Değerli bir hukukçu dostum yıllar önce bir hikâye anlatmıştı; her manipülasyon dönemlerinde, fitne fesat zamanlarında aklıma hep bu hikâye gelir.

Şeytanı tanıyan birinin şeytandan tek dileği ve ısrarı olmuş; “Düğünümün olacağı gün mutlu günüm ve zamanımdır. Ne olur köyüme uğrama, ortalığı karıştırma” diye düğün gününde şeytanın köyüne uğramamasının sözünü şeytandan almış. Düğün günü gelmiş çatmış, hazırlıklar, ikramlar, oyun, eğlence devam ediyormuş, içme suyu çeşmesi köyün epey dışında olduğu için çocuklar düğün yerine su kapları ile su taşıyormuş. Şeytan düğün yerine gelmemeye söz vermiş ancak buna rağmen şeytanlık yapması gerekir, boş durmaması lazım. Çeşmenin başına gelen çocuklara “Gidin düğün yerindeki insanlara ‘karganın kara rengi mi çok yoksa ak rengi mi daha çok’ diye sorun?” der. Su taşıyan çocuklar gelip düğündeki davetlilere “Karganın karası mı yoksa ak rengi mi daha çok?” diye sorarlar. Düğün davetlisi insanların bir kısmı karası daha çok, diğer bir grup davetliler hayır ak daha çok derken iki grup arasında ak-kara gerginliği çok kısa sürede şiddetli bir kavgaya dönüşür. Şeytan daha sonra “Bak söz verdiğim gibi düğününe gelmedim” demesine karşılık adam “Evet düğün yerine gelmedin. Ancak ak mı kara mı lafını göndermen karıştırmak için yetti” cevabını verir.

Türkiye’de bu hastalık kroniktir. Ülkeyi yöneten siyasi irade, hükümet, iktidar, ona bağlı atanmış yöneticiler veya muhalefet olsun hep aynı bildik aşina klasik bir ezber resmi jargonu hiç değişmedi; her fitne fesat eylemin sonrasında olayın geçmişini, perde arkasını, önce ve sonrasını derinlemesine analiz etme iradesini maalesef göstermezler. Mevcut sorunun çözümü yerine; asarız, keseriz zapturapta alırız. Terörü lanetler, sıfıra indiririz vb. sözler demeçler havada uçuşur. Çok net otuz yıldan fazla zaman oldu, gerçek şu ki; canlar yanıyor, ocaklar sönüyor, çocuklar insanlar bu topraklarda hiç hak etmediği şekilde yitiyor.

Yazıktır günahtır ey ülkeyi yönetenler.

Ülkeyi yönetenlerin demeç ve ezberleri hep aynı, “Savaş dili” hiç değişmedi, son derece kifayetsiz, hiçbir fayda vermeyen ve anlam ifade etmeyen boş sözler. Kaldı ki, bu sözlerin hiç kimse tarafından inandırıcılığı kalmadı. İnsanların beklentisi “barış dili”. Sorunlara köklü çözüm üretme barış ve huzurun kalıcı bir şekilde sağlanmasıdır. Türkiye’de insanlar barışa huzura adeta susamış gibidir.

Türkiye tüm temel meselelerinde enerjisini yanlışı düzeltmeye harcamalıdır. Çünkü Kürt sorunu on yılların mezalim politikaları ile çok derin travmalar oluşturmuş kronik karmaşık problemler halen orta yerde duruyor. Kaynak ve enerjimiz dışarıda ve içeride Kürt sorununun çözümü, toplumsal barış ve huzurumuz için harcanmalıdır. Bunun yerine kaynak ve enerjimiz didişmeye, kavga etmeye harcarsak Kürt sorunu daha içinden çıkılmaz hal alır her kesime daha çok zarar verir. Binlerce insanın heder olmasına sebep olan yanlış politikalardan şiddet dilinden ve ortamından behemehal vazgeçilmelidir. Köklü değişim ve reformlarla barış ve uzlaşı ortamı sağlanmalıdır. En önemlisi ülkemizde hangi etnik kökenden olursa olsun, farklı din ve mezhep mensubu, farklı görüşlere sahip bireyler kısacası tüm Türkiye halkı ‘’barış ve huzur’’ yarını aydınlık, refah düzeyi iyi bir Türkiye’de yaşamak istemektedir.

