RÖPORTAJ:PINARBAŞI HABER AJANSI (PHA)

Saadet Partisi’ndeki göreviniz sebebiyle kamuoyu önüne çıkan insanlardan birisiniz. Milli Görüş geleneğinin sevilen büyüklerinden birinin kızı, diğerinin ise gelini olarak hayatınızı sürdürüyorsunuz. Toplumda sizi tanıyanlar olduğu gibi tanımayanlar da bir hayli fazla. Öncelikli olarak sizi okuyucularımıza kendi sözlerinizle tanıtmak isteriz. Nagehan Gül Asiltürk kimdir ?

Sözünüzün girişindeki sözleriniz için teşekkür ederek bu sorunuzu cevaplamak istiyorum. Güzel dinimizde selamı yaymak çok önemlidir. Selamı yaymak demek tanışmaya bir adım atmak demektir. Mümkün olduğunca her işimizi dini temeller üzerine oturtmaya çalışırız. Bunu başardığımız takdirde ise başta insani ilişkilerimiz olmak üzere hayatımızın bütün kademelerinde çok önemli ilerlemeler kaydetmiş olacağız. 1971 Çorum Alacalı doğumluyum. Aslen Yozgatlıyım. Babam Yasin Hatiboğlu’nun 1973 senesinde milletvekili seçilmesi sebebiyle çocukluğum Ankara’da geçmiştir. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimim Ankara’da geçmiştir. Ankara üniveristesi Dil ve Tarih Cografya Fakültesi mezunuyum. Bildiğiniz gibi babamın görevleri sebebiyle Milli Görüş’ün rahmetli lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a yakın bir yaşantımız oldu. Erbakan hocamız, bir Anadolu evladı olarak, inançlı insanlara dayatılmaya çalışılan şeylere itiraz etmeyi öğretti. Şöyle ki; Cumhuriyet tarihi boyunca Müslüman kimliğe sahip insanlara bir rol verilmiş, o insan da o rölü oynamak zorunda bırakılmıştı. Rahmetli hocamız, Müslüman kimliğe sahip insanlara “Sana biçilen o rolü oynamayacaksın. Gerekirse mücadele edecek ve kendi kimliğini göstereceksin. Layık olduğun hayata mücadeleyle cihatla ulaşabilirsin.” demişti. Erbakan hocamız, mücadelenin adresi olarak da sivil toplum kuruluşlarını ve siyasi partileri göstermişti. Siyasette hakikaten güçlüyseniz, siyaseten bişey yapabiliyorsanız, haklarınızı alabilirsiniz. Dünyaya hakkın hakim olması, iyiliğin-güzelliğin hakim olması, çirkine-yanlışa karşı mücedele verilebilmesi için Milli Görüş partileri kuruldu. Kısaca Erbakan Hocamızın liderliğinde Milli Görüş hareketi sahaya inmiş oldu. Benim de tarih olarak bu işe girmem, üniversite yıllarımda Milli Gençlik Vakfı aracılığıyla oldu. Milli Gençlik Vakfı’nın İlk Kadın Kolları’nın kurucularından biriyim. Siyasi mücadelemize ilk orada başladık ve bugüne kadar da çok güzel çalışmalara imza attık. Evlilik sebebiyle 1993 yılında istanbul’a geldim. Aynı yıl, Refah Partisi İl Yönetim Kurulu Üyeliği için davet edildim. Bir müddet İl Yönetim Kurulu üyesi olarak Refah Partisi’nde çalışma imkanı da buldum. Türkiye demokrasisinin en çok sıkıntı çeken siyasi hareketi olan Milli Görüş’ün Refah Partisi maalesef kapatıldı. Haksız sebeplerle kapatılan Refah Partisi’nin ardından Fazilet Partisi kuruldu. Partimizin Teşkilatlanmadan Sorumlu İl Başkan Yardımcısı olarak, çalışmalarımıza yeniden başladık. Bu konudaki başarımızla birlikte 1999 yılında bizzat Erbakan Hocamız tarafından İl Kadın Kolları Başkanlığına getirildik.Bu görevimiz Saadet Partisi’nde de devam ediyor.

Sayın Asiltürk, Refah Partisi’nin kapatılma süreciyle birlikte Fazilet Partisi’nin de kurulduğunu biliyoruz. O süreci okuyucularımıza anlatabilir misiniz?

Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili süreç başladığı anda diğer yandan Fazilet Partisi’nin de kuruluş çalışmaları da yapıldı. Refah Partisi’ne yapılan haksızlıkları biliyor, kapatılma konusunda bir meyilin olduğunu görüyorduk. Yine de bu kadar büyük bir hukuksuzluk yapılamayacağını da ümit ediyorduk.  Son noktaya kadar Refah Partisi çalışmalarını yürüttük. Diğer yandan da Fazilet Partisi’nin kurulma çalışmaları başladı. Genel Merkezimizin verdiği talimatlar doğrultusunda yeni partimizin kurulması için çalıştık. Nitekim haksızlıklarla kapatılan Refah Partisi’nin yerine kurduğumuz Fazilet Partisi ile siyasi çalışmalarımız devam etmiş oldu.

Sayın Asiltürk, Milli Görüş Siyasi Hareketi’nin önemli isimlerinden Yasin Hatiboğlu’nun kızı olarak Hatipoğlu’nu bir de sizden dinlemek isteriz.

Bildiğiniz gibi uzun zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekilliği görevi yapmıştır. Aynı zamanda şair kişiliği de var. Milli Görüş hareketi henüz yokken, Çorum Alacalı Belediye Başkanı olmuştur.Öğrenim gördüğü hukuk alanında akademik olarak ilerlemek niyetindedir.Hukuk Fakültesinde Profesör olan bir hocasıyla görüşmek için Ankara’ya gelir.Aynı gün bir başka Profesör ile görüşmekte kısmet olur.Bu Profesör Milli Görüş lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır.O gün yaptığı tercih tüm hayatına yön verecektir.Hayatını hukuka değil,insanlığın kurtuluşuna adamak olacaktır.O günden sonra Necmettin Erbakan hocamızdan ayrılmadı. Milli Görüş davasına yıllardır hizmet etti. Yaşı ilerlemesine rağmen halen hizmetine devam ediyor. Kendisinden Allah razı olsun. Hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz. Bizim hakkın hakimiyeti için yaptığımız mücadeleye dahil olmamıza vesile olan kişidir. Şair olması sebebiyle duygusal,ince, nazik beyefendi bir kişiliğe sahiptir.

Babanızı  anlatırken, Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan’a bağlılığından bahsettiniz. Buradan yola çıkarak sadakatle ilgili ne söylemek istersiniz?

Bizim ölçümüz Kur’an ve Sünnet’tir. Allah-u Teala, “Sadıklarla beraber olun” diye buyuruyor. Dünyayı tercih edenlerle değil, davasına samimiyetle hizmet eden, davasına sadakat gösteren kişilerle hareket ediyoruz. Bizim vizyonumuz budur. Babam da bu şekilde, Erbakan Hocamın vefatına kadar hep yanında bulunmuştur. En mahrem toplantılarda da yanındadır. Hocamın vefatından sonra da Saadet Partimizin Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olarak davaya hizmete devam etmektedir. Kendisinden, Allah razı olsun.

