Bu yazıma başlarken içimde “DOST KİM?, DÜŞMAN KİM?, HAİN KİM? VE VATANSEVER KİM?” soruları ile boğuşurken; siz okuyucularımın da düşünmesini ve TÜRKİYE`nin hastalığı teşhis etmesini istiyorum. Çünkü hastalığını kabul etmeyen veya hastalığını teşhis etmeden hastalıktan kurtulma yollarına başvuramayız. Hastalık kronik bir hale dönüşüp başımıza daha büyük işler açmasın diyerek yarım kalmış “TEDAVİ VE ÇÖZÜMÜ” tekrardan hayata geçirelim diyorum…

Bugün ve tarihte birileri 1945 ya da 1946`da Türkiye`de demokrasiye geçildiğini sanıyorsa, düşünüyorsa, önce Toprak REFORMU`nun neden uygulanmadığının ve KÖY ENSTİTÜLERİ`ne neden kıyıldığının yanıtını aramalıdırlar. Bulacakları yanıt, geçilen ya da başlatılan şeyin DEMOKRASİ değil, KARŞI DEVRİM olduğu görecektir.

KÖY ENSTİTÜLERİ, köy çocuklarını okutmak ve eğitmek amacı ile kurulmuştu. Fakat bu amacının dışında çok daha önemli ve açıklanmayan bir amaç daha vardı. TOPRAK REFORMU`nu gerçekleştirildiğinde, üretimi örgütleyecek ve sürdürecek kadroları yetiştirmek! Dahası, KÖY ENSTİTÜLER, toprak ağalarının karşısına dikilecek güçler olacaklardı. O zaman hemen söylemek gerekir ki, TOPRAK REFORMU rafa kaldırıldığında, uygulanamadığına, toprak ağalığı ve doğal olarak onun dayandığı toplumsal düzen sürüp gittiğine göre, KÖY ENSTİTÜLERİ, SAKINCALI VE REJİM TEHDİT EDİCİ İBR NİTELİK KAZANMIŞ OLUYORLARDI.

Gelişmeleri kavramak için kendinize şu soruyu sormalıyız?

TOPRAK REFORMU ile ilgili yasa tasarısı üzerine TARIM BAKANLIĞI 1935 – 1945 yılları arasında, yani 10 yıl süreyle neden “çalışmıştır”? Kaldı ki, bu konu üzerinde CUMHURİYET`in ilk yıllarından başlayarak durulduğunu da biliyoruz. Şurası tartışmasızdır! Hiçbir yasa tasarısı üzerinde 10 -20 yıl çalışılmaz. Üstelik yasayı da inceledik. Mantığını yitirmemiş hiç kimse bu yasanın bu denli uzun bir sürede hazırlanmış olduğunu öne süremez. Dahası, neden TBMM`ne sunulması için 1945 yılının mayıs ayı seçilmiştir, daha doğrusu bu ana değin beklenilmiştir? Gördüğümüz gibi 1945 yılı TÜRKİYİE için çok çalkantılı, tehlikeli bir yıldır.

Bu soruların yanıtı şudur:

ÇİFTÇİYİ TOPRAKLANDIRMA KANUNU, gereği gibi uygulanacak olsaydı ve özellikle de feodal yapıyı ortadan kaldırmak için büyük toprak sahiplerinin elinden arazileri alınıp da topraksız köylülere ya da bu araziler üzerinde ırgat, yarıcı, işçi, kiracı olarak çalışanlara dağıtılacak olsaydılar. Toprak sahiplerinin eylemli tepkileri ile karşılaşılacak olduğunu ve daha da önemlisi, o güne değin tarımsal üretimi örgütlemiş olan bu güçler devre dışı kalınca üretimin duracağını o günün yöneticileri öngörmüşlerdi. İlk ciddi TOPRAK REFORMU yasa tasarısını TARIM BAKANLIĞI`nın değil de İÇİŞLERİ BAKANLIĞI`nın hazırlamış olduğu anımsanınca durum daha da açıklık kazanır. Çünkü doğal olarak, torak düzeni ile ilgili tasarıyı TARIM BAKANLIĞI hazırlamalıydı. Salt bu açıdan bakınca bile yapılacak bir TOPRAK REFORMUNUN asayiş sorunlarına yol açacak olduğu kendiliğinden anlaşılır. Hem sonra, neden 1935 tasarısı çok gizli tutulmuş ve Meclis`e sunulmaktan çekinilmişti ki? Diye sorası geliyor insanın…

