygamberlerinin evlâdına ihanet ettikleri için o belâyı musallat etmiştir.

Hadîkatü’s-Süedâ’da rivâyet edilir: Bir gece, bazı kimseler bir yere toplanıp Hazret-i Muhammed evlâdına muhabbet edenler ile düşmanlık edenlerin durumunu söyleşirler. İçlerinden biri, “Evlâd-ı Muhammed’e muhabbet edenlere, dünyada ve âhirette izzet kesindi. Düşmanlık edenlere de âhiretteki azaptan önce bu dünyada azap vardır.” der. Bir diğeri de,“Bu söz doğru değildir. Ben bir keresinde bir seyyide öyle bir sopa vurdum ki anlatamam.Fakat bana hiçbir şey olmadı.”der demez, mumdan bir kıvılcım üzerine sıçrayıp elbisesini yakar. Söndürmeye çalışırlarsa da mümkün olmaz ve o mel’ûn feryat figân içinde yanıp kül olur.

Ey benim değerli kardeşlerim sözlerimizi duymakla kalplerinde Rasûlullah’ın Ehlibeyt’ine karşı bir muhabbet nuru tecelli eden, onların dostuna dost, düşmanlarına düşman olan ve onları tüm insanlardan üstün görenlere ahdimiz olsun: Kıyamet günü ceddimiz Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem bize, “Ben Rabb’imden sizi diledim. Hesapsız ve azapsız bir şekilde cennete girip, bir engel olmaksızın Rabb’inizin cemâlini görün.” Buyurduğu vakit, dostlarımızın elinden tutup, “Ey dedemiz, bunlar Allah Rasûlü’nun ve Ehlibeyt’inin muhabbetinden başka bir muhabbet bilmemişlerdir ve evlâd-ı Rasûl’ün dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmuşlardır.Biz de onlarsız cennete girmeyeceğimize dâir ahdettik.” deriz. Ümidimiz odur ki, ceddimiz Muhammed Mustafa’nın şefaat vücuda gelip, “varın evlâtlarımla haşrolun” diyecektir.

Emin olunuz ki bu makaleyi yazmaktan murâdım, sizlere kendimi anlatıp insanlar arasında itibar görmek değildir.Tek dileğim, iki cihân fahri Rasûl’ün sallallâhu aleyhi ve sellem zât-ı şerifini beyan etmektir. Bazı kimseler bize, “Sizlere gereken şey, ceddinizin ahlâkıyla ahlaklanmaktır.” derler. Ceddimizin ahlâkının bir hususiyeti de, yanlış yolda olanı doğru yola davet etmektir. Biz de bunu yapıyoruz. Zira evlâd-ı Muhammed’in âlimlerine, ümmîlerine ve sâlihlerine ihanet edenler, hem sapkın hem de saptırıcıdırlar.Bir Hadiste şöyle buyurmuştur:Ehli beytime zulmedenlerin,

küfredenlerin,eza edenlerin ve onları katledenlerin,

âhirette bir allahları olmayacaktır.

Allah,Kiyamet gününde öyle kimselerle konuşmayacağı gibi,onları ebedi bir azâba mahkum eder."

Bu Risaledeki âyetleri ve hadisi şerifleri okuyup veya dinleyip,Allah'ı Rasulü'nü ve ehli beytini candan ve günülden seven kimse,Mü'min muvahhidlerden ise,Âl-i Muhammed'e olan muhabbeti artar. Ehli beyti Rasul'e buğz edene,buğz eder.Ehli beyti Rasule buğz ettiğini bildiği kimsenin cenazesinde yüz çevirdiği gibi,öyle bir komşusu olsa ,evini satıp ondan uzaklaşır.

Kendi haliyle gururlanıp,Âl-i Rasul'e hakaret etmekten kalbi kararmış kimseye,Hazret'i Muhammed'in Muhabbet nuru tesir etmez ve islamlığı sadece dilinde kalır.Nitekim Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)"Muhakkak Allah sizin görüşünüze ve amellerinize değil,kalplerinize ve niyetlerinize bakar." buyurmuştur.Bir kimsenin kalbinde Ehli beyt muhabbeti olmazsa,Allah ona nazar etmez.Böyle kimseler,burada zikrettiğimiz àyet ve hadisleri okusalar veya dinleseler,hemen içlerindeki buğzu /husumeti izhar ederek,"Bu âyetler,seyyidler hakkinda değildir ve hadisler mevzu'dur."derler Âl-i Rasul'ü kendileriyle kıyas edip,"Kişinin kendisini anlatması caiz değildir."diyerek kendi sıfatlarına lâyık türlü sözler ederler.Cenab-ı Hakk,bizleri o kimselerle oturup kalkmaktan,

yüzümüzü gözlerinden,

kulaklarımızı sözlerinden ve izimizi izlerinden saklasın inşallah.

Dr Hüseyin Zerraki Düseyder Gelen Başkanı