Babanız ve rahmetli Erbakan’ı nazarı dikkate alarak, günümüz siyasetçileri mukayese edebilir misiniz?

Sizin ve bütün kamuoyunun önünde cereyan eden siyasi hareketlere bir bakın. Önceki siyasetçilerdeki, nezakati, zarafeti ve birbirlerine olan tahammülü gözümüzün önüne getirince günümüzdeki siyasetçileri hiç hoş görmüyorum. Siyasetle alakalı sadece benim değil, tüm toplumun en büyük sıkıntısı budur bence. Yani eskiden siyasette güler yüz görür ve rahatlardık. Çok iyi hatırlıyorum Erbakan hocamızı herhangi bir demecinde sinirli ve asık suratlı olarak görmemişimdir. Babamı da hatırlıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yönetirken, yanlış yaptığını gördüğü milletvekilini nükteyle uyarırdı. Şimdi ise Meclis öyle bir duruma geldi ki milletvekillerinin birbirleriyle selamlaşmasını veya tokalaşmayı değil de yumruklaştıklarını görüyoruz. İşte biz buna itiraz ediyoruz. Biz bir kardeşler topluluğuyuz. Türkiye’nin neresinde olursak olalım sokağımızda, apartmanımızda biz kardeşiz. Yaptığımız işlerde işyerlerinde ve Meclisimizde biz kardeşiz. Meclis, bu milletin temel taşıdır. 76 milyon insanın vekaleti vardır orada. 550 milletvekili, bu toplumun özüdür. Bu özün, 76 milyonu kaynaştırması gerekirken, ayrıştırmasına katlanamıyorum. Meclis’teki bu karamsar tablo sebebiyle toplumun tamamının suratı asıktır. Biz onun için, “Saadet Partisi mutlaka Meclis’te bulunmalı” diyoruz. Milli Görüş, Meclis’te mutlaka bulunmalı ki siyaset, eski nezaketine ve zarafatine kavuşsun. Siyasetin içine tekrar ahlak otursun.  Bakın Meclis Televizyonu artık yayın yapmıyor. Çünkü insanlar oradaki olumsuzlukları görmesini istemiyorlar. Olumsuzluğun olduğunu, kavganın gürültünün olduğunu ve yapılan yanlışları,alınan yanlış kararları halktan gizlemek istiyorlar.

 

Sayın Asıltürk, Saadet Partisi’nin kamuoyunda görünen yüzlerinin başında geliyorsunuz. Kimi zaman bir protesto gösterisinde, kimi zaman bir basın açıklamasında kimi zaman da bir konferansta sizi görüyoruz. Kısaca Milli Görüş’ün çok çalışan bir ferdisiniz. Bu aşk ve sevdanın kaynağı nedir? Nedir sizi böylesine büyük bir enerjiyle çalışmaya teşvik eden?

Öncelikle iltifatlarınız için teşekkür ederim. İnsanlığın faydasına olacak her şeyde mutlaka Mili Görüş vardır. Erbakan hocamız, bundan 46 yıl önce önümüze bir hedef koydu. Bu camianın insanlarının şu anda yürüttüğü bütün siyasi çalışmalar bu hedef doğrultusundadır. Burada sadece 3 cümleyle hedefi anlatacağım. Yaşanabilir bir Türkiye. Yeniden büyük Türkiye. Yeni bir dünya. İşte Erbakan hocamızın hedefi buydu. Bu çerçevede öyle bir siyaset yapacaksınız ki 76 milyonun mutluluğunu tesis edeceksiniz. Mutlu insanlarla bu vatan kalkınabilir. Refaha ulaşmış insanlarla kalkınma sağlanabilir. Bizim asli görevimiz 76 milyonun saadetidir. Bu saadet inanç özgürlügünü kapsıyorsa, Saadet Partisi mutlaka inanç özgürlüğünün yanındadır. Bu saadet ulaşımda kadının rahatlığını kapsıyorsa, Saadet Partisi “Pembe otobüs-metrobüs projesi”yle oradadır.  Bu saadet, zalim karşısına dikilmeyi gerektiriyorsa Saadet Partisi oradadır. Mesela geçtiğimiz günlerde yüreklerimizi yakan bir fotoğraf vardı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildi ama Türkiye Cumhuriyeti sahillerine vurmuş bir Aylan Kurdi fotoğrafı vardı. Bu çocuğa ilk sahip çıkan biz olduk. Biz öyle bir organizeyle çıktık ki kamuoyunun karşısına diğerleri bizden sonra ses çıkarmaya başladı. “Bu muameleye layık değil insanlar” dedik. Nerede bir sıkıntı varsa Saadet Partili kadınlar oradadır. Bizim önümüzdeki hedef 76 milyon vatan evledının huzuru ve mutluluğudur. Yeter mi? Yetmez. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki kan,gözyaşı hiç dinmiyor.Bölgemizde ve 1 buçuk milyarlık İslam Alemi’nin mutluluğunu hedefleriz. Çünkü kardeşiniz acı çekerken siz mutlu olamazsınız. Bu aynen şuna benzer: Evinizde oturup ailenizle yemek yemeye başladığınız sırada komşunuzun evinden gelen çığlığa kayıtsız kalamazsınız. Türkiye sınırları içinde yaşarken, Suriye’nin çığlıklarını duyarsanız bütün huzurunuz kaçar. Aksi takdirde insanlıktan nasibinizi almamışsınız demektir. Maalesef Ortadoğu tarihinin her döneminde herkesin hedefinde olmuş bir coğrafyadır. Yer altı ve yer üstü zengilikleriyle İslam cografyası bütün okların hedefi olmuştur. Yeniden büyük Türkiye, yaşanabilir bir Türkiye demek, İslam coğrafyasında huzur ve istikrar demektir. Tıpkı ecdadımızın döneminde olduğu gibi, izzetli duruşla olur. Amerika’nın kapısında köle olmakla, stratejik müttefik olmakla, düşmanı dost bilmekle İzzetli duruş olmaz. Avrupa Birliği kapılarında, “Bizi aranıza alın. İstediğiniz herşeyi yapacağız” demekle izzetli duruş olmaz. Şahsiyetli dış politikayla olur. Bölgenin abisi olduğunuz zaman, ayağa kaltığınız anda bütün olumsuzluklar biter. Aynı Osmanlı’da olduğu gibi. Dünyanın değişik yerlerinde hergün 10 binlerce bebek hayatını kaybediyor. Kimisi savaşladan, kimisi açlıktan kimisi de ilaçsızlıktan hayatını kaybediyor. Bunun hesabını kim soracak? Biz bunun hesabını soracak Türkiye için çalışıyoruz. Biz onun için “Yaşanabilir bir Türkiye, Yeniden büyük Türkiye, yeni bir dünya ve adil bir dünya” diyoruz. İdealimiz işte budur. Saadet Partisi, Filistin için, Arakanlı Müslümanlar için ve Suriye’deki kardeşlerimiz için çalışıyor çalışmaya devam edecek. Burada bizim de bir katkımız varsa ne mutlu bizlere.

                                                           

Türkiye’nin eğitimle ilgili sorunlarını yakinen bilen birisiniz. Dolayısıyla Türk Eğitim Sistemi’nde 13 yıllı Ak Parti yönetimini nasıl değerlendirmek istersiniz?