Çok partili “DEMOKRATİK” düzene geçilmişti fakat ÇİFTÇİYİ TOPRAKLANDIRMA KANUNU`na karşı çıkan güçler, bu yasayı yaşama geçirecek olan KÖY ENSTİTÜLERİ`ni yaşatmayacaklardı. İNÖNÜ açısından da, TOPRAK REFORMU yapılamıyorsa veya yetersiz kanılıyorsa, KÖY ENSTİTÜLERİ`ne ne gerek vardı. Eleştirileri ve suçlamaları göğüslemeye gerek kalmamıştı artık. Üstelik bundan sonraki zamanlarda açıkça görüleceği üzere, TÜRKİYE emperyalizmin yayılmacı ve sömürge etkisine girmekteydi. Türkiye bir AÇIK PAZAR durumuna getirilmek isteniyordu. Oysa TOPRAK REFORMU ve KÖY ENSTİTÜLERİ bunların önüne dikilen birer engeldi.

TOPRAK REFORMU da, KÖY ENSTİTÜLERİ de birer DEVRİMDİ. KARŞI DEVRİM sürecinde bunların yeri yoktu!

TOPRAK REFORMU ve KÖY ENSTİTÜLERİ doğal yaşamlarını sürdürmelerine olanak tanınmış olsaydı, bir kere ülkemizde FEODAL ya da YARI-FEODAL ilişkilerin izi bile kalmazdı.  Az gelişmişlik kıskacından kurtuluşu yaşardık. Kimileri, bu gerçekler o günlerde görmüştü.

Örneğin; Esat TEKELİ bakın ne söylüyor;

“KÖY ENSTİTÜLERİ…. Köylüyü okutacak, onu hakkını ve hürriyetini daha iyi kullanmasını bilecek ve değme hükümet idarelerini beğenmeyecek bir vatandaş haline getirecek… olgunluğuna ermiş TÜRK Demokrasisinin yarınki elemanları….” Diyordu.

Bununla birlikte, “DEMOKRASİ” ve ÖZGÜRLÜK” çığlıkları atan ne savaş zengini, ne karaborsacı, ne toprak emekçilerini sömürücü ağa, ne yeni yetme aracı ticaret burjuvazisinin HALKIN KENDİ KENDİNİ YÖNETMESİ demek olan “DEMOKRASİYİ” filan istedikleri yoktu. İstedikleri; istedikleri toplumsal düzeni sürdürerek daha da PALAZLANMAK VE İKTİDARDA SÖZ SAHİBİ olabilmekti. TOPRAK REFORMU da, KÖY ENSTİTÜLERİ de bu isteklerinin tam karşısına dikiliyordu. İstedikleri, İMAM HATİP OKULLARI idi. İSMET İNÖNÜ de, KÖY ENSTİTÜLER kıyım kıyım kıyılırlarken öyle yapacak ve İMAM HATİP OKULLARI`nı enstitülerin yerine devreye sokacaktır.

KÖY ENSTİTÜLERİ `nin yerlerini TÜRKİYE HARİTASI üzerinde işaretlersek, bunların ülkeye yayılışlarının, kabaca belli üretim bölgelerine göre olduğunu görürüz. Her enstitü de kurulduğu bölgedeki özelliklere göre bir ya da birkaç ürünün yetiştirilmesinde ya da elde edilmesinde uzmanlaşmaya doğru gitmişti. Öte yandan, KÖY OKULLARI ve ENSTİTÜLER TEŞKİLAT KANUNU NİZAMNAMESİ`nde; enstitülerin köylülerle kolektif çalışma yapacakları, köylüleri ellerindeki teknik olanaklardan yararlandıracakları ve kendilerinin de köylüler arasında sağlanacak “USTA” öğretmenlerden eğitim görecekleri, KOOPERATİFLER kuracakları belirtilmişti. Bu sayede KÖY ENSTİTÜLERİ, gitgide köylü ile bütünleşecek ve bir geliştiren merkezler durumuna dönüşmekteydiler. Kaldı ki HASAN ALİ YÜCEL, 17 NİSAN 1940 yılında TBMM`de KÖY ENSTİTÜLERİ`nin kuruluş yasası kabul gördüğünde MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLARAK daha o zaman amacın; KÖY ÇOCUKLARININA İLKOKUL EĞİTİMİ VERECEK ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEK OLMADIĞINI AÇIKÇA BELİRTTİĞİNİ DE GÖRÜYORUZ:

“Bizim arzumuz…. Köylüyü şehre akın eder hale getirmek değildir. Onları müstahsil, kendi tarlasında ve muhitinde kuvvetli yapmak ve istihsal kabiliyetini arttırıp memleket sosyal seviyesi kadar ekonomik seviyesini de yükseltmektir.”