Türkiye başarılı bir seçim sonucu çok yüksek bir teveccühle iktidar ve muhalefetini oluşturdu. Şimdi iktidar partisi mutlaka BDP’nin yemin etmesini ve meclise katılımını demokrasinin gereği olarak sağlamalıdır. Önceliklerine göre sorun çözüm zamanı. Sivil bir irade, hümanist bir dil, üslup ile barışa hizmet edecek, hayatın her alanına adalet, hakkaniyet, huzur ve barış hâkim kılacak, bir çözüm iradesi gerekiyor. İktidar ile muhalefet bir olarak tüm liderler siyasi partiler Türkiye sorunlarına kalıcı çözüm üretmelidir.

Türkiye halen geçmiş çıkmazlarından maalesef kurtulamamış, siyasilerimizin topyekün satır aralarında verdikleri demeçlere bakılırsa eski mantaliteden değişen pek bir şey yok. Aynı tas aynı hamam misali. Türkiye’de istisnasız tüm ölümler acıdır. Her ölen çocuk, insan üzüntü yasa mateme boğuyor bizleri, ayrımsız her çocuk ölümü zulümdür, vicdanı olan her insan üzüntüye gark oluyor. Son olaylara karşı;

1. Başbakanın “Kürt sorunu yoktur. PKK sorunu vardır. BDP’lileri kast ederek Meclis’teki uzantılarına, teröre müsamaha göstermeyeceğiz. Pazarlığa oturacak değiliz. Bundan sonra süreç çok farklı olacaktır” üslubu, iktidarlarında kesintisiz Kürt oyları ile seçilmiş Başbakan’a yakışmaz. Hemen peşinde Şehit Ağrı’lı Kürt asker Vefa Çelik’in kuzeni Aydın’da inşaat çalışanı Fevzi Çelik sadece Kürt olduğu için linç edilmekten zor kurtuldu.

2. Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu tutarsızlık ve çifte standardın bu kadarına pes dedirten sözleri ile Başbakanı kast ederek “Terörle mücadele asma kesme, babalanma ile olmaz. Akıl fikir işidir” diyor. Bu sözleri ile insanın aklına “barışçıl ve insani bir niyet” geliyor; nihayet ana muhalefet de soruna çözüm üretmeye başladı diye düşünmeden edemiyor insan. Hemen peşinden devam eden cümle tam tersi bir manevra île, darbe suçu işledikleri yargı tarafından delilleri ile değerlendirilmiş, kimi ikişer kere müebbet, on yıllarca ağır ceza ile tutuklu olan, yargılamaları devam eden, eski Türkiye’de istedikleri gibi aleni suç işleyen kamu görevlileri ve tüm bu kirli savaşın zanlıları hatta daha binlerce insanın ölümüne sebebiyet verecek katliam hazırlıklarını yürüten darbeciler için “neden içeride tutuklu” diyor ve Ergenekon’a sahip çıkıyor. Daha ileri giderek bana göre çok doğru bir ‘’hükümet programını deklare eden ve güvenoyu alan 61. Hükümet’in programına’’ atıfta bulunarak, daha fazla kan gözyaşı içerecek eski bildik klasik jargonla “programda terörle mücadele adına tek bir söz yok” diyerek neden militarist bir dil kullanmadığını, bundan dolayı son olayları, çocukların ölümünün sebebidir diye karmaşık bir ruh hali sergiliyor.