Türkiye Cumhuriyetinin son 13 yılına damgasını vuran AKP hükümetleri, maalesef eğitim sistemini iyi yönetememiştir. 5 bakan değişmiş her değişikliğin ardından sistem baştan sona yenilenmiştir. Eğitim, Türkiye’nin en büyük proplemlerinden biridir. Aslında  ekonomi yi de önemliler sıralamasında başa koyabiliriz ancak eğitimle ilgili sıkıntıları gidermedikten sonra ekonomiyi zaten düzeltemezsiniz. Ekonominin, ahlaki yapının ve teknolojinin gelişmesinin yolu eğitimden geçiyor. Bütün bunların yolunda olması için eğitimin yolunda gitmesi gerekiyor. Devletler onun için eğitime sahip çıkıyorlar. Batı ülkelerine bakıyorsunuz eğitim en çok bütçe harcanan konudur. İnsana yatırım yaparsanız geleceği inşa edebilirsiniz. Onun dışında hiçbir şansınız yoktur. Maalesef Türkiye’nin milli eğitiminin sadece ismi millidir. Bizi aslında en çok rahatsız eden de budur. Milli eğitim, Milli eğitim diye diye oturup kalkıyoruz. Eğitimimizin milli olmaması bizim en büyük sıkıntımızdır. Okullarda müfredat öyle bir müfredat ki, Avrupa Birliği çerçevesinde bizim müfredatımızı Avrupa Birliği’nden gelenler komisyonlar oluşturuyor. Böyle milli eğitim olmaz. Buna  en başından itiraz etmeliyiz. Kendi müfredatımızı kendi inanç sistemimize kendi medeniyetimize tarihimize, kendi kökümüze dayalı  olarak yani milli olarak yapmalıyız. Geçtiğimiz günlerde bir veri açıklandı. Geçen sene ilk 100’ün içinde olan üniversitelerimiz bugün 500’lük 600’lük dilimin içinde. Sadece bir tane özel üniversite var 200’ün içinde. Bu korkunç bir şey. Dünyaya 600 sene hükmetmiş bir ecdadın torunlarıyız biz. Endurunlar bizde kuruldu. Matematiğin mücitleri biziz. Tıbbın temelini biz Müslümanlar attık. Ecdadımız eğitime  o kadar büyük önem vermiş ki en ücra yerlerde bile yapılan caminin yanına Medrese inşa etmiş. Medrese demek orada eğitimin oluşması demektir. Vakıf üniversiteleri kurulmuş. Bu eğitime verilen önemi gösteriyor. Ama bugün bakıyorsunuz benim üniversitelerim ki bizim en iyi diye gördüğümüz ünivresiteler 600’lük dilime ancak girebilmiş. Burada bir yanlışlık var. Bir çarpıklık var. Bu da Bakanlığın açıklamasında veri tabanının değişmesinden dolayı Türk üniverisitelerinin sıralaması düşmüş. Biz de  bir vatandaş olarak bunu sormaya hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Dünyanın veri sistemi değişiyor, dünyadaki öncelikler değişiyor, dünyadaki üniversiteler başka başka makalelere başka başka araştırmalara yöneliyor da niye benim üniveristelerim geriden takip ediyor?  O zaman o konularda benim üniveristelerim de araştırma yapsın. Türkiye’de öyle bir çıkmaz noktasında ki bir örnek daha vereyim. Piyasa rekabetinde Türkiye 6 kademe aşağıya düşmüş Hindistan 16 kademe yukarı çıkmış. Bu piyasa rekabeti denilen şey ne biliyormusunuz? Tamamen üniveristeler de yapılan araştırmaların oluşturduğu sistemle piyasayı hareketlendirme çabasıdır. Benim ülkem 6 kademe aşağıya düşüyor ama Hindistan 16 kademe üste çıkıyor. Evet çocuklarımız üniversite sınavlarına giriyorlar ama üniversite sınavına sadece işsizliklerini 4 sene daha uzatmak için giriyorlar.  Çünkü benim gencim biliyor ki üniversiteyi bitirdiğinde işsizlikle karşı karşıya kalacak.Hiç değilse  genç nüfusun  5 kişiden bir tanesi işsiz. Bizim en büyük yatırım aracımız en büyük sermayemiz genç nüfusumuzdur. Bundan 30 sene sonra  artık o genç nüfus ta kalmayacak. Halbuki biz bu genç nüfusu üretime çevirsek üretime yönlendirsek inanın ki Türkiye’ye büyük bir ivme kazandırırız. Üniversiteyi bitiren gencimiz, ülke dışına kaçmayı hesaplıyor. Burada gelecek görmüyor kendisine. Okul sayısının çoğatılmasıyla iş bitmiyor. Hükümet, imam hatip okullarını açmak ve okulların sayılarını çoğaltmakla övünüyor. Doğru bir şey değil ki. Buradaki mesele eğitimin kalitesini yükseltmektir. Üniversite sınavına giren öğrencilerin bilmem kaç yüzbini sıfır çekiyor. Demek ki bir yanlışlık var. Öğrenciye ve öğretmene yatırım yapan bir mili eğitim politikasının olması gerekiyor. Burada öğretmenin önemine vurgu yapmadan geçmek istemem. Şu an Türkiye’de eğer biri iş bulamamışsa, öğretmenlik yapıp kendini garantiye almak gibi bir şeye yönlendirdi. Yani öğretmenlik o kadar değişik bir noktaya geldi ki, eğer bir üniversite okuduysanız ve iş bulamıyorsanız “Bari öğretmenlik yapayım” deniliyor. Böyle olmaz. Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür bu. Öğretmenlere öyle bir statü kazandırmalısınız ki “Öğretmen geliyor” denilince herkes ayağa kalkmalıdır. “Bana bir haf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” düsturunu duyduk ecdadımızdan. Biz öyle bir anlayıştan geliyoruz. Önce öğretmene itibar kazandırmalıyız. İlk önce öğretmeni doyacak. Kendi donanımımıyla, kendi bilgi birikimiyle etrafına ışık saçacak. Sonra maddi manada öğretmeni o kadar iyi bir noktaya getireceksiniz ki geçim derdi yaşamayacak. . Öğretmenin eline verdiğiniz çocukları daha ileri nasıl götürebileceğinin hesaplarıyla uğraşacak,başka bir şey değil.

Ekonomiyle ilgili düşüncelerinizi de almak isteriz.

