COĞRAFYA AKLINA SAHİP EVRENSEL BİR ANAYASA

Dünya sistemi büyük bir dönüşümün eşiğinde. Bunun sinyallerini siyasi, ekonomik ve sosyal alanların tümünde yaşanılan gelişmeler ışığında görmek mümkün. 200 yıldır dünya üzerinde belirleyici olan anglo-sakson iktidar giderek güçten düşüyor, zayıflıyor.

Buna mukabil, yerkürenin farklı kıtalarında yeni güç merkezleri hızla yükseliyor. Bu da halihazırda Batı ve aslında 1945 itibariyle ABD eksenli oluşturulmuş dünya düzeninin hem sorgulanmasını hem de yaşanan gelişmeler karşısında cevap olmaya yetersiz kalmasına sebep oluyor.

Yeni kurulacak düzenin demokratik bir şekilde mi belirleneceği veyahut da ABD  benzeri, örneğin Çin gibi, bir ülke tarafından mı tanımlanacağı henüz belirli değil. Bir diğer gerçek şu ki insanlar bu kez yeni kurulacak sistemde her zamankinden daha çok söz sahibi olacak.

Bu çerçevede, “2023’te Lider Ülke Türkiye” hedefini belirleyen ülkemizin, küresel sistemin değişiminde söz ve etki sahibi olması önemlidir. Söz ve etki sahibi olamadığımız bir sistemde “liderlik” hedefinin boşlukta kalacağı açıktır. İşte, Türkiye’nin toplumun bütün kesimleri ile talep ettiği yeni “Sivil” anayasa ruhu, içeriği ve kapsayıcılığı ile sadece milli sınırları kapsayan değil, çevre coğrafyaları da içeren bir yapıda inşa edilmelidir.

Yeni “sivil” anayasamız, bu coğrafyanın aklını içselleştirmelidir.

Türkiye’de Anayasa geleneğinin serüveni yaklaşık 150 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Bu 200 yıllık süreçte yapılan anayasalar pro-aktif olmak yerine genelde re-aktif yani tepkisel bir yapıya sahiptir.

Osmanlı döneminde hayata geçirilen anayasalar, devletin dağılmasını engellemek amacıyla çıkarılmışken,  Kurtuluş Savaşı ve beraberinde Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından hayata geçen anayasalar, Sevr Sendromu altında, mevcut sınırların korunması ve bir imparatorluk yapısından milli bir devlet çıkarma amacıyla oluşturulmuş yapıları oluşturmaktadır.

1924 Anayasası Lozan’da edinilen kazanımların korunması amacıyla üretilirken, bunu takip eden 1960 ve 1982 Anayasaları da aynı minvalde oluşturulmuş hatta daha katı uygulamalara çerçeve olmuştur. Bu anayasaların en önemli özelliği milletin ve devletin bağımsızlığını ve tekliğini sağlamaktır.

Ne var ki bu anlayış, bir imparatorluk bakiyesi Anadolu’da “tek tipleştirme” olarak uygulanmış, başarı için farklı kimlikler ya baskı altına alınmış ya da karşı karşıya getirilmiştir. Devletin özne diğer tüm unsurların nesne olduğu bir duruma işaret eden bu uygulamalar, sivil siyasetin ve toplumun zayıflığı nedeniyle, bireyi devlet karşısında zayıf düşürmüş, özgürlük ve demokrasi alanını devlet lehine genişletmiştir. 12 Eylül rejimi ve sonrasında yürürlüğe giren 12 Eylül Anayasası bu anlayışın ete kemiğe bürünmüş şeklini oluşturmuştur.

Ne yazık ki bu anayasa Türkiye’nin çevre coğrafyasına dair tüm iddiaları reddeden, sıfırlayan ve onu içine kapalı bir soğuk savaş devleti haline sokmuştur.

Aradan geçen 30 yıllık zaman zarfında artık kendisine örülen kozaya sığmayan ve kelebek misali yeni bir dünyaya açılmak isteyen yeni bir Türkiye var artık. Siyaseti, ekonomisi, sosyal yapısı, dış ilişkileri ve en önemlisi insanının dünyaya bakışı ile sadece 30 yıl değil 10 yıl öncesine göre benzersiz bir ülkeye sahibiz.

Bu ülke artık korkularla değil, sevgiyle, kendine güvenle, kardeşlik duygularıyla geleceğe yürümek çabasında. O nedenle ki bugün, bir zamanlar konuşulması, dillendirilmesi dahi tabu olan konuları konuşabiliyor, tartışabiliyor, çözüm yollarını arayabiliyoruz. Kısaca kaybettirilmek istenen vicdanımızı yeniden kazanıyoruz.
 
Bir vicdan medeniyetini yeni baştan inşa ediyoruz. Bu sebepledir ki artık Somali’de Gazze’de, Kosova’da, Pakistan’da, Açeh’de ilk yardım elini uzatan, insanlığın vicdan sesi olan Türkiye oluyor.

Türkiye bir kez daha İstanbul’un, Anadolu’nun binlerce yıllık birikimin eseri sınırlar ötesi ruhunu yakın ve uzak coğrafyalara taşıyor. O coğrafyalarda umudun, sevginin ve birlikteliğin adı oluyor.

