AK PARTİ VE VARLIK AMACIMIZ 

Kıymetli kardeşlerim, Gönül dostlarım, 

AK Parti’ye milletimizin geleceğini yükseltmek ve yeniden yepyeni bir Türkiye için katılmış engin gönüllüler. Milletin sahibi olduğu AK Parti’nin 8 yıllık varlığında Türkiye’miz önemli hamleler gerçekleştirmiştir. Bu noktada artık bir özeleştiri yaparak, geleceğe dönük daha iyi ne yapabilirizi sorgulamamız, yanlışlarımızı ve eksiklerimizi hem bireysel hem de kurumsal olarak sorgulamamız gerektiğini düşünmekteyim. AK Parti neden kuruldu? AK Parti’nin misyonu ve vizyonu neydi? Bizim AK Parti hareketindeki varlık nedenimiz neydi? Bunların sorgulanmasının bizlere çok şeyler kazandıracağına eminim. Milletimiz de 29 Mart seçimleri ile bu sorgulamayı yapmamız gerektiğini bizlere ince bir mesajla iletmiştir. Başbakanımızın da konuşmalarında sıkça ifade ettiği gibi, 

AK Parti milletimizi krizden krize sürükleyen, dar kadrocu siyasetin üzerine bir sünger çekmek amacıyla kurulmuştur.  

AK Parti’nin önceliği milletin gücünü kendi çıkarları adına tahvil etmek isteyenlere kat’i suretle mani olmaktır. O nedenledir ki AK Parti’nin sahibi millettir.  

AK Parti siyaseti sandık başı siyaseti değildir.  

AK Parti siyaseti dar kadrolara esir olmuş bir siyaset değildir.

 AK Parti siyaseti gönül dostu olma siyasetidir, millet için milletle birlikte büyümek siyasetidir.

 Bu siyasetin temelinde AK Parti tüzüğünün 4’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasında ifade edildiği şekliyle merkezinde İNSAN bulunmaktadır. Bu nedenledir ki bizler en üstün hizmetin İNSAN’a hizmet olduğuna inanır, İnsanın mutluluğu, huzuru, güveni ve sağlığı bizim için herşeyin önünde gelir. AK Parti siyaseti bu nedenle önemlidir.  

Geçmiş siyasetin temsilcileri kendi zenginini üretirken, kendi kadrolarını oluştururken, bizler milletimizin zenginleşmesini hedef seçtik, milletimizin insan kaynağını geliştirmek için uğraştık, çünkü biliyorduk ki doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine bu insan bizim insanımızdır. O nedenle tüm Türkiye’yi kucaklayacak siyaseti oluşturduk ve şükür ki bir “Türkiye Partisi” olduk.  

Bizler için farklılıklar ayrışmanın değil pekiştirici zenginliğin kabulüydü, çoğulculuk ve katılımcılık ise milli iradenin olmazsa olmazıydı. Öyle ya milletin partisi için millet iradesinden öte ne olabilirdi ki!

 AK Parti’de siyaset yapan bizler 3 Kasım 2002 öncesinde olmayan bir siyaset için liderimizle birlikte bu yola koyulduk, inandık. Neydi amacımız? 

  • Katılımcı, demokratik ve şeffaf bir siyaset
  • Türkiye ortalamasını yakalayan bir siyaset aklı
  • Eğitim hakkının istisnasız her çocuğumuz için hayata geçmesi. Kız çocuklarına pozitif ayrımcılık.
  • Hukukun istisnasız herkes için adil olduğu bir Türkiye.
  • Hakk’ın ve Adaletin tesis olduğu bir Türkiye.
  • Alan milliyetçiliğinin yapılmadığı, milletin refah ve huzurunu hedef alan bir Türkiye.
  • Elit ve jakoben siyasete karşı halkın siyasetini hakim kılmak.
  • Kirlenen ANAP/DSP/DYP/MHP ve diğer kirli siyaset temsilcilerinden Türkiye’nin çıkış yol bulması.
  • 2000 ve 2001 krizlerinin ülkemize verdiği büyük yarayı sarmak ve ülkemizi 21. yüzyılın ekonomik ve siyasal gücü yapmak. 

8 yıl önce işte bu çerçevede bir araya geldik.  

Tek hedef daha özgür daha zengin bir Türkiye idi. Bizler hakk’a saygı, hukuk üretmek, sevgi üretmek için biraraya geldik.  

Şimdi soruyorum, bugün bunları sorgulamak durumunda kalmamızın sebebi nedir?  