Biz öyle bir siyasi partiyiz ki,seçimden seçime çalışan diğer siyasi partilere benzemeyiz. Sadece seçimden seçime 2 ay önce 3 ay önce araziye inen teşkilatlardan değiliz. Biliyorsunuz 1 Kasım’da seçim olacak. 2 Kasım’da “Hadi bakalım bundan sonra ne yapıyoruz?” diyerek toplantılarımıza başlarız. 3 Kasım Salı günü mutlaka ilçe başkanlarıyla toplantımız var. 39 ilçemizle oturucağız, seçmin değerlendirmesini yapacağız. Eksikliklerimizi bularak, neleri güzel yaptğımızı tespit edeceğiz. Sistemli organizeli kararlı azimli hepsinden önemlisi inançlı bir topluluğuz. Biz herşeyden öte kulluk görevimizi yerine getiriyoruz. Allah-u Teala’nın “İyiliği emredip kötülükten sakındırcaksın” diye buyurduğu, hayırlı topluluk olmaya çalışıyoruz. Bizim kamuoyu araştımalarına ihtiyacımız yok. Biz toplumun nabzını zaten tutuyoruz. Her dönem ev sohbetleri yapyoruz, çay sohbetlerinde bulunuyoruz. İnanın kimin kapısını çalsak hepsinin özelikle vurgu yaptığı bir nokta var. İşçisi memuru hepsi “Allah razı olsun Erbakan’dan. Eğer işçiye, memura o dönemde yüzde 150’lik zam yapmasaydı biz bugün sıfır noktasındaydık.” Diyorlar. 1997’de 1996’da bu zammı millete vereceksiniz. Bu millet halen o zammı yiyecek. Ondan sonra yapılan bütün zamlar yüzde 3 yüzde 5 hele de bu son 13 yılda 3 artı 3 veya 2 artı 2 zamları görüyoruz. Erbakan hocam, 26 Haziran’da işbaşına geldiğinde 1 Temmuz’da  maaş zamları konuşulacaktı. İşveren sendikaları ciddi bir hazırlıkla geldiler. O zaman yüzde 20 isteyen sendikalar ya da memurun hakkını koruyacak kurumlar var Erbakan hocamın karşısında. Hocama “Yüzde 20 istiyoruz” dediklerinde “Siz bunu mu layık görüyorsunuz çalışınınıza?” diyor hocam. Biz “Yüzde 50 veriyoruz” diye de ekliyor. Şimdiki sendikalar bırakın yüzde 20 istemeyi, yüzde 2 buçuk arası alıyorlar.Toplum öyle bir noktaya getirilmiş ki, hak koruma diye bir şey kalmamış. Hükümet 2 buçuk isteyebilir. Memurun işçinin temsilcisi orada masaya yumruğunu vuracak noktada olmalıdır. Son olarak 3 artı 5 veya 6 çıkıyor. Başbakan, 7 Haziran seçimlerinde önce dedi ki “Emeklimizi rahatlatacağız” Rahatlatmanın ne olduğunu sonradan gördük. Meğer bin lira seviyesindeki emekliyi bin 100 lira seviyesine çıkaracaklarmış. Türkiye’de şu anda açlık sınırı, bin 350 lira civarındadır.Türkiye’de 2 milyon emekli, 5 milyon asgari ücretli, her birinin evinde kendilerinden başta 3 kişi varsa,hesaba göre Türkiye2nin yarısından fazlası açlık sınırının altında demektir. bu da yapar 28 milyon insan demektir. Şu an Türkiye’de resmi olarak 28 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. Milletimizin çok ciddi bir oranını bu açlık ve sefalet sınırının altında bırakacaksınız sonra da çıkıp seçim beyannamenizde “Asgari ücreti 1300 liraya çıkaracağız” diyeceksiniz. Biz de o zaman söyleriz işte, “Sayın Başbakan bu yapılabilir bir şeydi de elinizi kolunuz bağlayan mı vardı?” Niye beklediniz bu vakte kadar? Biz asgari ücreti 1500 lira yapacağız. Bu asgari ücretin mutlaka refah seviyesine çekilmesi gerekiyor. Refah seviyesi açlık sınırının üstü demektir. Asgari ücretten vergiyi de kaldıracağız. Bu vaadimiz hiçbir partinin beyannamesinde yoktur. Zengin ile fakirin aynı oranda vergi ödediği bir başka ülke yoktur. Ekonominin düzelmesi için baş şart adil bir ekonomik sisteminin kurulmasıdır. Bize dayatılan “capital system” faizci sistemle ancak sömürü düzeni olur. Öyle bir noktaya geliyorsunuz ki tamamen üretimden çıkmış tüketime yönetilmiş toplum çıkıyor karşınıza. Biz faizsiz ekonomik sistemi oluşturmak istiyoruz. Üretime dayalı bu sistemin altını kırmızı çizgilerle çiziyoruz.

 

 

Rahmetli Necmettin Erbakan’ın ağır sanayi hamlesi söylemleri vardı. Ayrıca MÜSİAD ve ASKON gibi iki büyük kuruluşun da Türkiye’ye kazandırılmasında emeklerini görüyoruz. Erbakan’ın ağır sanayi hamlesi ve biraz önce saydığım kuruluşların oluşumundaki emekleri gözönünde bulundurulunca, 13 yıllık Ak Parti hükümetlerinin katkısı olup olmadığını söyleyebilir misiniz?