Böyle ulvi ve gelecek vaat eden projelerin sahiplenin daha iyi yapılması gerekirken İSMET İNÖNÜ neden sahip çıkamamıştır? Hatta yıkımına göz yummuştur? Hatta TOPRAK VE KÖY ENSTİTİLERİNİN ortadan kalkmasıyla birlikte köyden şehre göçü hızlandırmış, kontrolsüz bir düzenin önü açılarak TÜRKİYE`nin en büyük sorunu olan GECEKONDULAŞMA İLE ÇARPIK YAPI ve GETTOLAŞMIŞ BİR KÜLTÜRLEŞME baş göstereceğini hep beraber görmedik mi? Bu soruların cevabını yine İSMET İNÖNÜ`nün kendi ağzından öğrenelim:

“….Ben KÖY ENSTİTÜSÜ fikrine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir; ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben, gücüme göre gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim…… benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, parti meclis grubundan, gücümü ben buradan alıyorum. Bu konuda, bütün bu organlarda gücümü kaybetmiştim…. Artık KÖY ENSTİTÜLERİ`Nİ ESKİ GÜCÜYLE, ESKİ RUHUYLA DEVAM ETTİRMEK OLANAKLARI BENİM ELİMDEN ÇIKTI….”

Bu sözler, MİLLİ ŞEF, DEMOKRASİ KAHRAMANI`nın sözleriydi. TÜRKİYE`de KARŞI DEVRİM`in ne denli güçlü bir biçimde geliştiğinin çok açık bir anlatımıdır. İSMET İNÖNÜ`nün anlatımıyla her şey onun dışında gelişmiş oluyor. Hatta kontrolünün dışında veya oda KARŞI DEVRİMİN gücüne boyun eğiyor anlamı çıkar. Artık ne derseniz deyin bugün sonuçları ortada iken daha fazla ne söylenebilir. Fakat İSMET İNÖNÜ`den bir MUSTAFA KAMAL ATATÜRK olmayı beklemekte çok yanlış olur. Çünkü UFKUN ÖTESİNİ GÖRÜP O GÜNÜN ŞARTLARINA GÖRE KARARLAR ALIP HAYATA GEÇİRMEK ÖNCE İNANMAK VE DİRAYETLİ OLARAK MÜCADELE ETMEKLE BAHTİYAR OLUNUR. HELE HELE BAŞINDAN BERİ ÖNERİSİ “AMERİKAN MANDACILIĞINI İSTEYEN VE İKTİDARI ELE ALDIKTAN SONRA KENDİ GİBİ DÜŞÜNENLERİ YÖNETİME GETİRİP, MUSTAFA KAMAL ATATÜRK`ün bütün kadrosunu devre dışı bırakan bir adamdan çok şey istemiş olmaz mıyız?”

KUMAŞ FARKLI OLUNCA SONUÇLARIDA AYNI ÇIKMASINI BEKLEMEK BÜYÜK BİR HATA OLUR.

KÖY ENSTİTÜLERİ VE TOPRAK REFORMU; birçok araştırmacı, bilim adamı ve yazar görüşler öne sürmüş bulunuyor. Konuya gerçekçi ve bilimsel olarak yaklaşanların ortak görüşü Yakup KEPENEK`in özetlemesi ile şöyle;

“Enstitülerin neden yıkıldığı çok açık. Halkın uyanışını, kendi sömürü süreçlerini sarsacak birer tehdit ya da tehlike olarak gören çevrelerin, enstitülere hoşgörü hoşgörü ile bakması elbette beklenemezdi. Köylü uyanırsa sömürülemezdi, kendisini sömürenlere karşı çıkardı; üreterek ekonomik güç kazanıp çiftçi olunca, asırlardır kendisini uyutarak ezen ve sömürenlerin kölesi olmaktan kurtaracaktı. Bu gelişmelerden kimlerin zarar göreceği açıktır….”