Milletimizin gözbebeği olan AK Parti’yi yeniden kuruluş değerleri ile barıştırmayacak mıyız? O ruhla buluşmayacak mıyız? AK Parti tüzüğünün 4’üncü maddesinin 15’inci fıkrasında ifade edildiği gibi bizler Adalet üzerine siyaset yapmak amacıyla AK Parti’deyiz. Her iş ve faaliyette hakk’ı ve doğruyu gözetmek bizim için önceliktir. Geçmiş dönemin siyasetindeki en büyük sıkıntı da bu değil miydi zaten? 

Bir dönemin siyasileri kendi elitlerini üretmemişler midir, siyaseti dar bölge milliyetçiliğine tutsak etmemiş midir? Sağ ve sol siyasetlerin süregiden sıkıntısı bu olmamışmıdır? 

İşte, AK Parti hareketi, siyasete getirdiği yeni açılımlar ile siyasetin merkezine milleti yerleştirmiştir. Bizim durduğumuz yer de milletimizin durduğu yerdir. Mahalle’de, ilçede, teşkilatlarda acıyı çekenler, çile çekenler, tereddütsüz teslim olanlar bunun için siyaseti AK Parti’de yapmaktalar. Bir ekmek parasını yol parası yapanlar, uykusunu ülkesi için bölerek varolanlar, vicdan sahibi sessizler, eski siyaset dar grupçu, jakoben ve elitist anlayışın liderlerine isyan etti ve AK Parti dedi. Bu milletin her ferdi gönlünü koyarak AK Parti’yi oluşturdu.  

Tüm partilerde, emeğe saygısızlığa, tepeden inmeciliğe, parti içi demokrasi eksikliğine, dikey yapılanmaya, dayatmacılığa, adaletsizliğe, alınterine vefasızlığa hususen RP’deki gibi kutsalların söz konusu uygulamalar için örtü olarak kullanılmasına, siyasal yapılar içindeki anti-hukuk, anti-hak ve anti-demokratik yapılanmalara karşı çıkışımızda AK Parti buluşma noktamız olmuştur. 

Alın teri ve kul hakkına saygı gerekçemizdir.  

8 yıl önce yola çıkarken hedef neydi, milletimize ne taahhüt etmiştik, bu siyasal hareketteki varlık gerekçemiz neydi? 

Bunların hepsi AK Parti Programının önsözünde belirtiliyor. Ne diyor bu önsözde: “Toplumları ve devletleri tahrip eden yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, çıkarcılık, iltimas, hukuk önünde ve fırsat açısından eşitsizlik, ırkçılık, partizanlık, despotluk gibi olumsuzluklar partimizin en yoğun mücadele alanlarıdır” Tüm bu olumsuzlukları giderme alanında 8 yılda ne kadar mesafe aldık, soralım kendimize? 

Yine aynı metinde AK Parti şöyle tanımlanıyor: Zorlaştıran değil kolaylaştıran, iten değil kucaklayan, bölen değil birleştiren, haklı zayıfları haksız güçlülere karşı koruyan bir yönetim anlayışına sahibiz. Ulaşılamayan teşkilat yöneticilerini bu tanımın neresine koyabiliriz? Bürokratik, tabandan kopuk, kuruluş ruhundan uzağa düşmüş yönetim aklını bu tanımlamanın neresine sığdırabiliriz? Hangi ölçüyü AK Parti ailesinde uyguladık? Bu minareye bu kılıf uymuyor ne yazık ki! 

AK Parti programında yine kritik bir cümleyi sizinle paylaşmak istiyorum: Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin, kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançtır. Kendi ailemiz içinde hak ve özgürlüklere ne kadar saygı duyuluyor, sormak istiyorum?

Başbakanımız ne güzel söylemiş, AK Parti’nin siyasal kimliği, “siyasal gücün bir kişinin veya grubun elinde yoğunlaşmasını destekleyen, bireysel ve siyasal özgürlüklere karşı olan, siyasal katılımın hemen hemen tüm biçimlerini reddeden, baskı ve güç kullanımını öngören” anlayışları reddetmektedir? Peki, İstanbul’da durum nasıldır, cevabı size bırakıyorum. 

Başbakanımız yine devam ediyor, diyor ki, “Bize göre sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel, kolektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar, sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır.” Bu düşmanları partimizden ne kadar uzak tutabildik, yoksa surlarda gedikler mi açıldı? Teşkilatın uyarılarını, sözlerini dikkate almayan yönetimleri nasıl barındırdık? 