Bu işlerin çıkış noktası, Türkiye’nin bölgede ve dünyada söz sahibi ülke olmasını sağlama amacının güdülmesidir. Bu amaca ulaşmak için güçlü ülke olmalısınız. Kendi ayaklarınızın üstünde durmayı öğrenmeniz gerekir. Kendi ayaklarınızın üzerinde durabilmeniz için de güçlü bir ekonomiye sahip olmalısınız. Bu güçlü ekonomi rahmetli Erbakan Hocamızın ağır sanayi hamlesi söyleminden geçer. Milli Görüş hareketinin başlangıç noktası ekonomik temellere dayanır. Müreffeh bir Türkiye ortaya koyacaksınız. “Ağır Sanayi Hamlesi” tabiri Milli Görüş’ün zikretmesiyle devlet literatürüne girmiştir. “istikrar istikrar” diyerek Türkiye’yi bir yere götürmeye çalışıyorlar. O istikrarın tek kaynağının da tek parti yönetimiyle geleceğini savunuyorlar. Biz buna şiddetle itiraz ediyoruz. Çünkü, biz 73’te CHP ile koalisyon kurduk. Orada yaptığımız hizmetler ondan sonraki hiç bir hükümet döneminde yapılmadı. 1996’da Doğruyol Partisiyle hükümet kurduk. O dönemde de yapılan hizmetler cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet tarafından yapılmadı. Demek ki mesele tek parti iktidarı meselesi değilmiş. Mesele bulunduğunuz yerde sağlam durabilime ve politikalarınızı milletiniz için yapabilme meselesidir. Milli Selamet döneminde 40 küsur milletvekiliyle ağır sanayi hamlesini başlattık. 250 tane fabrikanın temelleri atıldı. Aslında meselenin temeli budur. Eğer o zaman o ağır sanayi hamlesi gerçek manada bizim programa koyduğumuz şekliyle yürütülebilseydi, bugün Türkiye’de terör belası denilen şey olamayacaktı. O kadar birbirine bağlı ki bu politikalar, Türkiye’nin bir haritası çıkarıldı, o haritada her bölgeye kendi yeraltı ve yer üstü zenginliklerine göre bir fabrika hedefi konuldu. Doğuda bir sürü fabrikanın temeli atıldı. Oradaki insanlar eğer o gün o fabrikalarda çalışır hale getirilmiş olsaydı, bugün dağlardaki insanlar fabrikada çalışır, devlet ona sahip çıkar ve ekmek verirdi. O pozisyonda olsaydı bu insanlar, şu an dağlarda bulunmazlardı. Özelilkle doğunun kalkınması Erbakan hocamın ısrarla üzerinde durduğu konulardan biriydi. Eğer bugün doğu kalkınmış olsaydı, üzerimize oynanan oyunlar tutmayacaktı. Biz diyoruz ki “Kalkınmış bir Türkiye’nin her yerinde fabrika bacası tütecek. Beyannamemiz öyle bir sistematik o kadar güzel bir şekilde ifade ediliyor ki Türkiye’nin kalkınması bölgesel projelerle olacak. Şimdi mantar gibi her yerde üniversiteler bitirdik. Dünya kadar üniversitemiz var. Her ilde bir üniversite var şimdi. O üniversitelerin göreve çağırılma zamanı geldi. O üniversitelere denilecek ki, “Hadi bakalım bölgenizin kalkınması için hemen bir araştıma yapın. Sizin bölgenizin kalkınması için neye ihityacı varsa bize rapor sunun” bakın o zaman nasıl oluyor? Üniversite çalışmaya başlıyor. Proje üretmeye başlıyor. Plan üretmeye başlıyor. Sivil toplum kuruluşları ASKON, MÜSİAD veya başka bir kuruluşa deniliyor ki “Ağrı da ağır sanayi hamlesini başlattık ve siz de buna destek olacaksınız. Herkes elini taşın altına koyacak.” Oradaki sanayici zengin kişiler yatırım yapanlar toplanacak denecek ki “Hadi bakalım elini taşın altına koyma vakti. Üniversite proje üretecek. Sivil toplum kuruluşları teknik elemanlarıyla şusuyla, busuyla bu projeye destek olacak.İşadamları göreve çağrılacak.Sermayesini ortaya koyacak. Devlet teşviklerini artıracak.  Destek olacak ve o bölgede yeraltı zenliği varsa o yeraltı zenginliğinin işlenip sanayiye dönüşmesi gerçekleştirilecek. Dünya Basın Mensupları Derneği (DBMD) ve diğer basın dernekleri aracılığıyla basın mensuplarına oradanda halka iletilecek.Bizim milletimiz vatanını sever, toğrağını sever. Niye memleketini bırakıp da İstanbul’a gelsin? Bakın anlattıklarım hayata geçirilmiş olsa bir anda bir çok sorun çözülmüş olacak.Üniversite bilim üretmeye başlayacak,bilim adamlarımızın,gençlerimimzin kendine güveni gelecek,STK’lar etkinleştirilip üretime katkı sağlayacak,iş adamları kendi bölgelerinde devlet desteği ile yatırım imkanı bulacak,o bölgenin kaynakları değerlendirilecek ve bunların yan sanayileri geliştirilecek,gençler iş bulacak,işsizlik sorunu çözülecek,doğduğu yerde doyan göç etmek istemeyecek,göç problemlerinin önüne geçilecek. Biz bunu yaptık. Bir kere daha yaparız Allahın izniyle. Türkiye’nin kalkınması için buna ihtiyaç var. Bakın dün bir haberi takip ettim. Diyor ki, “İstanbul’da nakliye için kamyonların kullandığı yerde şu anda 5 bin TIR Doğu ve Güneydoğu’daki terör olayları sebebiyle iş yapmadan bekliyor. Doğu’ya, Güneydoğu’ya gidecek malların gönderilememesi sebebiyle 5 bin kamyoncu esnafı evine ekmek götüremiyor. Bu sadece kamyoncu esnafıyla da sınırlı kalmıyor o insanların malını götürecekleri esnaf da işadamının da sıkıntısını ortaya çıkarıyor. İşin enteresan tarafı bu haber dahi medyada doğru dürst bir şekilde yer bulamıyor. Aynı haberde kamyoncu kardeşlerimizle röportaj yapıyorlar diyor ki “Doğuya Güneydoğu’ya iş götüremediğim gibi, batıda da çalışamıyorum. Benim plakam doğu plakalı, batıdaki herhangi bir yere gidemiyorum. Oradaki halk beni taşlıyor”Geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Türkiye’nin kardeşliğinin hangi noktada olduğunu görüyor musunuz? Biz bu değiliz. Bu olmamalıyız. Biz öyle bir topluluğuz ki, Malazgirt’te bu toprakları birlikte inşa eden topluluğuz. Batıdaki kardeşim, için de aynı mikrofonu tuttular “Benim plakam Konya olduğu için Diyarbakır’a almıyorlar. Beni taşlıyorlar” diyor. Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Aman ya Rabbim yani bizim bütün itirazlarımız o kadar haklı itirazlar ki sadece kuru itirazla uğraşan bir siyasi parti değiliz. Proje ortaya koyuyoruz.

Ak Parti’nin “2023 vizyonu” şeklinde bir sloganı var. Bu sloganla Türkiye’nin 100. Yılına işaret ettiklerini söylüyorlar. Ancak detay verilmiyor. Sizin bu slogandan anladığınız nedir?

