Kainatla karşılıklı dövüş içindeyiz; biz ona bir yumruk atarken, o bize balyozuyla vuruyor.

Kâh depremlerle, tusunamilerle, volkanlarla, hortumlarla, yangınlarla; kâh kıtlıklarla ve salgınlarıyla vuruyor bize. Tıpkı son silahı olan Covid-19 gibi birçok salgınıyla bizi kasıp kavurarak, kendisinin efendisi olmadığımızı yüzümüze haykırıyor.

Her canlı gibi, bizler de üstünde yaşadığımız bu gezegenin bir bileşeniyiz ve asla efendisi olamayız.

Eğer bağrından bize nimetlerini sunuyorsa; yedirip-içiriyorsa hiç kuşkusuz hükmeden o olur.

İçinde yaşadığımız zamanın salgını olan Covid-19 gibi nice salgınlar, insan ırkına büyük darbeler vurdu. Bunları kronolojik olarak sıralarsak: Orta-doğu, Akdeniz havasında ve Asya'da yaklaşık olarak 50 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan Justinian vebası (M.S 541), Çin'de başlayan ve Avrupa'nın genelinde 25 milyon insanın ölümüne neden olan Büyük Londra Vebası (1334); iki yıl içerisinde yaklaşık olarak 5 ila 8 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan Meksika Çiçek Hastalığı ( 1519); Avrupa kıtasındaki insanların Massachusetts'e gelmeleriyle beraber Amerikan yerlilerine bulaştırılan virüsün nedeniyle yaklaşık 20 milyon insanın canına mal Massachusetts çiçek hastalığı salgını (1633); Filedelfiya’da 1793' de nüfusun %10'nun ölümüyle sonuçlanan Filedelfiya’da sarıhumma salgını, 1860'lı yıllarda Çin' de başlayan daha sonra Hong-Kong ve Hindistan'a yayılarak 12 milyon insanın ölümüyle sonlanan Çin veba salgını yaklaşık 50 milyona yakın insanın ölümüne neden olan ve İnsanlık tarihinin en yüksek yayılma hızına sahip 1918'deki İspanyol gribi; Amerika'da 1952 yılında boy gösteren ve 3000 çocuğun ölümüyle sonuçlanan ( polio virüsü), bu salgına karşı verilen büyük bir mücadele sonucunda elde edilen zaferin anısına her yıl 24 EkimDünya Çocuk Felci Günü “ olarak tüm dünyada kutlamaktayız .

Bilim-insanları tarafından HIV olarak adlandırılan ve 1984' ten günümüze dek 35 milyondan fazla insanın yaşamı yitirmesine neden olan AIDS; ilk olarak 2002 yılının Kasım ayında Çin'de çıktığı tahmin edilen ve 2003 yılında 774 insanın ölümüne neden olan SARS salgını; Domuz gribi olarak da adlandırılan ve 2009'da 575,000 kişinin ölümüyle sonuçlan fakat kayıtlara 18,500 kişi olarak kaydedilen H1N1 salgını; 2010 senesinde en az 10,000 kişinin yaşamını sonlandıran Haiti kolera salgını; dünya genelinde yaklaşık olarak 122,000 kişinin kızamıktan, 216,000 tifo' dan ve yaklaşık olarak 13 milyon kişinin ölümüne sebep olan tüberküloz gibi salgınlar da 2012 yılında baş gösteren hastalıklardır.

Yanı sıra, Afrika kıtasında 2014 yılı itibariyle 11,300'den fazla kişinin ölümüne neden olan ebola salgını; sivrisinek kaynaklı salgın olan ve gelecek jenerasyonun doğum oranın üzerinde büyük etki yapılacağı düşünülen, 2016 yılında sivrisineklerden kaynaklı zika virüsü salgını ve son olarak 2019‐2020'de Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan, içinde bulunduğumuz zaman diliminin salgını olan ve tüm dünyada hızlı bir şekilde yayılan ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından pandemi (salgın hastalık) olarak adlandırılan Covid-19 virüsü de, yukarda saydığımız salgınlar kadar bize hükmünü geçirmekte ve tüm salgınlar gibi hiçbir insanın gerçekleştiremediği ütopyasını gerçekleştirmektedir. Ütopya diyorum! Çünkü hiçbir insanoğlu; salgınlar gibi, insanlar arasında zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin eşit ve adilane bir yaklaşım sergilememiş ve bir yönetim oluşturamamışlardır.

Platon (Eflatun), Farabi, Thomas More, Campanella, Aldus Huxley, George Orwell gibi ünlü düşünürler, ütopyalarını hiçbir zaman hayata geçirememişler; bütün hayalleri kitapların arasında ve tozlu raflarda kalmıştır. Virüsün eşitlik ve adilane fikrime katılır mısınız bilmem, ama bu bir gerçekliktir. Her salgın ve doğal afetler her ne kadar bizim acı çekmemize neden olsalar da, aslında bizlere bu acı deneyimleriyle beraber tekrardan eşitliği, adaleti ve kolektif olmayı öğrenmemize vesile oluyorlar. Acımasız ve gözle görünmeyen, insanlığın ortak düşmanları virüslerden birçok şey öğrendik ve öğrenmeye de devam ediyoruz. Bir kez daha anladık ki, bilim olmadan bir yere varamayacağız.

Hepimiz Aynı Gemideyiz Haberiniz Var Mı ?