Şevket SÜREYYA AYDEMİR, o günleri yaşayan bir kişi olarak, bu kıyımı şöyle özetler:

“Kısa bir süre sonra KÖY ENSTİTÜLERİ, üzerinde kara bulutlar biriken şüpheli yuvalar haline getirildi: Teftişler, tahkikler, araştırmalar, kovuşturmalar, nakiller, tayinler, sürgünler ve gene nakiller… Ama baskılar bitmiyordu. KÖY ENSTİTÜLER`den bir devrede Yedek Subay Okulu`na gelenlerin 33`ü toptan çavuş olarak çıkarıldı. 1950`de iktidar değişip 1950`de DEMOKRAT PARTİ (DP) Hükümete başladı. Nihayet KÖY ENSTİTÜLERİ İSİMLERİNİ DE KAYBETTİLER. Ve toraklarının çoğu şuna buna dağıtıldı.

DP İktidarı 27 Ocak 1954`te 6234 sayılı yasayla KÖY ENSTİTÜLERİ`nin yıkıntılarına da son verecektir. Ama, bu olsa olsa bir cenazenin kaldırılmasıydı. Çünkü şimdi kısaca özetlendiği gibi KÖY ENSTİTÜLERİ, İNÖNÜ zamanında yerle bir edilmişlerdi…!

Buraya tarihi bir not düşmek ve ülkemizde çok partili ve sözüm ona demokratik insanları nasıl değişime uğrattığını belgelemek için kendi bakanlığı sırasında Şevket SÜREYYA AYDEMİR`in DP Döneminde KÖY ENSTİTÜLER üzerinde “TERÖR HAVASI” estirdiğini belirttiği Tevfik İLERİ`den de bir alıntı yapmak gerekiyor. İleri, SAMSUN`da Bayındırlık müdürü iken 1944`te Ladik – Akpınar KÖY ENSTİTÜSÜ için şunları yazmıştı:

“Bunların her biri yakında bir köye öğretmen gidecek. Bir yandan o köye çiftçiliği, demirciliği, doğramacılığı en iyi şekilde sokacak, bir yandan da köyün küçük çocuklarına bu enstitüden aldığı bilgiyi, ruhu aşılayacak.

Evet, tesadüfen görmemiş olanların katiyen bilmelerine ve tasavvur etmelerine imkân olmayacak şekilde yepyeni bir gençliğin, yepyeni bir neslin bu KÖY ENSTİTÜLERİNDE yaratılmakta olduğunu zevk alarak, gurur duyarak gördük. Bugün dileğimiz, yurt için de Büyük Türkiye için de çok faydalı olan bu KÖY ENSTİTÜLERİ davasının muvaffak olması, gerçekleşmesidir. Bu güzel, bu hayat dolu, istikbalimiz için çok ümit verici bu enstitüden ayrılırken şöyle düşündüm:

Şehirlerin; kasvetli, müfsit, insanı bedbin edici havasından bunalanlar buraya uğramalıdırlar. Burası, hasta dimağ ve ruhlar için şifa kaynağı olacaktır.”

Öte yandan, İNÖNÜ, ATATÜRK ile yıldızı barışmayanları, onun devrimci davasına ayak uyduramayanları ve hatta ona ihanet edenleri, kırgınlıkları ortadan kaldırmak için yeniden etkin görevlere getirmişti ya, işte onlardan biri olan ve şimdi TBMM Başkanı sıfatını taşıyan KAZIM KARABEKİR, CHP iktidarın son başbakanı olacak ve gericiliğe en büyük ödünleri verecek olan Şemsettin GÜNALTAN ve Feridun FİKRİ DÜŞÜNSEL ile Kemal CEMAL 1946 seçimlerinden hemen sonra HASANOĞLAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜ`nü denetlemeye geldiler. Burada olan olayları MEHMET BAŞARAN bu “denetim”`i ayrıntısı ile anlatır. Başaran anlattıklarından kısa bir bölüm:

“Kaşları çatılıverdi Meclis Başkanı`nın, Topluluğa döndü. Set sert:

-Dinlediklerimiz güzel de, bir de HAKKI TONGUÇ için bir marşınız varmış sizin şimdi de onu söyleyin bakalım.

