İlk bölüme istinaden bugün KARŞI DEVRİM yaptıklarının sonucu olarak HALKIN EGEMENLİĞİNE ortadan kaldıran bir REFERANDUMA götürerek HALKIN MECLİSİNİ İSTANBUL MECLİSİ MEBUSANINA dönüştürmüştür. Bunun anlamı ANKARA`daki meclis anlamını yitirmiştir. Çünkü bütün her şey ŞAİBELİ BİR HALE DÖNÜŞEREK MEŞRULAŞIRKEN DİĞER BÜTÜN PARTİLER VEYA LİDERLERİ PASİF KALARAK BU SİSTEME HİZMET ETMİŞTİR. BUNDAN SONRA 2019 BAŞKANLIK SEÇİMİNE VE BAŞKANLIK YARIŞINA HİZMET ETMEK Mustafa Kamal ATATÜRK`ün altı okuna, devrimlerine ve rejimine son vermekle HATTA İHANETLE eşdeğerdir.

Seçimin olduğu gece diğer bütün parti liderleri, kadroları ve halkımız;

 “YÜKSEK SEÇİM KURULU`nun seçimden birkaç saat sonra çıkıp ŞAİBELİ SONUÇLARI AÇIKLADIĞINDA bu yapılan OLDU-BİTTİ OYUNUNU kabul etmiyoruz” diyebilselerdi bugün çok farklı olabilirdi. Gelelim bu saatten sonra ne yapılabilir?

MUSTAFA KAMAL ATATÜRK gibi İSTANBUL MEBUSAN MECLİSİNİ KABUL ETMEDİĞİ GİBİ bizler

“HALK MECLİSLERİ, HALK KONGRELERİ, HALK MİTİNGLERİ” YAPRAK biz bu TEK ADAM REJİMİNDE YOKUZ DİYEREK HALKIN MECLİSİNDEN YANA TARAFIZ DİYEN BİR ANLAYIŞLA HAREKET ETMELİYİZ. Bunun devamında bir ortak yapılan değerlendirmeler sonucunda bir “GENEL BİR BİLDİRİ” hazırlayarak yapılacak ŞAİBELİ VE TARAFLI SEÇİMİ kabul etmediğimiz gibi ORTAK OLMAYACAĞIZ. Bugün halkın kabul etmediği bir seçimi veya dayatılmış Başkanlık yönlendirmelerini kabul etmiyoruz. Kongrelerle ve mitinglerle halkın birlikte halk meclisini kurmaya çıkmalıyız. Birilerinin dayatması ve yönlendirmesi değil hatta kokuşmuş makam ve mevki peşinde koşanlarla olmaz.

ATATÜRK GENÇLİKTEN KENDİSİ GİBİ DAVRANMASINI BEKLER…

YOKSA MİLLİ MERKEZ diye diye yıllardır bizi dolandırıyorlar ve liderde çıkarmıyorlar. Her şeyi kontrol ederek bütün değerlerimizi itibarsızlaştırıyorlar. Lider çıkarmamıza da izin vermiyorlar. Biz olmamızı ve birlikte hareket etmemizi engelliyorlar. Kendi özümüze dönmemizi engelleyerek kendi fikirlerini korku ve dayatmalarla içimizdeki Truva kanaat önderleriyle bizi yok oluşa yönlendiriyorlar. Ey halkım farkında mısınız? Diyerek yazıma kaldığım yerden devam ediyorum.

Köy Enstitüleri, Türk aydınlanmasının en önemli adımıydı. Köylü çocuklar bu okullarda keman çalmayı, marangozluğu, tarımı öğrenir; dünya klasiklerini okurdu. Derslerde öğretilen marşlardan biri olan Ziraat Marşı, zamanla Köy Enstitüleri Marşı olarak da benimsenir oldu. Önce ki yazımızın I. Bölümünde ilk mısralarını bir alıntı olayla anlatmıştık. Fakat tam metnini okumakta faydalı olacağını ve o devrin insanların neler düşündüğünü ve devam etseydi bugüne bize neler katacağını siz okuyucularıma bırakıyorum. HA! BU ARADA BU MARŞI HİÇ DUYDUNUZ MU? KARŞI DEVRİM İYİ SAKLAMIŞ DEĞİL Mİ?

