Kapattım gözlerimi.

Bulutların arasında Türkiye’deki her şeyi inceleyebileceğim bir konumda olduğum hakkını verdim kendime.

Kim karışabilir ki buna, hayal sonuçta.

Ve bakıyorum taptaze bir heyecan ile olan biteni her şey gözlerimin önünde.

Ne güzel ülkemiz var.

Mavisi, yeşili… Öyle eşsiz ki!

İnsan bakmaya doyamıyor, önce nereden başlayacağını kestiremiyor. Gözüme çarpanlardan başlamak en doğrusu.

Kurulu bir düzen var burada.

İnsanlar var çeşit çeşit. Hepsi uzaktan çok güzeller. Zaten insan tanımadan herkesi sevebilir değil mi?

Düzene uyum sağlayanlar, sağlamak istemeyenler, sağlamak için can atanlar, sağlamak zorunda kalanlar…

Biraz inceledim onları. Hepsi de çeşit çeşitti gerçekten.

Fikirleri olanlar, olmadan konuşanlar…

Saygılı olanlar, saygılıymış gibi davrananlar…

Sevmeyi becerebilenler, beceriyormuş gibi görünenler…

Sevmeyi bilenler, sevmeyi sevenler, sevgi nedir bilmeyenler…

Âşık olanlar, aşka inanlar, aşktan anlamayanlar…

Hayvanlara sevgi gösterip sahip çıkanlar, zulüm edenler…

Bitkilere ilgi gösterenler, göstermek istemeyenler, canice ağaçları kesenler, kesenlere göz yumanlar, susanlar, susturanlar…

Adalete inanlar, adalet arayanlar, arıyormuş gibi yapanlar, var olduğuna inananlar…

Eşitliğe inananlar, eşitlik arayanlar, arıyormuş gibi yapanlar, var olduğuna inanlar…

Emek vererek çalışanlar, emeksiz bir yerlere gelenler…

Haklı olanlar, haksız olanlar, hak yiyenler…

Azimli olanlar, hırslı olanlar, hırsa tapanlar…

Menfaatleri için kendinden başkasını düşünmeyenler…

Kavga edenler, ettirenler, ettirip geri çekilenler…

Ayrışanlar, ayrıştıranlar…

Bazı insanlara tahammül edenler, etmek zorunda kalanlar…

**

Gökyüzünden yeryüzü güzel gibi bir o kadar da karışık gözüküyor. İnsanlar, yaşananlar adeta bir sarmaşık…

Her dertten de olur mu be kardeşim?

Derdin devası da bu kadar mı uzak olur?

Benim gözlerimi kapattığımda gördüklerim senin aslında yaşadıkların değil mi?

Sana tanıdık gelmiş olması gerekir.

Tüm bunların ana sebebi hırs değil mi aslında?

Baksana bir kendine!

“Hırsın ve öfkenin kurban olmuş muyum?” diye.

“Azmim yoldan çıkıp, hırsım devreye girmiş mi?” diye.

Çünkü ben baktığımda gözlerini hırs bürümüş, sadece kendini düşünüp binlercesinin günahına giren, hakkını yiyen insanlar görüyorum. Ve kendilerini sütten çıkmış ak kaşık misali gösterdiklerini, kendi düşünceleri olmayanların, yönetilmeye, eğitilmeye mahkûmlarında boyun eğdiklerini…

Bertolt Brecht ‘Tahterevalli’ şiiri gibi değil mi aslında hayatımız…

Gözlerim kapalıyken hafifçe mırıldandım içimden:

İyice görüyorum artık düzeni.
Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,
Aşağıda da birçok kişi.
Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya:
“Çıkın buraya gelin ki,
Hepimiz olalım yukarıda.”
Ama iyice gözlediğinde görüyorsun,
Neyin saklı olduğunu
Yukardakilerle, aşağıdakiler arasında.
Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta.
Yol değil ama.
Bir tahta bu.
Ve şimdi görüyorsun açıkça;
Bu bir tahterevalli tahtası.
Bütün düzen bir tahterevalli aslında.
İki ucu birbirine bağımlı.

Yukardakiler durabiliyorlar orada,
Sırf ötekiler durduğundan aşağıda
Ve ancak;
Aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece
Kalabilirler orada.
Yukarıda olamazlar çünkü,
Ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı.
Bu yüzden isterler ki;
Aşağıdakiler sonsuza dek
Hep orada kalsınlar.
Çıkmasınlar yukarı.
Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden.
Yoksa durmaz tahterevalli.
Tahterevalli.
Evet, bütün düzen bir tahterevalli.