Garip bir his... Acı dolu... Metaforik... Hem ülkede onlarca ölen çocukları görmek, hem de dilinden dolayı sahneden inen sanatçıyı görmek... Sanat, fikir ve düşünce düşmanlığı, bu sanatçıyı alaşağı eden caz müziği dinleyicileri ki; genel kanı bu dinleyici kesimi entelektüel olarak bilinir. Etnik kökeninden dolayı dışlanmış, farklılığından dolayı mağduriyetleri iliğine kadar yaşayan insanlar mevcut maalesef halen bu ülkede. Merhum Ahmet Kaya bir şarkısında ‘’Ne garip şey Anne?’’ derdi.

61. Hükümet, fitne fesada karşı Kürtler başta olmak üzere tüm farklılıklara karşı Türkiye’de pozitif toplumsal bir hava oluşturmalıdır. Gasp edilmiş tüm hakların iadesinin, eşitlik temelinde tüm evrensel hakların yasal ve anayasal güvenceye alınması şu günlerde ivedi önem kazanmıştır. Üslubun barışa hizmet etmesi için barış ve huzuru hızlı tesis ederek bu ülkede asker veya dağdaki çocukların yaşaması için dua eden anaların yüreğine su serpilsin. Hamaset ile ırkçılığa prim verilmesin. İstanbul’un Z. Burnu ilçesinde gecenin bir vakti ellerinde pala, sopalar küçük çocuklar dengesiz bir güruh serseri mayın gibi rastgele bağıra çağıra insanları rahatsız ederek sağa sola sataşarak Kürt gençleri ve evlerine tacizde bulunarak sokaklarda dolaşıyor. Anlaşılan kolluk güçlerinde himaye gören bu dengesiz sapkınlar attıkları vatan millet naraları ile çok rahat dolaşıyorlar. Sırtlarının sıvazlandığı kesin, ancak mazallah yeni Kahramanmaraşlar, Sivas katliamlarına davetiye çıkartan bu tarz eylemler ülke genelinde yaygınlaşmaya başladı. Berberimin çırağı küçücük çocuk yüzüme bakarak “en iyi Kürt ölü Kürt” diyor. Rahatsızlığımı fark edince anlaşılan benim Kürt olduğuma ihtimal vermemiş olacak ki “siz Türk değil misiniz” diye pişkinlik içerisinde sorma gereği duyuyor. Ne fark eder, ha Kürt olmuşum ha Türk, ne fark eder? Öncelik insan olmaktır. Bu çocuk, evinde, okulunda, çevresinde aldığı bir sapkın faşizan düşüncenin tezahürüdür. Küçücük çocukların beynini ırkçılıkla yıkama başka ırk ve farklılıklara düşmanlık besleme kin kusma hastalığı musallat olmuş topluma. Gece yarıları topluma tedirginlik, rahatsızlık veren dengesizler, ister Türk olsun ister Kürt, fark etmez kendilerinden hiç hazzetmem. İnsanlıklarından şüphe ederim.

Bu iktidara “sessiz çoğunluğun sesi ol, dışlanmış, horlanmış, haksızlığa uğramış bütün kesimlerin mağduriyetlerini düzelt, tüm gasp edilmiş ve baskılanmış hakların iadesini yap” diyen toplum, umut ve beklenti içerisindedir.

Öncelikle Türkiye toplumunun şu gerçeği peşinen kabul etmesi ve altını çizmesi gereklidir;

Türkiye’ye barış ve huzurun, demokrasi ile özgürlülüğün gelmesini isteyen, bu uğurda en ağır bedeli ödeyen Kürtlerdir. Türkiye’de Kürtlerin çocuklarına temel evrensel hakkı olan anadilde eğitim hakkı bile verilmiyor. Siyaset malzemesi yapılıyor. Bu en hafif deyim ile zorbalıktır, gasptır. Türkiye’de dışlanan, horlanan, yok sayılan ezici çoğunluk içinde Kürtler iliğine kadar mağduriyet yaşayan kesimdir. Bu hakkı öncelikle teslim etmek insani bir görevdir. Kürt bölgesinde kamu görevi yapanların itiraflarına biraz bakmamız bile sorunu görmemize yeter.