Hayata geçirilecek yeni anayasa aynı zamanda ülkemiz için de yeni bir başlangıcı işaret edecektir. Bu sebeple anayasanın yapım sürecinde hiçbir kırmızı çizgi çizmeksizin her konu tartışılmalı, içinde amalara, özel isimlere, dar kalıplara yer vermeyecek, bu toprakların birlik ve beraberliğini hedefleyecek bir metin oluşturulmalıdır. 21. Yüzyılın anayasası sadece 19. ve 20. Yüzyılın parametreleri ve esasları ile ele alınmamalıdır. İzmlere değil bireye göre şekillendirilmelidir.
 
Günümüz Türkiye’sinin karşında bulunan gerçekler ihtiva edilmeli, Lozan’la çizilen çerçeve 21. Yüzyıl ve Dünya gerçeklerine uygun olarak aşılmalıdır.

Bu noktada en büyük şansımız, Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı değişim ve dönüşümün, küresel sistemde yaşanan değişim ve dönüşümle paralel seyretmesidir.
 
İşte bu çerçevede bize bu yeni satranç tahtasında kılavuzluk edecek bir metne ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu oluşturulacak metin bize kılavuzken, onlarca yıldır soğuk savaş dinamikleriyle yönetilen ve şimdi zincirlerinden kurtulma mücadelesi veren halklar içinde fener görevi sunacaktır, sunmalıdır. Bir Coğrafya Bildirgesini hayata geçirmeliyiz. Bu bildirge öncelikli olarak,

1)     Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi başta olmak üzere insan hak ve özgürlüklerini temel alan tüm evrensel sözleşmeler metnin ruhunu oluşturmalıdır.

2)     Avrupa Sosyal Şartı ve benzeri kişisel, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik haklara ilişkin evrensel esasları ve bölgesel gerçekleri göz önünde bulunduran bir içerikle ele almalıdır.

3)     Kadın haklarıyla ilgili temel BM sözleşmeleri metnin esasını oluşturmak durumundadır.

4)     BM çocuk hakları sözleşmesi mutlaka metnin öznelerinden biri olmalıdır.

5)      İstihdam, örgütlenme ve emeğin korunmasıyla ilgili temel metinleri kapsayan hatta bunları ileri düzeyde yorumlayan bir temellendirme yapmalıdır.

Tabii tüm bu çerçeve dahilinde elbette insan temel özne olmalıdır. Bu coğrafyada “Kutsal Devlet” anlayışı yerini alacak “İnsan Devleti”nin referansı yeni anayasa olmalıdır, olacaktır.

Zaman, mekana ve insana göre değişen, yorumlanan değil evrensel bir norm oluşturan, tüm coğrafyayı teker teker kucaklayarak onları ortak bir ülküye, barışa, özgürlüğe, zenginliğe ve eşitliğe ulaştırmalıdır. Cetvelle çizilmiş haritaları zihin dünyamızdan uzaklaştıracak, ayrılığı değil birlikteliği esas alacak, ben’i değil bizi hedef alan, bu coğrafyada yaşayan insanların birlikte nefes aldıklarını birlikte hissettiklerini vurgulayacak temel bir metne ihtiyacımız var. Bu coğrafyanın birlikteliği esas alan zihin dünyasını yeniden üretecek referans yeni “sivil” anayasadır.

Tüm Türkiye’nin katılımıyla hazırlanacak bu anayasa’nın sahibi milletimiz ve çevre halklar olmalıdır. Nasıl ki 90 yıl önce yürüttüğümüz Kurtuluş Savaşımız, tüm mazlum milletler için bir örnek oluşturmuştur, elbirliği ile yürüteceğimiz anayasa yapım süreci de hem düşünsel zeminde hem de pratik çerçevede örnek bir sürece sahne olmak durumundadır.

Bu anlamda tüm siyasi aktörlerin ve sivil toplum kuruluşlarının önemli mesuliyetleri bulunmaktadır. Bu süreci karşılıklı saygı temelinde, tüm ülkenin ve coğrafyanın kaderinin elimizde olduğu bilinciyle yürütmek zorundayız.

Milletimizin bize yüklediği temsil görevini layıkıyla yerine getirmek ve gelecek nesillere daha fazla özgürlüğün, zenginliğin ve demokrasinin çerçevesini oluşturan uygulanabilir bir anayasayı hazırlamakla mükellefiz.

Bu amaçla her türlü düşüncenin özgürce ifade edilmesini sağlayacak bir tartışma zemininin oluşturulması gereği ortadadır. Bu noktada önşartlar sunarak tartışmaya başlamak sadece süreci engellemeye dönük olacaktır.
 
AK Parti’nin önşart ifade etmemesi ve oluşturulacak bir komisyona, meclis çoğunluğuna bakmaksızın, diğer partilerle eşit sayıda üye göndereceğini vurgulaması önemlidir.
 
İnanıyorum ki bu uzlaşmacı tavır görülecek ve TBMM çatısı altında tüm siyasal partilerin katılımıyla, milletimizin hak ettiği “sivil” bir anayasa çalışması yapılacaktır.

21. yüzyılın güçlü ve lider ülkesi Türkiye için hepimiz elimizi taşın altına koymak durumundayız. Elimize geçen bu fırsatı her türlü engelleme girişimine rağmen değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
 
Yeni Anayasa ile zamanın ruhunu yakalamış bir Türkiye, tüm mazlum milletlerin sesi, insanlığın vicdanı olacaktır.

Metin KÜLÜNK
Ak Parti İstanbul Milletvekili

Editör: TE Bilisim