Dünya bir evciktir, esas ev ötede” demiş Cahit Zarifoğlu.

Esas evin burada olduğu düşüncesine kapılıp, her yeri eviymiş gibi kabullenip, tepeden inerek, hak etmeden ev sahibi olanları görmüyor muyuz?

Türkiye, arayış içinde. Çıkışa gidilen kapılar kapalı. Derinlikli politika, fikirsel saygılılık yok! Sosyal krizler, belirsizlikler, açlık ve yoksulluk diz boyu...

Toplumsal öfke bomba gibi patlamış durumda. Hal böyleyken bir de kafamızı çevirip baktığımız kurumlarda aile boyu yönetimler var.  

Aile boyunu kurumlara taşıyanlar: evlerde salonda duran masaların üzerinde ödenememiş faturaları, pazardan dönen insanların boş filelerini, giderek azalan pazar arabalarını, boş buzdolaplarını, iş bulamayan insanları görmüyor musunuz?

 Siz, uyku uyumadan, ter dökmeden, başarısızlıklarla boğuşmadan elde edilen başarıları bilir misiniz?

Bilseydiniz bir kurumda aile fertlerini toplamak yerine; ödenememiş faturaların sahibini, bulunduğunuz kurum ile ilgili bir bölüm okuyan mezunu, akşama eve ekmek alabilmek için kara kara düşüneni alırdınız. Tam da bu noktada ‘dünyanın bir evcik olduğu’ düşüncesinden epeyce uzaklaşılıyor zaten. Kabullenilmiş, sahiplenilmiş, kabul ettirmeye yönelik girişimlerin hatta belki de dayatmaların olduğu söz konusu…  

“Hak, hukuk, adalet” kavramları meydanlardaki megafonlarda inleyip, çatı altına girince toz olup uçuyormuş demek ki!

Hadi her şeyi geçtim, atandığı koltuklarda işini hakkıyla yapan var mı? Oturduğu koltuğun hakkını veren... Kalktığında eksikliğini hissettirebilecek bir kişi söyleyin bana!

Yok.

Çünkü makam ve mevki peşinde koşup, hakikatten uzaklaşan bireylerle dolu çevremiz. O bireylerin eksiklerini kapatmaya çalışan, işini hakkıyla yapıp, yaptığı işleri de; hakikatten uzaklaşanların benimsemesi gibi bir durum da var tabii.

Dikkat! Makamları ele geçirirken, makamlar sizi ele geçirmesin.

La Edri’nin çok sevdiğim bir sözü vardır: “Makamlar insanlara değil, insanlar makamlara şeref kazandırır.”

Aile boyu kurumlarda hangisi söz konusu? Cevabını size bırakıyorum.

**

‘Ülkemizde batan ufak tefek iğneler’ demiştim bir önceki yazımda. Bu olay da o iğnelerde birisi... Diğerlerine de göz atacağız zamanla.

**

Kıssadan hisse:

Bir Doktor, Bodrum’daki evinde su sızdıran boruyu görünce hemen bir tesisatçı çağırır. Tesisatçı gelir, boruyu değiştirir ve “borcunuz bin lira” der. “Neee” diye bağırır doktor. “Ben doktorken bile bu kadar para kazanamıyorum. İnsaf yahu!” der. Tesisatçı şu cevabı verir: “Doktorken ben de kazanamıyordum!”

Şimdi bir düşünün bakalım sevgili okurlarım.

Hak eden, hak ettiği yerde mi?