AKP – CHP - MHP - İYİ PARTİSİ – SP - VATAN PARTİSİ ve HDP hepsi önümüze konulmuş bir Toplum mühendisliğinin bir oyuncağı ise - kimi seçersen seç kazanan tek yerse - o zaman bu seçim neden yapılır?

Ey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kandırılıyoruz farkında mısınız?

Ekonomi çökmüş ülke bölünmeye götürülen bir eyalet ve başkanlık sistemi ile karşı karşıyayız...

Dayatılan ve halkın iradesi kendi eliyle vermesini istedikleri bir oldu-bitti seçime giderken...

Sınırlarımıza ve komşularımıza saldıran bir ABD - İsrail oyunun ortasında bu baskın seçimde nerden çıktı demeyin...

Büyü yapan veya cambazın mahareti her şeyi göz önünde yaparken toplumu başka yöne kanalize etme sanatıdır nokta

Bugün Vatan Partisi - Doğu Perinçek'i önümüze Atatürkçü vatansever koyanlar,

Akp'yi dinci diye koyanlar,

Chp 'yi etnik bir partiye dönüştürenler,

Sp'yi Abdullah Gül İngiliz sinsi adayı diye dayatanlar,

Hdp'yi iyi çocuk gibi gösterip mağdur Selahattin hapishanede yıkarken seçime sokanlar...

İyi parti Meral Akşener tutturmuş ben cumhurbaşkanı olacağım sevdası varken...

Halk bu partilerin neresinde?

Seçim kimin için yapılıyor..?

Bölünmek eyaletlere dönüşmek etnik kimliklerin öne çıktığı bir seçime giderken nerede kaldı birlik ve beraberlik..!

Hadi gel de seç... Kumpas kurulmuş halk seçiyormuş… Gel sen benim külahıma anlat..!

Tarafsız olarak yazmaya ve tarafsız okumaya davet ediyorum. Herkes şapkasını önüne koysun ve Doğal gelişim ile dayatılan değişimi birbiriyle karşılaştırırken geleneksel ile modernizmin neler olduğunu ortaya koyan yazımın devamında Geleneksel prensipler siyasi bir parti ile uygulanamaz. Çünkü “PARTİ” modernizmin bir ürünüdür. Geleneği yok etmek amacıyla icat edilmiş, mutlak gerçeğin zıddı olan araçlar geleneği temsil edemez. Modernizmin tabusu olan “DEMOKRASİ” çok partili rejim üzerine kuruludur. Toplumu bölerek çatıştırmak demokrasi hilesinin temelidir. Parti liderleri de bunu çok güzel yapıyorlar. Önemli olan “üzüm mü yemek yoksa bağcıyı mı dövmek” sözünün yaşadığımız bu siyasi ortamda nereye evirildiğini okuyucularıma bırakıyorum. Modernizme ait arızalı bir yöntemle geleneğin yüksek değerleri korunamaz.

Bilimde ve doğaya demokrasi yoktur. Bir binanın nasıl inşa edileceği konusunda ehil olmayan bin kişiye karşı bir mimarın sözü daha üstündür. Tıp alanında yüz kişinin ne düşündüğü değil, bir doktorun teşhisi önemlidir. Öyle bir düzen kurulmalı ki işin ehli olanların yönetime getirildiği bir sistem olarak hayata geçirmeliyiz ki o zaman toplum kendi kendini yönetebilsin.

Modern ekonomi, tüketimi kalkınmanın ölçüsü olarak görür, israfı özendirir. Amaç çok para kazanmak olduğundan sağlıklı bir ekonomiden bahsedemeyiz. Bugün yaşadıklarımız üretme tüket toplumu buna çok güzel bir örnektir. Geleneğin ekonomisinde ise başarı “en az israf” ile ölçülür. Çünkü doğal kaynaklar sadece insana değil, bütün canlılara ait olduğunu bilir. Her sezon modaya uygun giyinme zorunluluğuna mahkûm edilmiş modern (köle olmuş) insanlar, bencil zevkleri uğruna bütün bir doğayı katledebiliyor. Geleneksel kıyafet modası veya defilesi olamaz. Gelenek açısından giyim, örtünme ve ısınma aracıdır. Bunu da her toplumun yaşadığı coğrafyanın iklim şartları ve ahlaki değerleri belirler. Allah`ın elçileri bulundukları toplumda yeni bir giyim tarzı geliştirmemiş, mevcut giyim şekline uymuşlardır.