Salgınlar, içinde yaşadığımız gezegenin bir bütün olduğunu ve hiç kimsenin diğerinden tamamen farksız ve bağımsız olmadığını, her an her insanın birbirine muhtaç olduğunun yanı sıra, hepimizin aynı gemide olduğumuzu ve bu geminin birer yolcuları olduğumuzu göstermiştir. Geminin bir tarafını çürütmekle, kırmakla ya da yakmakla sadece geminin kaptanına veya yolcularına zarar vermiyoruz. Bizzat içinde bulunduğumuz gemiyi yok etmekle kendi yok oluşumuzu onayladığımızı da bilmeliyiz. Dünya tüm canlıların ortak gemisidir ve tüm canlılar bu geminin birer parçasıdırlar. Bu geminin yol alması ve batmaması için, gerek bireysel gerekse de kolektif olarak onarımında katkı sağlamalıyız. Geminin içine sızan ilk damla batışın ilk habercisi olur. Müdahaleye ilk damlanın sızmasıyla başlanmalıdır.

İlk damlaya göz yummak ya da sızmasına ön ayak olmak, geminin batmasına verilen ilk onay ve ilk ihanettir. Ve engel olunmazsa, doğal olarak geminin batışı kaçınılmaz olacaktır. Hepimizin elinde birer çekiç ve önlüklerimizin ceplerinde çivileri olmalıdır. Çekiç ve çivilerimiz, geminin tahrip edilmesi için değil, tam tersi en ufak bir hasar da hemen onarılması ve daha da sağlam bir hal alması için olmalıdır.

Bu geminin sadece canlı varlıklar için bir liman olmadığını da bilmeliyiz. Çünkü her canlı, kendisi dışında diğer varlıklara da gereksinim duyar. Bu gereksinimlerin başında gıda olarak tükettiğimiz bitkiler gelir. Bitkiler, yüzyıllardır insanoğlu için devanın vazgeçilmezidirler.

İnsanoğlunu tehdit eden her salgına karşı, şifa bulmak amacıyla her zaman tabiatın bize bahşettiği bitkilerde ararız. Eğer, her defasında kendimizin kurtarıcısı olarak doğa anaya sığınıyorsak, ona kuşkusuz saygı göstermek zorundayız ve üstünlüğüne boyun eğmeliyiz. Kalkıp her tarafını tahrip edersek ve üzerine devasa beton bloklar dikersek, atmosferini kap kara dumanlarla kaplarsak, Elbette ki onun da intikamı acımasız olacaktır. Her şeyden önce üzerinde yaşadığımız bu gezegenimize saygı duymayı öğrenmeliyiz. Doğanın her intikam alışında yaşanılan felaketleri Allah'a bağlamakla bir sonuca varamayacağız gibi, bu felaketlerin oluşmasını da engelleyemeyeceğiz.

Yaşanılan sorunların tümünü Allah'a bağlamakla sebep olan beşerleri görmezden geliriz. Oysa ki Yaradanı işin içine dahil etmeyip akl-i selîm düşünüp sorgularsak, daha çok iyi bir sonuca varmış olacağız. Çünkü Yaradan hiçbir zaman kendi bireysel çıkarları için nehirlerimizin önüne barajlar kurarak bir başka toplulukları susuz bırakmıyor; ya da dağlardaki mermerleri çıkartarak kendi mutfağını, merdivenlerini, saraylarını, köşklerini, gökdelenlerini süslemek için talan etmiyor. Binlerce hektarlık ormanları içindeki canlılarla beraber, palmiye yağını elde etmek için yok etmiyor.

O, sadece açgözlülüğümüzün bedelini bize ödetiyor. Meşhur Kızılderili atasözünü yad etmemek elbette olmaz; "Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak." Gelin hep beraber bu konuma gelmemek için var gücümüzle mücadele edelim.

Mücadelemize her geçen gün talan ettiğimiz çevremizi, doğamızı, nehirlerimizi, ırmaklarımızı, dağlarımızı, ormanlarımızı ve yok olmasına katkıda bulunduğumuz ya da göz yumduğumuz canlıların ölümüne, öldürülmesine karşı çıkarak başlayabiliriz.

Bir kez daha belirtmeliyim ki, bizler de her canlı gibi doğanın birer parçasıyız, efendisi değiliz !

Onlar varsa bizler de var olacağız ve var olmaya da devam edeceğiz. Kazan kazan uygulamasını hiçbir zaman unutmamalıyız! Çünkü doğayla kumar oynamaya her kalkışımızda kaybeden bizler olacağız. Her şerde bir hayır vardır diyerek olaylara yaklaşmayı bilmeliyiz. Zira her felaket, insanların birbirlerine kenetlenmesini de beraberinde dayatmaktadır. Devletlerin savaşlara ve savaş sektörüne harcamış olduğu bütçelerinin yarısını bile bilime ve doğanın korunmasına harcamış olsaydı, bu felaketleri minimum seviyede atlatmış olacaktık. Oysa ki son salgına beraber tüm dünya haklarının ekseriyeti sağlık ve bilim konusunda sınıfta kaldığına hep beraber şahit olduk.

Eğer, insanlar ille de savaşlara gereksinim duyacaklarsa; bu savaşlar iyilik ve yaşatma savaşı olmalıdır.

Yaşamalarımızın bir başka canlıların yaşamlarına bağılı olduğu bu dünyada, insanoğlu olarak şunu bilmeliyiz ki, en tehlikeli ve ölümcül hastalık sevgisizlik ve içimizde büyüttüğümüz kinlerimizdir.

Sevgi, tüm hastalıkların panzehridir ve hiçbir virüs sevgi duvarını parçalayıp yok etme gücüne sahip değildir. Gıdadan önce birbirimizin sevgisine ve yüzlerimizdeki tebessümlerimize ihtiyacımız vardır. Lütfen, bu iki değeri birbirimizden esirgemeyelim ve tıbbi ilaçlardan önce bu iki manevi ilacı birbirimize sunalım!

Salgınsız ve maskesiz nice sağlıklı günlere!

İstanbul Times  / Remzi TAYUZAK

Editör: TE Bilisim