 ZİRAAT MARŞI (KÖY ENSTİTÜSÜ MARŞI)

Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine
Milletin her kazancı milletin kesesine,
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine..

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak.
En yeni aletlerle en içten çalışarak,
Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak,
Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği,
Yıkıyor engelleri ulus egemenliği,
Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği,
Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği

Bunun yanında İSMET İNÖNÜ, 1946 SEÇİMLERİNDEN sonra HASAN ALİ YÜCEL`i bakanlıktan çekilmeye zorladı. YÜCEL, 5 Ağustos 1946`da istifa etti. Kendisine yöneltilen saldırılara karşı CHP onu yalnız bıraktı, hatta parti içinden de saldırılara uğradı.

İSMAİL HAKKI TONGUÇ ise aynı tarihlerde İLK ÖĞRETMEN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ görevinden alınarak MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI TALİM VE TERBİYE KURULU ÜYELİĞİNE atandı. Bununla da yetinmedi: 2 Nisan 1949`da bu görevden de alınarak RESİM –İŞ ÖĞRETMENİ yapıldı.

Mustafa KAMAL ATATÜRK`ün öngördüğü KÖY ENSTİTÜLERİ MODELİ ve göreve getirdiği bütün değerli insanlar ne hikmetse tasfiye ediliyordu.

ATATÜRK`ün eğitimin ülke kalkınması ile olan içiçeliğine, kurumsal olmak yerine uygulamaya dayanmasına en başta köylüyü kucaklaması gerektiğine ilişkin görüşleri kısaca da olsa belirtilirse, KÖY ENSTİTÜLERİ`nin yıkılmasının KARŞI DEVRİM`in niteliği bu açıdan da belirginleşecektir.

ATATÜRK, 27 Ekim 1922`de Bursa`da öğretmenlere seslenirken eğitim anlayışını şu sözleriyle temellendirmiştir:

“Bir taraftan genel olan cehaleti ortadan kaldırmaya çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal yaşamda bizzat uygulamalı, etkili ve yararlı/verimli uzuvlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta eğitimin ameli bir tarzda olmasıyla mümkündür.”

İzmir İktisat Kongresi`ni açış söylevinde de aynı gerçeği bir başka açıdan vurgulamıştı:

“Evlatlarımızı o surette talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret, ziraat ve sanatta ve bütün bunlarda faaliyet sahalarında müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programımız, gerek iptidai tahsilde (ilköğretimde), gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu nokta-i nazara göre olmalıdır.”

KÖY ENSTİTÜSÜ yöneticilerinden Şevket GEDİKOĞLU da şu sayıları vermektedir: 1940 -1946 yılları arasında 15.000 dönüm toprak işlenmiş, 750.000 fidan dikilmiş, 1.200 dönüm bağ oluşturulmuştur.

1937 – 1946 arasında ayrıca, 150 büyük yapı, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yok yapılmış ve bunlardan başka da su boruları döşenmiş, kanalizasyonlar açılmıştır.

Öte yandan, Çiftlik KÖY ENSTİTÜSÜ`nü denetlerken İsmet İNÖNÜ`nün, 5 yıl içinde 200.000 kişilik bir tarımcı kadrosunun yetiştirilmesi gerektiğini, AKPINAR KÖY ENSTİTÜ`nü denetlerken de bu kez, enstitülerin sayısının 60`a çıkarılmasının zorunlu olduğunu söylemiş bulunması, Engin TONGUÇ`un da belirttiği gibi, amacın TOPRAK REFORMU için gerekli kadronun yetiştirilmesi olduğunu açıkça kanıtlar. Yoksa 40.000 köy için 200.000 tarım uzmanı yetiştirilmesinin, devletin tek uğraşı da bu olmadığına göre, mantıksal bir açıklaması yapılamaz.