Benlik (EGO) ilmini en acımasız şekilde kullanan iblis, insana kendi geleceğini yok ettiriyor. Dünyayı yaşanmaz bir hale getirmek için aynı cennetten kovulmayı sağladığı gibi “İNSAN İNSANIN KURDU” olamaya teşvik ediyor. Sırf toplum tarafından onaylamak, modaya uygun yaşamak uğruna gelecek nesillerin yaşam hakkını gasp ediyor.

Modernizm yani dayatılan değişim her alanda olduğu gibi, eğitimde de sahtelerin değerini yüceltmiş, öze değil, dış görünüşe önem verilmiştir. Gelenek yani doğal gelişim ise, özü ve gerçeği esas alır. Bilgiyi değerli kılan kimin dilinden çıktığı değil, ifade ettiği anlam ve uygulanabilmesidir. Bu yüzden geleneğin yani doğal gelişimin sırları binlerce yıl boyunca hep küçük bir zümre tarafından korundu. Eski çağlarda da toplumun çoğunluğu “MODERN” anlayışın esiri olarak yaşadı.

Öze değil, servete, makama itibar ettiler.

Modernizm yani dayatılan değişim, zengin iş adamının tavsiyelerine, akademisyenin bilgisine, şöhretli sanatçının görüşlerine, makam sahibi devlet adamının yorumlarına değer verir. Dolayısıyla halk onlara benzemeye özendirilir. Çocuk yaştan itibaren benlik kıskacına alınan insan, zihnine nasıl şeytani bir motifin işlendiğinden habersizdir. Örneğin göze ve kulağa hitap eden bir dizide kardeş kardeşe ilişkiyi işleyerek onu seyreden toplumun zihnine işleyerek şeytani fikirleri aklına sokarak seni kötüye yönlendirebilir. Çocuk yaşta evlilikleri bir dinmiş gibi göstererek seni ne yapmaya yönlendiriyor? Bir çocuğun annesine sarılması, annenin bacağını görmesini bir teşircilik olarak önüne koyabiliyor. Bunu konuşan en büyük şeytan evlerimize televizyonlar aracılığıyla çok kolay girebiliyor. Burada televizyon mu suçlu yoksa bunarlı bize dayatanlar mı? Koruyucu ve yapıcı yönlendirme ve kontrol mekanizmalarını gören var mı? Düzeni kurarken neden yanlışı önümüze koymalarına müsaade ediyoruz? Neden bu düzenleri seçiyoruz?

Oysa en yüksek hakikati halka bildiren, sözü mutlak doğru ve tartışılmaz olan Allah`ın elçileri bu unvanların hepsinde uzak, sıradan insanlardı. Hatta çoğu zaman sıradanlığın da altında, toplumun değer vermediği işleri yapan kişilerdi. Böyle bir insanı dinlemek, onun üstatlığını kabul etmek bir yana, ona yakın olmak bile modern yani dayatılan değişim toplumca arzulanan bir durum değildir. Ancak gelenek yani doğal gelişim böyle olmasını gerektirir, çünkü İlahi mesaja dünyevi çıkar kaygısı olmayan, sadece ve sadece HAKK`ın yüksek hatırına saygı duyanlar yaklaşmalıdır.

Gelenek yani doğal gelişim yolunda aranılan en önemli vasıf “DOĞRULUK” olmalıdır.

Geleneğin yani doğal gelişimin insanı sadece HAKK`ın yanındadır. Doğru olan kişi hangi millet, din veya inançtan olursa olsun ayrım yapmadan destekler. Haksız kişi en yakını bile olsa onun karşısındadır. Bu yüzden geleneksel yani doğal gelişim insanı hiçbir parti, takım veya cemiyetin taraftarı değildir. Toplumu gruplara ayırıp etiketlemek modernsitlerin yani dayatılmış değişimin tipik çatışma yönetimidir. Sosyalizm, liberilizm, kapitalizm… v.b….

Gelenek yani doğal gelişim bütün bu sınıflandırmanın dışındadır. Dolayısıyla biz GELENEK-Çİ DEĞİL, GELENEKSELİZ! Geleneğin insani bir ideolojinin savunucusu olmadığı gibi, herhangi bir grubun da üyesi değildir. Modernizmin ürünü olan ideolojik grup veya siyasi oluşumların taraftarları “GELENEKSEL” yani “DOĞAL GELİŞİM YANLISI” olamazlar.