Ama en önemlisi şu hususa dikkat çekmek istiyorum ki AK Parti’nin özü de burasıdır: “Sadece sayısal güce dayanan bir yönetim anlayışını benimsemiyoruz. Toplumsal mutabakattan güç alan bir siyaset anlayışından yanayız...Bize göre, demokratik siyaset zemini her türlü sorunun aktarıldığı, tüm toplumsal taleplerin yansıtıldığı ve doğru ile yanlışın kendisini test ederek düzeltebilecekleri bir zemindir.” 

Başbakanımız AK Parti’de görev yapmanın anlamını da çok açık şekilde belirtiyor: “Taşıdığımız emanet milletimizindir. Bu nedenle biz enerjimizin tamamını ülkemiz için harcamak mecburiyetindeyiz. Topluma bir bütün olarak bakmak ve herkese aynı yakınlıkta olarak el uzatmak zorundayız.”  

İşte AK Parti’de siyaset yapmak budur. Bunlar olması gerekenlerdir. Şimdi soruyorum, Başbakanımızın işaret ettiği bu hususları içselleştirmemiş olanlar, kendi fildişi kulelerinde krallıklar kuranlar, emanete ihanet edenlerin yeri neresidir? Emanet ehillerinde olsaydı şimdi farklı bir İstanbul’u konuşuyor olurduk.  

Başbakanımızın şu sözlerini tekrarlamak istiyorum: “İnanıyorum ki, hukuki, siyasi, idari, ahlaki zaaflardan beslenenler, beyhude bir yolda olduklarını, alışkanlıklarının kendilerini yanlış istikamete götürdüğünü, ülkede hiçbir umudun yeşermesine katkıda bulunmadıklarını, hiçbir öneri getirmediklerini er geç anlayacaklardır.” Sizce anlarlar mı? 

Bugün ruhlarımızda karar verme zamanıdır. Ruhumuzu ne belirleyecektir? Çıkarlar mı yoksa adalete, sevgiye ve hakk’a olan inancımız mı? Eğer çıkarlar belirleyecekse bir elimize Ay’ı diğerine ise Güneş’i koymalarına gerek yoktur. Eğer çıkar belirlemeyecekse, Malazgirt’teki birlik gibi, 1453’teki iman gibi, Çanakkale’deki ruh gibi, I. Meclisin kuruluşundaki amaç gibi, 1950’de sözü olan millet gibi, 2002’deki uyanış gibi, İsa’nın nefesini üflediği gibi şimdi söz söyleme zamanıdır. Koşulsuz, bedelsiz, hesapsız, vazgeçen, terkeden ve reddeden (Neyi? Makamı, mevkiyi, dünyalığı) ruhun miraca yükselmesi adına hakkı söylemeye ve hakkı milletle buluşturmaya ve yeniden İstanbul’da 2002, 2004 ve 2007 ruhunu üretmeye, milletle AK Parti siyasal hareketini buluşturmaya var mısınız? 

Biz, 8 yıl evvel ruhumuzu kirletmemeye söz verdik ve AK Partili olduk. 8 yıl her çileyi, acıyı, sevinci, hep iç içe sizlerle, gönül dostlarımla yaşadım, yaşadık. Nice zorluklardan geçerek her türlü engellemeleri aşarak ama bıkmadan, usanmadan, gücenmeden, kırılmadan; severek, kucaklayarak, sahip bir kalple, sahip bir ruhla, AK Parti hareketinin, liderinin bu ülke, bu millet ve bu coğrafya için ifade ettiği anlama saygı duyarak,  bugüne geldik.  

Şimdi soruyorum size, artık yeter, değil mi?  

Siz nerede dur derseniz, orada duracağız. Çünkü bizim durduğumuz yer sessiz ve kimsesizlerin durduğu yer olmuştur. 

Arkadaşlar, bu siyasal hareket meşruluğunu ve sadakati ürettiği ideal ve nitelikli insan kaynağından alır.  

Bizim hareketimiz milletimizin mutluluğunu esas almıyor muydu? Partimizin iç yönetmeliğinde ifade edildiği şekliyle, “İnsanın mutluluğu, huzuru, güveni ve sağlığı” çalışmaların hedefini teşkil etmektedir. 