SON SÖZÜ KÖY ENSTİTÜLERİNE emeği geçen İSMAİL HAKKI TONGUÇ BABALARININDIR.

“-Bilgi işe yarasın ister. Eğitimde, doğa ile savaşıma büyük önem verir.

-Hazineye sahip olmak değil, onu kullanabilmek hünerdir…

-Köy Enstitüsü mezunlarının kültürleri, bildiğimiz aydınınkinden gerçekten ayrı olacak. Bunlar  (örneğin) geometri problemleri ezberleyerek, sınavı verince öğrendiklerini unutan insanlar olmayacaklar. Geometri ve diğer bölümlerin yasalarına göre bina ya da eşya yapan aydınlar olacaktır.

-Sizin yazgınız kendileriyle omuz omuza görev yaptığın köylülerinki ile bir olmalı….

-KÖY ENSTİTÜLERİ`nde tarım işlerine öylesine önem verilecek ki, gerekirse tüm dersler kesilecek, sembolik olarak birkaç saate indirilecek, tüm zamanlar hep tabiattan bir lokma da olsa yiyecek çıkarmak için harcanacak.”

TONGUÇ`a göre iş yapmanın genel koşulları şunlardır:

“Kötü, iyi kadar normal karşılanmalıdır. İnsan sevmeli, işi sevdirmelidir. İşin kendi gerekleri göz önüne alınmalı, koşulları karşısında dayanıklı olmalıdır.

…. (Der ki) Halka ve köylüye güvenmedikçe, onlar sevilmedikçe hiçbir iş başarılamaz.

-Her iş belli koşullar altında yapılır. Kişi de, bu koşulları yene yene işi başarır. Hiçbir sıkıntı karşısında benim gücüm bu kadardır, bundan fazlasını benden beklemeyin gibi bir mantığa sığınmayın. Bu ülke, evlatlarından, gerçek görevi asıl böyle zamanlarda ister.

…..TONGUÇ`a göre bir işi başarıya götürmek için gerçekçi olmalı, aklını kullanmalı, daima yeniyi aramalıdır. İşbirliği yapmalı, iş birlikte yürütülmelidir. İşler yetenekli insanlarla, dürüstçe yürütülmelidir….

-Daima yeninin adamı olun. Görülmemiş, duyulmamış olanı gerçekleştirme yolunu tutun. Kendinize yeni yollar açın. Zamanla bunarlı yapmayanlar da, sizin damganızla işaretlenen ve hayata yol gösteren izlerden yararlanarak, arkanızdan gelecektir.

-KÖY ENSTİTÜLERİ`nde, devletimizin dayandığı ana ilkelerden biri olan “HALKIN KENDİ KENDİNİ YÖNETMESİ” ilkesi, “ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENLERİN KENDİ KENDİLERİNİ YÖNETMELERİ” şekline, sokularak , bu prensibe göre bir yönetim şekli kurmaya çalışıyoruz….

-Köyde birbiriyle anlaşmış, birbirinin zararına çalışmayan bir halk birliği yaratacaksın. Yeni köy topluluğu senin eserin olacak.

-Hayattan bıkmış, dünyadan tüm umutlarını keserek el etek çekmiş, bir sofranın peşine takılma yüzünden hayat görüşünü değiştirerek, hayali ve meçhul bir aleme bağlanmış ORTA ÇAĞ insanlarına yeni hayat anlayışları götüreceksiniz. Onları özgür ve mutlu insanlara yapmanın yollarını bulacaksınız. Yaşama yeteceği güçlü bir toplumun temelini atacaksınız.

-Gayemiz; gerçek köyü tanımak ona göre eğitim şekilleri bulmak, bunları gerçekleştirebilecek yeni insan tipini yaratmak olmalı. İdealizmle realizmden bir hamur yapmak lazım….”

Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum: TONGUÇ`un “KENDİ KENDİNİ YÖNETMEK”, yani DEMOKRASİ İLKESİ KÖY ENSTİTÜLERİ`nde gerçekleşmişti. Öğrencisiyle, öğretmeniyle, yöneticisiyle birlikte bu ilke yaşama geçirilmişti. Hatta Cumartesi günleri herkes bir araya gelip toplanır, öğrenciler öğretmenlerinin yüzlerine karşı eleştirilerini ve dileklerini bildirirler, önemli kararları ortaklaşa alırlardı.

Konuyu daha fazla açmadan daha şimdiden şu gerçeği de vurgulayalım:

Osmanlı`dan arta kalan toprak düzeninin efendileri, Cumhuriyet Döneminde de iktidara ortak olan bu güçler ve işbirlikçileri; kendilerini temellerinden söküp atmak üzere yetiştirilen KÖY ENSTİTÜLER`e karşı amansız bir savaş açmayıp da ne yapacaklardı? Bir de üstelik ÇİFTÇİYİ TOPRAKLANDIRMA KANUNU ile toprakları ellerinden alınmak isteniyor, o topraklar üzerinde emeklerini sömürdükleri insanlara dağıtılmaya kalkışılıyordu! Bu köylü emekçileri, ana çizgilerle özelliklerini belirttiğim KÖY ENSTİTÜLÜ öğretmenler örgütlenip yöneteceklerdi!....

O gün yapılan bu yukarıdaki anlattıklarımızın bugüne yansımalarını hep birlikte yaşıyoruz. KARŞI DEVRİM 1938`den hatta ATATÜRK DÖNEMİNDE bile bir rahat bırakmamıştır. Her zaman bir engel, bir yavaşlatma içinde olmuştur. Daha sonra yıllar geçtikçe KARŞI DEVRİM GÜCÜ ELİNE ALINCA, BÜTÜN MAKAMLARI KENDİ ADAMLARI İLE DOLDURUNCA VE KENDİ DÜŞÜNCE YAPISINI HAYATA GEÇİRİNCE SONUÇ:

KENDİ TOPLUMUNA YABANCI VE TOPLUMUN MİLLİ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKAMAYAN TAMAMEN MADDECİ VE BİRİLERİNE BAĞIMLI, KENDİNE GÜVENMEYEN, SİNDİRİLMİŞ BİREYLER OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYORLAR. BUNA DUR DEMEDİKÇE VE SUYU GERÇEK YATAĞINA ÇEVİRMEDİKÇE SONUÇ HÜSRAN OLARAK KARŞIMIZDA DURMAKTADIR. DEVAMINDA İSE BÜTÜN DEĞERLERİMİZ YOK EDİLEREK, BU TOPRAKLARDA YAŞAYAN TOPLUM ORTADAN KALDIRILARAK KARŞI DEVRİMİN HAYAT BULDUĞU BİR YAPI OLARAK HAYATINA DEVAM EDECEKTİR…

BU YAPI OLUŞURKEN GİZLİ OLARAK İÇİMİZDE BİR VİRÜS GİBİ GİRDİĞİNDEN FARKINDA DEĞİLİZ.

 FAKAT BİR ŞEY BİLİYORUM O DA;

“KANLI MI OLACAK, KANSIZ MI OLACAK?” SORUSU ÖNÜMÜZDE DURUYOR…

Sevgi ve saygılarımla… BİLİNÇLİ BİREY VE TOPLUMLAR İÇİN MİLLİ KÖY ENSTİTÜLERİ VE TOPRAK REFORMU HAYATA GEÇİRİLMELİDİR… ATA MİRASI ULUS… MURAT AKBAŞ

KAYNAKÇA: KARŞI DEVRİM 1945 -50 – ÇETİN YETKİN – OTOPSİ YAYINEVİ