Bugün 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü,

Şehirler caddeleri, sokakları, evleri, hamamları, çeşmeleri, mabetleri ile geçmişin derinliğinden günümüze kadar gelebilmiş geleneksel ve kadim değerleri günümüze taşırlar. Her tarihi şehrin bir mimari dili vardır.

İstanbul, iki ayrı kıta üzerinde kurulmuş, başta Boğaz olmak üzere eşsiz doğal güzelliklere sahip, bu özellikleriyle aynı zamanda küresel tarihe de damgasını vuran zengin bir kültürel mirasa sahip dünyanın en önemli kentlerinden biri. Tarihi yarımadamız, yapılan düzenlemeler ve hazırlanan projelerle kültürel değerlerin ticarileştirildiği, butik otellerin hızla arttırılarak, turizmin hizmetine sunulduğu bir alan haline getirilmiştir. Hem doğal güzellikleri hem de tarihi değerleri gözlerimizin önünde yağmalanıp, hızla yok ediliyor, inşa edilen modern olarak adlandırılan binalar, siteler, sokaklar, caddeler kimliksiz. Malzemesi beton, buz gibi soğuk ve itici birbirinin aynısı ucube binalar eski kapalı, yarı-kapalı ya da açık çarşıların canlılığı, AVM’ lerin birbirine benzer pazarlama teknikleri, ışıklı vitrinleri ile öldürülmüş durumda. İstanbul’un dört bir yanından yükselen plaza, rezidans, gökdelen ve AVM’ler o güzelim silueti korkunç bir şekilde delip geçiyorlar. Rant uğruna tarihi ve doğal dokusu yok İstanbul bir beton şehre dönüştürüldüğü için, yağmur suları bile betonu aşıp gidecek yer bulamıyor.

Yıllardır iktidarların yanlış politikaları sonucu yatırımdan yoksun bölgelerden ciddi göç dalgası, hızlı bir şekilde konutun üretildiği İstanbul’da artarak devam ediyor. Korkarız ki aşırı bir konut üretimine dayalı bir ekonomik işleyiş “konut balonunun patlaması” ile neticelenecektir.

Sefertası gibi üst üste dizilerek mesafe olarak olabildiğince yakınlaşmış dairelerde insanlar, ruhsal olarak birbirinden çok uzakta. Evlerin komşulukları tükenmiş durumda, komşusuna pişirdiği yemekten götürülen komşular artık yok. Teknolojinin alabildiğine ilerlediği, insani değerlerin ise olabildiğince gerilediği içinde bulunduğumuz bu çağın ruhsuzluğunda şehirlerimiz adeta “kimliksiz insanların kimliksiz kenti” görüntüsü veriyor.

Kimliksiz şehirlere sahip olduğumuz artık en yetkili ağızlardan dile getiriliyor. “Bilinçsizlikle şehirlerin canına okumuşuz” diyen Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Türkiye'nin bir açık hava müzesi gibi olduğunu, ancak yeterince korunamadığını belirtiyor ve kurmuş oldukları şehirler için 'arabesk medeniyeti' tanımlaması yapıyor.

Evet, şehirlerimizin bir kimlik krizi içerisinde olduğu açıkça görünüyor. Kimlik krizi varsa medeniyet yoktur. Gökdelen kimliksizdir, dolayısıyla medeniyet değildir.

Bizim şehirlerimiz bugün hangi medeniyete bağlıdır?

Turgut Cansever; “Şehirler bizim medeniyetimizde “Allah’ın azametinin ve Cemâl sıfatının tecelli ettiği yerlerdir” der. Ancak bugün mevcut durum ise bunun tam tersidir. Günümüz kentleri “Allah’ın azametine” meydan okunan yerler haline gelmektedir. Hâlbuki şehircilik dünyayı güzelleştirmenin bir aracıdır. Kent toprağı asla rant getiren bir arsa olarak görülmez.

“Bina yığınları”, “mimarî ve kültürel çirkinlikler” olduğu kadar aynı zamanda “yoğun yerleşmeler” olarak “fizikî ve biyolojik kirlilik ortamları” oluşturmaktadır

İstanbul’u bu şekliyle planlayanların sonucunda, bu kadar insan, hayatının önemli bir kısmını trafikte geçiriyor ve bu kadar ulaşım maliyetini bir hiç uğruna israf ediyor. Bu kadar çok altyapı maliyeti, ulaşım harcaması, işletme maliyeti vs. hangi şehircilik ilkesi ile açıklanabilir, bunu anlamak zor.

Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde yatay şehirleşme benimsenmişken bizde bu kadar yoğun oranda dikey şehirleşmenin oluşması üzerine düşünülmeli ve acilen önlem alınmalı, gerekenler yapılmalıdır.

Bunda yanlış zihniyet faktörünün etkisi olmakla birlikte, rant süreçlerinin temel belirleyici olduğu görülmektedir. Dolayısıyla kentsel toprağı rant aracı olarak gören yaklaşımın acilen terk edilmesi, “medeniyet birikimi” üzerinden şehircilik ilkelerinin ve kurallarının temel ölçüt olarak belirlenmesi gerekiyor.

“Konut” anlayışı “ev” anlayışına dönüştürülmeli, kent de şehir niteliği kazanabilmelidir. Her evin bir şahsiyeti vardır, her ev bir âlemdir “

İnsanlar bugün bahçesi olan evi talep etmektedirler. Bina yığınlarından memnun değillerdir. Zenginlerin ve fakirlerin neredeyse birbirlerinden tamamen ayrı dünyalarda yaşadığını gösteren kentsel alandaki mekânsal ayrışma ve buna bağlı konut üretimi terk edilmelidir. Komşuluk ilişkileri korunmalı ve yaşatılmaya çalışılmalıdır. İhtiyaçtan fazlasının tüketimine dayalı israf ekonomisi terk edilerek, daha sade ve mütevazı, ekolojik bir yaşam tarzının “genel kültür” haline getirilmesi gerekir.

Biz Saadet Partisi İstanbul Kadın Kolları olarak; bu hizmetlerin ancak Millî Görüş belediyeciliği anlayışı ile yapılabileceğine inanıyoruz. Huzur ve güven ortamının sağlandığı yaşanabilir kentler oluşturmak, inanç ve heyecanla efsanevî hizmetleri geliştirip yeni boyutlar kazandırmak için; Kentsel tasarım ve geliştirme, Şehirlere estetik boyut kazandırma, Toplam kaliteye geçiş, Yeni mali kaynaklar üretmek gibi konularda çalışmalar yapıyoruz. Köyden şehre göçü önlemek için köylerin sosyal imkânlarını geliştirerek sakin, huzurlu ve yaşanılabilir köyler oluşturma projelerimizle biz yerel seçime hazırız ve belediyelerde efsanevi hizmetler gerçekleştirmek üzere canla başla çalışıyoruz.

NAGEHAN GÜL ASİLTÜRK

SAADET PARTİSİ İSTANBUL KADIN KOLLARI BAŞKANI

Editör: TE Bilisim