Tabii bununla ilgili söylenen çok şey var. Artık Lozan’ın süresinin dolmasıyla alakalı olduğu dillendiriliyor. Büyük Ortadoğu Projesi denilen projenin de sonlandırılacağı tarihmiş gibi geliyor bizlere. Biz bunu Büyük İsrail’i kurma projesi olarak görüyoruz. Adım adım uygulamaya konulduğu tarihi bize Erbakan Hocam bize ders olarak anlatırdı. Ben defalarca dinledim kendisinden.  Lozan’da topla tüfekle yıkamadıkları bu millete bir hahamın tavsiyesiyle Haim Nahum denilen bir hahamın tavsiyesiyle bir ara verildi. O haham, “Bunlarda bu iman gücü varken, sizde ne kadar top-tüfek olsa da siz bunları yenemezsiniz. Gelin sözümü dinleyin bunları önce aç bırakın. İşsiz bırakın. Borca esir edin ve dinlerinden uzaklaştırın. Bölüp parçalayın bitirin. Anca bunları böyle yıkarsınız” demiştir. Bakın Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türkiye’nin borcu hiç bitmemiştir. Borca esir edilmiş, emir alma pozisyonunda olmak için Türkiye işsizleştirilmiştir. İşsizlik noktasında gelinen noktaya bakın. Sistem tamamen fakiri ezme, zengini zengin yapma sistemidir. Eğer daha müreffeh olma, daha refaha kavuşma için borçlanacaksak, bu millet seve seve borçlanır. Hatta aç kalır. Mesela biz desek “Ağır sanayi hamlesi başlatıyoruz. Ey milletim çıkar bakalım bütün tasarruflarını” Yemin ediyorum bu millet bir tanesini geride  bırakmaz. Vatanı, milleti için ortaya herşeyini koyar. Şu anki borçlanma o borçlanma değil. Şu anki borçlanma esir borçlanmasıdır. Bunun altını çizmek lazım. Gelinen noktada insanları evsiz ve işsiz bıraktılar. Bu milleti aç bıraktılar. Biraz once yuvarlak hesap yaptık 30 milyon asgari ücretlisini, memurunu, katıp 4 kişilk bir aile açlık sınırının altında yaşıyor demiştik. İşte o ülke aç yaşıyor demektir. İşsiz bırakıldı. Dinden uzaklaştırıldı. Bu çok önemli, dinden nasıl uzaklaştırıldı öyle bir noktaya geldi ki din artık tartışılır hale getirildi. Dini tartışmaya açılamaz dinin kaynağı nedir? Kur’an ve Sünnet’tir. Şuan öyle bir noktadaki herkesin farklı bir yorumu var. Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde artık zina serbest olmuş. Domuz kasaplık et statüsüne alınmış. Üreticisine teşvik veriliyor. Benim ülkemde inanılır gibi değil ama oluyor işte. Çok afedersiniz eşsinsellikte artık tamamen serbest. Yani Türkiye hangi noktaya gidiyor? Bu ülke dinden uzaklaştırıldı. Artık ahlaki noktada çok büyük yozlaşma var. Çok enterasan çok basit bir örnek bizim toplumumuzun geldiği noktayı göstermek amacıyla bundan 5-6 sene önce yurt dışında metroya bindiğimde küçücük ortaokuldaki belki ilkokul çocukları oturuyorlar ve 80 yaşındaki bir hanımefendi ayakta gidiyordu.  Aman Allah’ım, bu nasıl bir şey? Allah’a hamd olsun bizde böyle birşey yok demiştim. Artık bizim çocuklarımız da yaşlılarına yer vermez durumda. Artık öyle bir noktaya geldik ki dünden uzaklaştırma değil, artık ahlaki bir takım medeniyet değerlerimizden uzaklaştık. Şimdi 100 senelik boyutuna gelelim. Büyük Ortadoğu Projesi denilen nokta aslında Margarit Teacher’in 1990’da NATO’da yaptığı konuşmada var. Diyor ki Teacher, “Artık Sovyetler Birliği yıkıldı. Artık bizim NATO’nun mücadele edeceği bir güç kalmadı. Bir zihniyet, eğer düşmanı varsa hayatta kalabilir. Onun için bizim kendimize yeni bir düşman seçmemiz lazım. O da İslam olmalı” Dikkat edin 90’dan itibaren baktığınızda Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bir proje koydu ortaya. Artık ülkelerin sınırları değişebilir. Adım adım ilerliyorlar. Son nokta tarihini bilmiyoruz. Allah bilir, Büyük İsrail’in kurulmasına kadar götürülebilir olay. Şunu çok açık ifade edelim, evet onların bir oyunu olabilir ama “Allah-u Teala’nın oyunu öyle büyüktür ki onun önünde hiçbir şey duramaz. Onun için biz mücadeleyi yapıyoruz. Onların oyunu var ama burada Hakk’ın tarafında olanların da mücadelesi var. Biz bunu ortaya koyuyoruz. Onun için Irak işgaline itiraz ediyoruz. Bakın çok enterasan, dış gelişmeleri kimse önemsemedi. Şu 10 senedeki gelinen nokta Irak, Libya, Yemen ve Mısır’da yaşananlar, Suriye’dekiler ve şimdi de Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusunda yaşananların hepsi bir planın parçasıdır. Bu bir oyundur. Aktörleri var. Maalesef aktörlerden biri de bu ülkenin başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı’dır. Kendi ifadesiyle açıkça Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanı’dır. Çok açık ortadadır.  Biz istifa ettiğini veya görevi verdiğini duymadık. Mesela İspanya Devlet Başkanı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlarından biriydi. Görevini bıraktığını ifade etti. Ama Tayyip Erdoğan, halen Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıdır. İktidara ilk geldiklerinde bizzat beyanında diyordu ki “Diyarbakır’ı Büyük Ortadoğu Projesi’nin başkenti yapacağız” Bunlar önemli açıklamalardır.

Sayın Asiltürk, sohbetimizin bu kısmına kadar ekonomiden, inanç özgürlüğünden, sanayileşmeden ve eğitimden bahsettiniz. Fikirlerinizi büyük bir heyecanla dinledik. Basın-yayın sektöründeki çalışanlarla ilgili ne gibi değerlendirmelerinizin olacağını da merakla bekliyoruz. Basın-yayın sektörünün sıkıntılarıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Biz Saadet Partisi olarak, gazeteci dostlarımızı önemsiyoruz. Şunu ifade etmek isterim ki, biz geçen dönemde de milletvekili adayıydık. Her seçimde uygulamaya çalışıyoruz. Bu dönemde de özel çalışmamız basın-yayın üzerine olacak. Mesela bakıyoruz, ulusal basın bizimle ilgilenmiyor. Maalesef şu anda sermayenin elindeki basında,devletin basın organlarıda hükümetin emrinde.Kimisi de hükümetin elinde. Maalesef bizim hayat bulma şansımız kalmıyor. Ama hiç mühim değil. Bizim onurlu, vicdan sahibi yerel basınımız var. İstanbul’un 39 ilçesindeki bütün yerel basını, tek tek ziyaret ettik. Kadın milletvekili adayları olarak tek tek ziyaret ettik. Bizimle fikri olarak hiçbir ortak yanı olmayanlara, “Haberinizi basmayız” diyen gazetelere de ziyaretler gerçekleştirdik. Bizi kabul ettiler. Başta bahsettiğim gibi, bizi tanıdıktan sonra haber yapmak zorunda kaldılar. Yani onun için basın bizim için çok çok önemlidir. Şu an Türkiye’de basının geldiği nokta çok işler acısı bir yerdir. Hemen her dönemde çok kötüydü. Genelde basın özgürlüğü noktasında Türkiye hep kötü yerlerde bulundu. Ama şu dönemdekinden daha kötü hiçbir zaman olmadı. Onun için biz bu dönemde yaşanan sıkıntıları da kıstas olarak görmüyoruz. Biz ısrarla şunu ifade ediyoruz. Bizim iktidarımızda yasal düzenlemelerle sermaye sahiplerinin medyayı elinde tutmasına müsade etmeyeceğiz. Bu basına yapılacak en büyük iyiliktir. Herkes kendi işini yapacak. Sermaye sahibi, sanayici ise ticaretle uğraşıyorsa ticaretini yapmaya devam etsin. Basınla uğraşacak kişiler, bu işi sahiplensin ve hiç bir şekilde başka işlerle uğraşmasın.Ancak bu şekilde basın asli görevine dönmüş olur ve halkın doğru haber alma sorumluluğunu yerine getirebilir.İş adamı bu tür işler, ticari ilişkilere giriştiği zaman, bu sefer araya ihaleler giriyor, bu sefer ihaleyi almak için hükümetin sözcülüğünü yapmak zorunluluğu ortaya çıkıyor. Hani özgür basın? Özgürlük uçup gidiyor. Bu insanların haklarını savunma, insanların sıkıntılarını topluma duyurmak sadece bi yerin sözcülüğüyle oluyor. Sermayenin medya sahibi olması engellenecek. Böyle olduğu zaman zaten özgür basından söz edebilirmisiniz. Böylece, sektör kendini zaten bir iki adım öne taşımış olacak. Özlük hakları konusuna da beyannememizde yer verdik. Basını çok önemsiyoruz. Özlük hakların iyileştirilmesi ücretlerin iyileştirilmesi, bizimle gerçekleşmiş olacak.Basın açısından en önemli  nokta ise, kişisel haklara tecavüz aracı olarak kullanılmasıdır. Basının saldırgan tutumundan bir an önce kurtullması için bazı düzenlemeler yapılmalıdır.Her basın mensubu da bunu yapacak şekilde bütün yasal düzenlemeler gerçekleştirilecektir. O zaman zaten basının önünden bütün engeller kalkmış olacak. Erbakan hocamızın zamanında yanımızda olan çok fazla bir medya aracı yoktu. Tam tersine, sürekli Erbakan hocamla alakalı olumsuz şeyler gündeme getirilirdi. Erbakan hocam hepsini tebessümle karşılardı.