Bizim hedefimiz, 300 yıldır, yok sayılmış, horlanmış, varlık bilincini kaybetmiş, maddenin sınırlarına, kan ve barut kokusuna tutsak edilmiş, yoksulluk kıskacında inim inim inletilen, her türlü kutsalı ezilmiş bu coğrafyada yeniden sevgi üzerinden, adalet, barış ve mutluluk üretmek değil mi? Yoksa bütün bu çabalarımızın sonucu dünyevileşip, bunu kutsallarla perdeleyerek meşrulaştırmak mıydı? Böyle bir anlayışı Bir elime Ay’ı bir elime Güneşi verseniz de reddediyorum. 

Meşruiyet alanımız burasıdır.  

Milletimiz bizden adalet bekliyor, tüyü bitmemiş yetimin hakkına dokundurmamamızı istiyor. 

Biz de bu isteğe cevap veriyoruz. Hiçbir surette tüysüz yetimin malına el uzatmayacağız ve el uzattırmayacağız. Size ömür boyu garantimdir bu. Emanete ihanet etmeyeceğim. 

İktidar etmek, adam kayırma, dar bölge milliyetçiliği için değildir. “İspanya göçünde, Osmanlı’ya sığınan Yahudileri taşıyan gemi fırtına nedeniyle Sakız adasına sığınan gemi halkını esir almak isteyen Şövalyelere, size sığınan bu insanların mukeddaratı üzerinde kendinizi hakim sanarak zulmetmeye utanmıyor musunuz? YARININ NE OLACAĞINI BİLİYOR MUSUNUZ? Eğer siz de aynı akıbete uğrarsanız, o zaman siz kimden merhamet ve şevkat isteyecek siniz? KUVVET ve İKBAL SAHİPLERİNİN VAZİFESİ kendilerine iltica edenlere güleryüzle kucak açmak, onların derdine derman olmaktır. Bu yolla ALLH’ın verdiği KUVVETE layık olunduu ispat edilir.  

Biz hep GÜLERYÜZLÜ olacağız. 

Biliyorum, bu yol çetin ve acılı: Ömer’in çarşıda rastladığı ve perişan halini görerek sorduğu, Bu kimdir? Diye sorduğunda: Sen’in kızındır. Çünkü sen onu devlet başkanlığının nimetlerinden istifade ettirmedin, cevabını göğüsleyebilmektir, ruhunda ve aklında.  

Bu yolun sonunda İstanbul’a, Türkiye’ye ve Cihan’a aydınlık vardır. 

Bizim insan ve medeniyet iddiamız yok muydu? 

Başbakanımız medeniyet tanımına katılmamak mümkün mü? “Medeniyet, hayat hakkını eşyanın tabiatına uygun olarak yaşamaktır. Ne tabiatla çatışmadır ne de insanın insanla çatışmasıdır.” 

Başbakanımızın İstanbul’un medeniyet kavramı için kullandığı şu ifade ise İstanbul siyasetinin temellerini belirler niteliktedir: “Türkiye merkez ülkedir, kilit ülkedir. İşte bu yüzden Türkiye medeniyetler ittifakı açısından çok anlamlı ülke. Medeniyet tarihinin kutup yıldızı olan İstanbul, bütün aydınlık mahyalarıyla yüzyıllardır bize barışın, sevginin, merhametin, dayanışmanın özellikle gereğini anlatır.” 

İşte bizim özlemimiz böyle bir medeniyete ve onun başkenti İstanbul’a gönül dostu, hadim olmaktır. 

Sultanbeyli’de Emin, Güngören’de Adem Eraslan bedenlerini niye teslim etti Mevlaya? Milletin özgürlüğü, milletin merkez olması, milletin zenginliği için, 22 Temmuz’da kazanılmışları daha öteye taşıyacak, 29 Mart’ta kaybedilmişleri alacak daha yükseğe taşıyacak ve de ruhların yenilendiği, muhabbetin esas olduğu, sevgi ile güne başlanan, her insanın birbirinden emin olduğu YENİ YENİDEN YEPYENİ bir İSTANBUL! Yukarıda tarif edilen çerçevede İstanbul’un misyonunu yerine getirmek için göğüslerini siper ettiler. 

Biz bu medeniyet sevdasının yolcusu olacağız, fildişi kuleler bize uzak olsun, milletimizin okyanus enginliğindeki gönlü bize yetecektir. 

Unutmayın! Değişim: irade, güç ve cesaret ister. 

Biz, DUA ALMAYA TALİBİZ. 

Metin Külünk

25.05.2009 

KAYNAK: BU YAZI www.metinkulunk.com SİTESİNDEN ALINTI YAPILMIŞTIR.

Editör: TE Bilisim