**

Aşağıdakiler ağır basmazsa yukardakiler ağır duramayacak.

Ama yukarısı gökyüzüne bir tık daha yakın, daha özgür, aşağıdakinden daha üstün. Ve bu sebeple yukarıdakilerin, yukarıda kalması için aşağıdakilerin de olması gerekiyor. Ve kimin yukarıda kalıp kalmayacağına her zaman aşağıdaki karar veriyor, müsaade ondan çıkıyor. Ama doğru karar verir, ama yanlış…

Bakıyorum da galiba yanlış karar verilmiş, çünkü aşağıdakiler birbirlerini çoktan yemeye başlamış, çoktan bölünmüş, ayrışılmış…

Yarısı inmiş tahterevalliden böylelikle yukarıdakiler biraz daha alçalmış kalanlar ise bazı şeylere göz yummuş, kendilerinden ödün vermişler, ya da hiç yukarıya çıkmayı düşünmemişler...

**

Benim gördüklerimi yaşayan, evet sen!

Sana sadece haklıdan yana ol derim.

Mesela çıkıp biri, “ bu salıncak” derse bana, evet o salıncaksa ama insanlığa zarar verecekse ben de çıkıp, “salınmayacak” derim.

Belki tuhaftır ama hepimiz için faydalıdır.

Doğruluk payı için başkasının onayına gerek yoktur benim lügatımda.

Haklıdan, haktan yana olmak vardır.

Türkiye’de bir tahterevalli.

Ama Türkiye’nin dengesi yordu gayrı bu milleti.

Yukarıda oturan bir avuç insan, aşağıdaki bağıranların sesini duymuyor artık.

Birlik isteklerine sağırlar, çünkü istekleri teklik.

Ama yukarıda kalabilmek için aşağıdakilerin ağır basması gerek ya hani…

Aşağıdakilerin bazıları biraz daha bulutlara yakın olmak istiyor, biraz daha yükseğe çıkmak. Yukarıdakiler hep yukarıda kalıyorsa aşağıdakilere haksızlık olmaz mı? Hele ki aşağıdakiler istemiyorsa...

İşte haksızlık tam da burada başlıyor zaten.

Peki, haksızlık ise neden aşağıda tahterevallinin ağır basmasını sağlayan tonca insan var?

Bunu hayal ederken sorgulamak istemezdim, gerçek hayatta yeterince sorguluyoruz zaten.

Tüm olumsuzluklara rağmen, düzelmesi ümidiyle Türkiye uzaktan çok güzel.

Paylaşamayacağımız hiçbir şey yok.

Bu topraklar hepimizin, bir kişinin değil!

Hepimiz birer bireyiz, bir kişinin aklı değil!

Yeter ki hür irademiz ile konuşalım, tartışalım, korkmayalım.

Türkiye’nin tahterevallisini biz yapalım.

Bir yerine sevgiyi, bir yerine eşitliği koyalım.

Sevgiyi alıp, saygıyı koyalım. Eşitliği alıp, adaleti…

Güveni alıp, sağduyuyu…

Yani kim yönetirse yönetsin önce işi insanlar ile değil, duygular ile olsun…

Hırsı köreltip sevgiyi derinleştiren kalplerde, diktatörlük de olmasın partizanlık da…

Zaten bu özelliklere sahip olan tahterevallinin hafif kısmı olacağı için ağır basan kısım; bilinçli ise, hırsa karşı ise ve haktan yanaysa kendi hakları içinhafif olan tarafı birden atıverir tahtadan…

Ve böylelikle bozuluverir tahterevallinin dengesi.

**

Sonra açtım gözlerimi meğer çoktan yazmaya koyulmuşum.

Ve kaldırdım kafamı masadan, köşemdeki penceren gökyüzüne baktım sonra dedim ki yazmakta çok güzel, hayal etmekte…

Ne demiş BlaiseCendrars: Yazmak, yaşamak demek değildir; yaşamanın dışına çıkmaktır.”

Evet, bu bir hayaldi, benim bulutların arasında ve tüm Türkiye’yi izleyebileceğim bir konumda olduğumun bir hayaliydi… Fakat gördüklerim bizim gerçeğimizdi…

Not: Bir sonraki hayalimde görüşmek dileğiyle…

İstanbul Times / Hande Balcan