Devleti yönetenler, bağnazlık tuzağına inanılmaz esir olmuşlar. Yıllardır akıl tutulması içinde topluma zehir zerk ediliyor. Bu hatalar zinciri bizleri sarıp sarmalamış, adeta toplumu rehin almış durumda. Toplumu bu cehalete ve sığ düşünceye mahkûm etmişler. Enerjimizi boşa tüketiyorlar. Bu dünyayı, yaşanmayacak hale getirip, birbirimize dünyayı zindan ediyoruz.  
İnsanların vicdanı, izanı, insafı, merhameti kalmamış, adeta insani meziyetler pılı pırtını toplayıp bu diyardan göçüp gitmiş.
Anadolu çok kültürlü medeniyetler beşiği idi. Nasıl çorak hale getirildi? Bu coğrafyada yaşayan insanların harcı, mayası, gıdası hümanizmdi.
Düşündüğünüzde insanların müşterekleri yüzde doksan yedidir. Bunlardan yemek, içmek, acı, üzüntü, keder, hastalık, gözyaşı, ağlamak, ölmek, sevinmek, gülmek, mutluluk, yaşamak tamamı insanlar içindir. Bu kavramlar insanların ortak müştereklerini oluşturuyor iken geriye kalan farklılıkların yüzde üçünü din, dil ve etnik köken kavramları oluşturuyor. İnsanlar ortak müştereklerinde olduğu gibi farklılıklarını da bu dünyada alabildiğine özgür yaşamalıdırlar…
Bunlara devlet eli ile yasak getirmek abesle iştigaldir. Bu farklılıkların tamamı insanların doğuştan kazandığı haklarıdır.
Şair Nazım Hikmet Ran’ın dediği gibi:
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, orman gibi beraber kardeşçe olmalıdır.“
Bu güzelim coğrafyada yaşayan insanlarımız, nasıl bu hale getirildi?
Bu devlet, toplumun kanaat önderlerini, aydınlarını, yazarçizerlerini, akil insanlarını, âlimlerini, ulemalarını ciddiye almayacak kadar çılgınlaşmış...
Bu faşizanca tutum içerisinde devam edilirse “insan” vicdanında hiçbir zaman kabul görmeyen, telafisi mümkün olmayan sonuca ramak kaldı diyebilirim. Hızla dengesizce bir vaziyette kötü yöne sürükleniyoruz. Kin ve nefret her gün biraz daha belirginleşip insanları birbirine diş biler şekilde düşman hale getirmiş.
Ülkeyi yönetenler hiçbir meselemizi ortaklaştırmayı beceremedi. Akli selim düşünüp sorunlarımızı çözmeye odaklanmadılar, sorunları ya basitleştirerek veya yok sayarak, görmezden gelerek en kolayı ise vatan millet hamaseti ile insanları ölümlere götürecek dozajı topluma zerk ederek bu ülkeyi yönetmeye çalıştılar…
Sulh yoluyla, insancıl edalarla sorunları azaltma, insanları yaşatma kültürü maalesef bu memlekette gelişmedi bir türlü.   
Ceza evlerinde, ilk süresiz açlık grevine başlayanlar 49. gününde. Bu açlık grevi diğer ismi ile ÖLÜM GREVİDİR. Yüzlerce insan tarafından başlatılan açlık grevleri… Bunun tıpta karşılığı şu demektir. Bu insanlar açlık grevlerini bugün bile bıraksalar ağır tahribat ve izler insanların bedeninde kalıcı olacaktır. Bugün itibari ile grevde olanların 4’ünün vücudu sıvı gıda takviyesini kabul etmiyor.

Türk Hukuku ve Türk devleti tarafından talepler uç karşılanarak karşılık bulmadı. Faşistlere göre binlerce Kürt ölse bile Türk’ün diyarında eksilen bir şey olmaz. Çünkü onların sapkın düşüncesine göre “En iyi Kürt ölü Kürt’tür”
Kürtçe bir deyim vardır: ”Agır ketiye mala fexira, zalıma lı ber wi agıri fırike qu xelandiye.” Türkçesi; “Ateş fakirin, mazlumun evini sarmış. Zalim o ateşle buğdayı kavurmuş, kavurga yapmış” 
Açlık grevine yatanların basına yansıyan taleplerinin özeti ise: “Anadilde Eğitim, Anadilde Savunma hakkı ve Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kalkmasıdır.” Bunların tamamı normal hukuk normu ve demokrasi ile yönetilen ülkede olmazsa olmaz temel insan hakkıdır. Bunlar ekstrem talepler değil, açlık grevlerine, kavgaya, savaşa, müzakereye gerek kalmadan normalleşme emareleri ve insani talepler olarak karşılanmalıdır.  
Adalet Bakanının cezaevi ziyaretini çok önemli buldum. Ancak çıkıp topu taca atacak tarzda birkaç iyi kelam etmesi, kendilerini bu sorumluluktan kurtaramaz. Biz bu ülkede Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk klasiğini yaşadık. Hala bir kara leke olarak ülkenin boynunda asılıdır.
Ülkede normal bir hukuk devleti olsaydı yaptığı insanlık dışı muameleden dolayı başta Hikmet Sami Türk olmak üzere o dönemin tüm sorumluları yargılanıp, cezalandırılırdı. Maazallah olası bir can kaybı durumunda sorumluluk tamamen Adalet Bakanı ve hükümete aittir. Bu sorumlulukla şimdiye kadar üstüne düşen edinimi yapması gerekirdi.
Türkiye’de 89 yıldır bu faşizan dayatma resmi bir uygulamadır.
Ancak; “Türkiye’yi yönetenler çok iyi biliyorlar ki, bu dayatmaların hiçbirinin insan hakları evrensel beyannamesi, normal bir hukuk ile, demokrasiyle alakası yok. Bu dayatmalar adil değildir. Kürtlere yönelik hak gaspları ise zalimcedir.”
Şu gerçek çok net bilinsin unvanları ne olursa olsun yasakçı zihniyeti temsile başladıkları andan itibaren, şeffaf olmadıkları sürece özgürlük ve demokrasiden haz etmedikleri anda mevcut statüko bekçiliğine kalkıştığı zamandan ve askeri harcamalara hız verdiği günden beri yöneticiler kayıptalar.  
Bu anlamsız yasaklarınızın toplumda hiçbir karşılığı yoktur. Bu tarzdan hak gaspları, hiçbir fayda sağlamaz. Kürtler, Türkler ve ne kadar farklı halklar yaşıyorsa bu ülkede tamamını eşitlemek hem insani hem vicdani görevinizdir. Eşitlikçi bir uygulama rahmani olur.
İstanbul Times  / Maksut Konyar