Haklısınız sayın Asıltürk. Bu sözünüze küçük bir katkıda bulunmak isterim. O günleri ben de hatırlıyorum. Rahmetli Erbakan, iktidara geldiğinde basının büyüklerinin kullandığı krediler, ellerindeki bankalarla ilgili bir düzenlemeye gitmişti. İsmini çok iyi hatırladığım ancak vermek istemediğim bir gazete manşetinden “Bu hükümet 90 gün içerisinde gidecek” demişti. Hakikaten o uğraşılar diğer büyük gazetelerle birlikte gelmiş ve hükümet gitmişti.

İşte sizin de dediğiniz gibi hükümetleri getirip, hükümetleri götüren bir medya etkisi var maalesef.Herşeyin olması gerektiği noktada tutmak lazım. Bir şeyin iyileşmesini isityorsanız, “Acaba nasıl hoşgörür?” değil de olması gerektiği gibi hareket etmek gerekiyor. Genel başkanımızın açıkladığı beyannememizde de “Herkes kendi işini yapacak” diyoruz. Kendi işini yaptığında özgür basın gerçekleşmiş olacaktır. Refahyol Hükümeti”nin yıkılması noktasında çok önemli iki sebep vardı. Biri “Havuz sistemi” ikincisi de “D-8” projesiydi. İlk sebep içteki şer güçleri, ikincisi ise dıştaki şer güçleri rahatsız etti. Havuz sisteminin kurulması sermaye gruplarının hortumlarının kesilmesi demekti. Havuz sistemi oluşturulduğu için, onlara akan kaynaklar millete akmaya başlamıştı. Bu vesile ile milletin evlatlarına memurlarına işçilerine emeklilerine yüzde yüz ellilere varan zamlar yapılabilmiştir. Sistem budur olması gereken de budur. Yani onun için inşallah herekes kendi işini yapacak herkes rahat edecek herkes huzur içinde olacak inşallah.

Necmettin Erbakan Profesör, Sayın Kamalak da bir profesör. Şimdi siz burada üniversitelerden bahsederken sanıyorum ilmi konulara bundan dolayı da çok önem veriyorsunuz. Kendini geliştirmiş,  üniversite hayatında üst kademelere çıkmış Kamalak ile Erbakan’ı karşılaştıracak olursak, nasıl bir fark var?

Genel başkanımız çok büyük fedakarlıklarla bu görevi yürütmektedir. Teşkilatlara güç veren, enerji veren ve herkesten çok koşma gayretinde olan biridir genel başkanımız.Genel başkanmıza bu vesileyle teşekkür etmek isterim. Teşkilatlar önlerinde böyle bir rol-model gördüğü zaman motive olur. Daha çok koşulması gerektiğinin farkına varır. Biz şahidiz. Çok çok çalıştı ve çalışıyor.Ayrıca iki alanda Anayasa ve Maliye konusunda Profesör,İktisat konusunda doçent olması,İslami konulardaki derin bilgisi,tüm teşkilatlatın çalışmalarında yol gösterici bir etkendir. Allah razı olsun kendisinden. Tabii Hocamın konumu daha farklıydı. Hocamın konumu davayı oluşturan bir lider konumdur. O’nun konumu daha çok farklı ama doğru söylüyorsunuz genel başkanımız da profesördür. Bir hukuk profesörü, Anayasa profesörüdür. Bu açıdan bir siyasi partiye katkısı çok önemlidir. Erbakan hocam ise teknik profesördü.  Muazzam bir zekası vardı. Bunu herkes kabul ediyordu.Erdal  İnönü bile bu noktada kabul etmişti.  Bizim ilme önem vermemiz, inancımızdan kaynaklanıyor. Bizim inancımızda, “İlim nerdeyse gidin bulun alın gelin” düsturunu benimseriz. Öyle bir medeniyetin sahibiyiz ki matematiğinden, astrolojisinden, fiziği ve kimyasına kadar hepsi bizim elimizde doğmuştur. Maalesef başkaları almış geliştirmişler ve bize satar hale gelmişlerdir.

Sayın Asiltürk, Yasin Hatiboğlu ve Oğuzhan Asiltürk gibi iki değerli insanı yakinen tanıma, ailelerinin içinde bulunma şansına sahip oldunuz. Her ikisi de ülke yönetiminde söz sahibi olmuş, çok değerli devlet adamlarıdır. Onların hakkında ne söylemek istersiniz?

Hem Yasin babamı hem de Oğuzhan babamı yakinen tanıyor olmak, ailelerinin içinde bulunmak benim için Allah’ın büyük lütuflarından biridir.Hatiboğlu ailesiyle değerin ileri manada hayata hazırladığı bir insanken, 1993 senesinde dahil olduğum Asiltürk ailesiyle olgunlaştı.Oğuzhan babamdan çok şey öğrendik. Hem hayatımıza yön verme hem de İslami çizgide durma konusunda kendisinden çok şey öğrendim. Dava yolunda mücadelenin nasıl yapılacağı noktasında büyük katkıları oldu bana ve çocuklara.Kendisi İslamı çok hassas uygulayan biridir. Her zaman İslami çizgide olma noktasında çok ciddi bir mücadelesi olmuştur. Ayrıca hem teşkilatta çalışan kardeşlerimiz olsun hem de aile içerisinde olsun bizlere bu açıdan büyük destekti. Milli Görüş çizgisinden çıkmadan devam etmemizin en büyük sebeplerinden biridir.

Sayın Asiltürk son sorumuzun cevabının uzun sürebileceğini tahmin ediyor ve kısa tutmanızı istirham ederek diyoruz ki, “İstanbullulara, Türkiye’ye hatta Yozgat ve Malatya’ya bilhassa gençliğe ve hanımlara ne gibi bir mesajınız olacak?

