Ali Bayramoğlu/Yenişafak

Akşam Gazetesi Yayın Yönetmeni'ne ilk ve son not...

Yazısının başlığı şöyle: "Ali Bayramoğlu'nun demokratlığı nereye kadar?" Bu soruyu sormasının, daha doğrusu tersten hüküm vermesinin nedeni ise, benim bir televizyon programında kendisiyle tartışmayı reddetmem...

Meselesi kişisel, ama simgelediği "şey" yanıt vermeyi zorunlu kılıyor.

Türkiye'de şöyle bir durum var: Kimi televizyon kanalları günde 10 kez arayıp haberlerine telefonla bağlanmanızı isterler, "hayır" sözünden anlamazlar, tekrar tekrar ararlar, sonunda utanır kabul edersiniz.

Aradıkları zaman da sıkça sürpriz yaparlar, ya telefonda başka bir gazeteciyle daha bağlantı kurmuşlardır ya da başka bir gazeteciyi konuk almışlardır. Doğal olarak karşı görüşten olanını... Size soru sorar, sonra diğerine dönüp tepkisini alırlar.

Sizin iradeniz ve bilginiz dışında "ucuz üretilen programlar"ın malzemesi olur, "ucuz polemikler"e sürüklenirsiniz.

Cumartesi günü yine böyle oldu.

Haber Türk kanalına telefonla bağlandım, bağlanır bağlanmaz Akşam Gazetesi Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın da yayında olduğunu anladım...

Soru soruldu yanıt verdim, benim yanıtım üzerine Küçükkaya'nın yaptığı, beni kurumları yıpratmakla suçlayan klişe yorumu da "olgunlukla" dinledim, spiker tekrar bana dönüp, bu yorum hakkında ne düşünüyorsunuz deyince, bardak taştı.

Bunun kabul edilemez olduğunu, böyle televizyonculuk yapılmayacağını biraz sert bir tonla hatırlattım, Küçükkaya'nın orada olacağını bilseydim telefonla bağlanmayacağımı da söyledim.

Aslında Küçükkaya ya da bir başkası farketmez, bir insanın kiminle yayına bağlanacağını bilme hakkı vardır, istemediği kişilerle bir arayla gelmeme, tartışmama hakkı vardır, bunlara kimse fiili durumlar yaratarak tecavüz edemez.

Küçükkaya meselesine gelince...

Doğrudur, yayına katıldığını bilseydim, özellikle bağlanmazdım, bağlanmak istemezdim.

Akşam Gazetesi Yayın Yönetmeni'nin önce şunu öğrenmesi gerekir: Demokratlık ve liberallik "ilkesiz bir tahammül"ü ifade etmez...

Demokratlık ve liberallik size hakaret edenlerin yüzüne gülmeye, hakaretleri olgunlukla karşılamaya da işaret etmez...

Her fikirle tartışma, dolayısıyla her fikri meşrulaştırma da demek değildir demokratlık...

Murat Belge'nin şu satırları yeteri kadar dert anlatır sanırım:

"Bu dönemin özelliği şu: Birtakım kavramların içeriğini hiç önemsemeden, eşdeğer şeylerden söz ediyormuş gibi, yan yana getirmek. Gazetemde Hitler'e bir köşe verip, sonra, 'Onun da konuşma hakkı yok mu? Hani sizin demokrasiniz?' tartışmasına girebiliyorlar..."

Küçükkaya'yla aynı tartışma masasına oturmayı reddetmemin ilk nedeni işte budur...

Küçükkaya ve gazetesinin yayın politikası yasakçılığı ve entelektüel düşmanlığını temsil etmektedir.

Yasakçı mantığı ve bu düşmanlığı, düşünceyle ve özgürlükle eşit hale getirmek, onları meşrulaştırmak demektir...

Bunu dün yapmadım, bugün yapmıyorum, yarın da yapmayacağım...

Velhasıl iş, Küçükkaya'nın sandığı ve yazdığı gibi, "muhalif düşünceler kendi aralarında konuşmazlarsa bir ülke nereye gider" meselesi değildir...

İkinci nedene gelince...

Bu neden Küçükkaya gibilerin ağızdan düşürmediği "etik" meselesiyle ilgili...

Küçükkaya Akşam Gazetesi'nin yayın yönetmeni...

Meslektaşlık ve etikten söz edebilmek için önce bir çevresine, daha doğrusu çiftliğine bakmalı.

Onun yönetimindeki gazetede kimi adamlar, her gün bana, Ahmet Altan'a Çetin Altan'a, Perihan Mağden'e, Yasemin Çongar'a, Oral Çalışlar'a, Fehmi Koru'ya ve daha benzeri onlarca kişiye "nokta atışı" yapacaklar, gazeteciliği, fikri aşan nitelikte, itibar bozmak, aşağılamak amaçlı yazılar kaleme alacaklar, onun bitti dediği 28 Şubat tipi andıçlara alet olacaklar, bu "psikolojik harekât" işine yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya tebessüm ederek bakacak ya da bunun karşısında "pısacak", sonra da elini uzatıp o insanların elini sıkamaya, o insanlarla tartışmaya yeltenecek...

Hayır, bu olmayacak...

Tartışmak mı istiyorsunuz?

O zaman önce yıkanın...

Sonra düşünün...

Editör: TE Bilisim