-Salon durgunlaştı, birbirine bakıp kaldı herkes. Öyle bir marş anımsamıyordu kimse…

-Canım, içinde Köylü Efendimiz filan lafları geçiyormuş…

Sıkıntılı bir suskunluk sürüyordu.

-Haaa anladım, dedi Yüksek Köy Enstitüsü Eğitimbaşı

Hürrem ARMAN: Ziraat Marşı çocuklar, Ziraat Marşı, başlayın…

Ölüyü bile canlandıracak güçlü bir ses yükseldi salonda:

Sürer eker biçeriz, güvenip ötesine

Milletin her kazancı milletin kesesine

Toplandık baş çiftçi ATATÜRK`ünse…

…. ATATÜRK`ün adı geçince, hop etti yerinden fırladı KARABEKİR:

-Kesin! Yeter! Diyordu. Hoşlanmamıştı ATATÜRK`ün adının geçmesinden….”

Kurtuluş savaşının kaderini değiştiren adamlardan biri olan KAZIM KARABEKİR PAŞA, ATATÜRK`ün devrimlerine ayak uyduramamış ve tam onun karşısında yer alanlar kervanına çoktan karışmıştı…

Osmanlı`dan arta kalan toprak düzeninin efendileri, Cumhuriyet Döneminde de iktidara ortak olan bu güçler ve işbirlikçileri; kendilerini temellerinden söküp atmak üzere yetiştirilen KÖY ENSTİTÜLER`e karşı amansız bir savaş açmayıp da ne yapacaklardı? Bir de üstelik ÇİFTÇİYİ TOPRAKLANDIRMA KANUNU ile toprakları ellerinden alınmak isteniyor, o topraklar üzerinde emeklerini sömürdükleri insanlara dağıtılmaya kalkışılıyordu! Bu köylü emekçileri, ana çizgilerle özelliklerini belirttiğim KÖY ENSTİTÜLÜ öğretmenler örgütlenip yöneteceklerdi!....

O gün yapılan bu yukarıdaki anlattıklarımızın bugüne yansımalarını hep birlikte yaşıyoruz. KARŞI DEVRİM 1938`den hatta ATATÜRK DÖNEMİNDE bile bir rahat bırakmamıştır. Her zaman bir engel, bir yavaşlatma içinde olmuştur. Daha sonra yıllar geçtikçe KARŞI DEVRİM GÜCÜ ELİNE ALINCA, BÜTÜN MAKAMLARI KENDİ ADAMLARI İLE DOLDURUNCA VE KENDİ DÜŞÜNCE YAPISINI HAYATA GEÇİRİNCE SONUÇ:

KENDİ TOPLUMUNA YABANCI VE TOPLUMUN MİLLİ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKAMAYAN TAMAMEN MADDECİ VE BİRİLERİNE BAĞIMLI, KENDİNE GÜVENMEYEN, İSNDİRİLMİŞ BİRİEYLER OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYORLAR. BUNA DUR DEMEDİKÇE VE SUYU GERÇEK YATAĞINA ÇEVİRMEDİKÇE SONUÇ HÜSRAN OLARAK KARŞIMIZDA DURMAKTADIR. DEVAMINDA İSE BÜTÜN DEĞERLERİMİZ YOK EDİLEREK, BU TOPRAKLARDA YAŞAYAN TOPLUM ORTADAN KALDIRILARAK KARŞI DEVRİMİN HAYAT BULDUĞU BİR YAPI OLARAK HAYATINA DEVAM EDECEKTİR…

BU YAPI OLUŞURKEN GİZLİ OLARAK İÇİMİZDE BİR VİRÜS GİBİ GİRDİĞİNDEN FARKINDA DEĞİLİZ.

 FAKAT BİR ŞEY BİLİYORUM O DA;

“KANLI MI OLACAK, KANSIZ MI OLACAK?” SORUSU ÖNÜMÜZDE DURUYOR…

Sevgi ve saygılarımla… BİLİNÇLİ BİREY VE TOPLUMLAR İÇİN MİLLİ KÖY ENSTİTÜLERİ VE TOPRAK REFORMU HAYATA GEÇİRİLMELİDİR… ATA MİRASI ULUS… MURAT AKBAŞ

KAYNAKÇA: KARŞI DEVRİM 1945 -50 – ÇETİN YETKİN – OTOPSİ YAYINEVİ