Başta da belirttiğiniz gibi sırf bu soru için herhalde bir üç saat aralıksız konuşmam gerekecek. Ancak kısa tutmaya çalışarak cevap vereyim. Başta ifade ettiğim gibi 3 önemli hedefimizi tekrar hatırlatmak istiyorum. Seçmenlerimize, aziz milletimizin evlatlarına şunu ifade etmek isterim. 76 milyonun birlik beraberlik, kardeşlik ve refahını tesis etmek için çalışıyoruz. Bizim amblemimiz de hilal vardır. Hilal aydınlığı ifade eder. 5 tane yıldız da sevgi-barış-kardeşlik, insan hakları, özgürlükler,adalet, refah ve izzet’tir. Geçen seçime kadar ekonomiyle alakalı hiçbir parti ortaya bişey koymaya cesaret edemiyordu. Biz koyduğumuz için onlar da ortaya bir şeyler koymaya başladılar. Mesela şimdi CHP’nin iki şeçimdir söylediği bir vaadi var. “Memura ve Emeklilere iki bayramda ikramiye vereceğiz” diyorlar. Biz bunu Fazilet Partisi zamanında söylüyorduk. Hatta Meclis’e bir önerge de vermiştik bununla ilgili olarak. Kabul edilmiş mi? Hayır kabul edilmemiş. Biz muhalefet görevimizi yerine getirmişiz. Ülkenin 13 yılında AKP iktidar ama ana muhalefette de CHP var. Ana muhalefet olarak bunu bugüne kadar neden akıl edememişlerdir. Muhalefetin görevi sadece iktidarı yıpratmaya çalışmak değildir. İktidara yol gösterme görevini yerine getirmemişlerdir. Türkiye’de maalesef muhalefet farklı algılanıyor. Muhalefetteki iktidarın alehine konuşmaktan başka bir iş yapmazmış gibi bir algı var. İşte biz bunu da düzelteceğiz. CHP, 13 senedir böyle bir önerge verseydi, AKP bunu kabul etmek zorunda kalacaktı. İşte yapıcı muhalefet budur. Biz onun için diyoruz ki “Saadet Partisi mutlaka Meclis’te olmalıdır” Yapıcı mualefet için, oroda yaşanan şeylerin halkın çıkarına çevirmek için, verilen önergeler halkın yararına mı zararına mı bunu kontrol etmek için Saadet Partisi Meclis’te olmalıdır. Biz bu ülkenin sigortasıyız. Bunu artık herkes biliyor. Bir köşe yazarı bizim hakkımızda şöyle yazmıştı: Türkiye’ye Saadet Partisi’nin verdiği en büyük şey iyilik. İyiliği öğretti bu topluma” İşte bu çok muazzam bişey.  Toplum tarafından sizin böyle görülmeniz kadar güzel bişey var mı? Şimdi muhim olan bu iyilik hareketini Meclis’e taşımaktır. Seçim zamanı ya da işte diğer yaptığımız çalışmalarda kimin kapısına gidersek gidelim bizi tanımayan yok. Bizi kabul etmeyen de yok. “Siz doğrusunuz haklısnız. Kesinlikle bunu doğru söylüyorsunuz. Anlattıklarınız ve yaptıklarınızı destekliyoruz.” Diyorlar. Ama Türkiye’de medya eliyle öyle bir şekilde beyinler durduruluyor ki, kendi düşüncelerini bu milletin düşünceleriymiş gibi gösteriyorlar. İnsanların bizimle alakalı hiç bir sıkıntısı yoktur. Herkes bunu biliyor. Kadın, erkek, genç veya yaşlı farketmez, bizim için 76 milyonun refah, huzur ve barış içinde yaşaması öncelikli konudur. Önceliğimiz, kardeşliğin tesisidir. Üretim ekonomisinin hayata geçirilmesi,  ahlaki manevi tahribatın önüne geçilmesi ve eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması bizim yapmak istediklerimizdir. Bizim işimiz olumsuzlukları düzeltme noktasında çalışmaktır. Seçim beyannamemiz açıktır. Bunları partimizin resmi internet sitesinden daha detaylı olarak görebilirsiniz. Bu ülkenin 76 milyonluk nüfusuyla lider konuma gelmesi için çalışıyoruz. En önemli hedeflerimizden biri Türkiye’nin dış politikasındaki yanlışlarından kurtulmasıdır. Şu anda Türkiye bundan çok uzaklaşmıştır. Türkiye maalesef Amerika’nın, NATO’nun ve Birleşmiş Milletler’in güdümündedir. Tamamen onların emriyle hareket eden bir noktaya gelmiştir. Bunun tamamen önüne geçip İslam Birliği’ni kurmak en önemli hedeflerimizden biridir. İslam Birliği’ni kurmak demek, sadece İslam Dünyasını ayağa kaldırmak değil dünyadaki tüm mazlumları korumak kollamak demektir. Adil bir dünyanın kuruluşu için Erbakan hocamızın bize her zaman hedef gösterdiği ikinci Yalta konferansın gerçekleşmesi demektir. “Hadi bakalım ey Avrupa, ey Amerika, oturun karşımıza. Hadi bakalım, siz koyun ortaya, biz de koyalım ortaya. Herkese yetecek nimet var bu dünyada.” demenin yoludur İslam Birliği. Çünkü, Allah-u Teala, dünyayı yaratırken, her kulun ihtiyacına göre yaratmış. Herşey açısından bu dünya zengindir. Bu dünyanın tek problemi paylaşım problemidir. Önüne geçmek de ancak eşit şartlarda olacaktır. Dünyayı adil bir şekilde yönetmek istiyoruz. İslam Birliği demek, Afrika’da hergün 40.000 çocuğun ölmesinin önüne geçilmesi demektir. Hergün ekmek bulamayarak açlıktan ölen insanların önüne geçilmesi için İslam Birliği diyoruz. Tedavi edilemeyen hastalıklardan ölen çocukların önüne geçilmesi için çalışıyoruz. Bir şişme bota binerek, Akdeniz’de boğulan yüzlerce insanın hayatını kurtarmak için bunu istiyoruz. Cesedi kıyıya vuran küçük Aylin Kurdi için mücadele edersek, yarın bizim çocuklarımızın da başına buna benzer bir olayın gelmesinin önüne geçmiş oluruz. Amerikada fuhuş batağına düşmüş genç bir hanımefendinin de mücadelesini vermemiz gerekiyor. Avrupa’da uyuşturucuya sürüklenmiş gencin de mücadelesini biz vermek zorundayız. Benim üniveristeye giden iki tane evladım var. Ben de o insanlar gibi düşünerek onların acısını hissetmek zorundayım. Bütün bunları düşündüğümüzde hizmet için Saadet Partisi’ni neden seçmeyeyim? Yaşanabilir bir Türkiye, yeniden büyük Türkiye ve yeni bir dünya-adil bir dünya, Saadet Partisi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmesiyle olacaktır. Allah’ın izniyle bu seçimde baraj problemimiz yok. Bunu genel başkanımız da yetkililerimiz de çok açık ifade ettiler. Maalesef Türkiye’de adil olmayan bir baraj sistemi var. Ama Anayasa Mahkemesi’nin biliryorsunuz yeni yürürlüğe giren maddesinde kişisel başvuru hakkı var.Anayasa ile teminat altına alınan hakların ihlali için anayasa mahkemesine bireysel başvuruda bulunabiliyorsunuz.Seçme ve seçilme hakkıda anayasa ile güvence altındadır.Anayasanın serbest bıraktığı yasa engeleyemez.% 10 barajıda yasa ile önümüze konulan bir engeldir.Anayasa seçme ve seçilme hakkını teminat altına alıyor,yasa bunu engelliyor,bu ne yaman çelişki.Örneğin;Bir seçim bölgesinde 40 bin oy alan aday,partisi barajı geçemediği için meclise giremezken daha düşük oy alan meclise girebiliyor.Bu anayasanın teminat altına aldığı seçme ve seçilme hakkının ihlalidir.Bundan mağdur olan adayımız bireysel başvuru hakkını kullanarak hem kendi hakkına sahip çıkacak hem de seçmeninin seçme hakkına sahip çıkacak.Yani hakkını söke söke alacak inşallah. Mücadelemizi, vatanımız ve milletimiz için bütün mazlumlar için yapıyoruz.

Sayın Asiltürk, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor ve son sözlerinizi almak istiyoruz.

Ben teşekkür ediyorum. Allah razı olsun. Bu vesileyle, bizi halkımızla buluşturduğunuz için ayrıca teşekkür ederim. Sizin gibi vicdan sahibi basın mensuplarıyla bütün zorlukları aşacağımıza inanıyor saygılarımı sunuyorum.                                                                             
Editör: TE Bilisim