Devrinin modernizmini temsil eden Romalılar kaba kuvveti yüceltirdi. Onlara göre ideal insan, en güçlü olan ve düşmanlarını alt edendi. Gladyatörler, toplumun görmek istediği, hayatta kalmak için öldüren acımasız insan örneğini temsil ederdi. Aslında geleneksel yani doğal gelişimde “HAK” önde “KUVVET” ise ona hizmet eden bir unsur olması gerekirken; bugün gladyatör kuvvet modernizmin yani dayatılmış değişimin orman kanunlarının vazgeçilmezi insanları bir kutuya koyup birbirlerini yiyen ve bundan zevk alan düzene ayak uydurmuş hayvanımsı robotlara dönüştürmüştür.

RUH BEDENE HİZMET ETTİRİLMİŞTİR. ASLINDA BEDEN RUHA HİZMET ETMESİ gerekmez mi?

Bugünde de değişen fazla bir şey yoktur. Eskilerin kan ve katliam tutkusunu günümüzde beyaz perdede gençlere aynen aktarıyor. İki bin yıl önce arenada vahşeti bütün çıplaklığıyla gören bir çocuk gelecekte nasıl biri olacağını hayal ediyorduysa, bugünün sinema ve televizyonu da gençlere aynı şeytani hevesi aşılamaktadır. Topluma ne verirsen onu alırsın. Ne ekersen onu biçersin. Kötülük aşılarsan ondan iyiliği bekleyemezsin değil mi?

Modernizm yani dayatılan değişim bireyselliği ön plana çıkarır. Bütün ödüller hep insan egosunu coşturmak için icat edilmiştir. Gelenek yani doğal gelişim insanları ise toplumun faydasına bir eser ortaya koyduklarında en çok isimlerinin duyulmasından rahatsız olurlar. Zira bilirler ki, kalabalıkların alkışı aslında damarlarına enjekte edilen bir zehirdir. Yılanın zehri başta tatlı gelir, sonra insanı esir eder.

Hayatın amacı alkışlanmak, hükmetmek ve egosunu yüceltmekten ibaret bir kısır döngüye dönüştüğünde insan, yılanın zehirli çemberi içine hapsolmuş demektir. Benliği kudret ve yüceltme vadeden, ama gerçekte en sefil duruma düşüren o çemberi kırmak, o sahte kudret yüzüğünü imha etmek en zor iştir. Hatta imkânsızdır, insan kuvvetinin ötesindedir. Çünkü nefsin aslı hararettir, ateşte dövülmüştür ve tekrar ait olduğu cehenneme dönecektir.

“Cehennem bu nefs`tir; cehennem bir ejderhadır ki harareti denizlerle eksilmez.” (mesnevi, c.1/1375)

Her ejderhayı öldürmeye giden veya onla savaşan bir süre sonra ejderhayı öldürdüğünü Sanerken; aslında kendisi ejderhaya dönüştüğünün farkına bile varmazmış, taki yeni bir kahramanlığa savunan çıkana kadar… Doğal gelişim hırkasını giymek her babayiğidin harcı değildir. Giysen bile onu taşımak her kula nasip olmaz. Olursa, işte o zaman onu görecek ve ona değer verecek toplum var mı?

Bu fırtınadan birlik ve beraberlik içinde çıkabilecek bir toplum muyuz? Bu soruyu herkes kendine sorsun ve ayrımcılık yapmadan komşusuna ve TÜRKİYE Cumhuriyeti Vatandaşları olarak birbirine sahip çıkabiliyor muyuz?

Sevgi ve saygılarımla… İnsan insanın kurdu mu? Yoksa insan insanın kurtuluşumu olacak? Cennetten kovulduğumuzdan beri bu soru önümüzde ve yaşadıklarımız gerimizde gören var mı? Ya gelecek! Fakat her şey “AN”`DA olurmuş… Ne geçmiş ne gelecek her şey “AN”`da… Hainliğin sınırı yoktur… Ata mirası ulus… Murat Akbaş

Kaynakça: MUSTAFA KEMAL`İN SIRRI – N FEVZİ BİLİR – DURAK YAYINEVİ

N. FEVZİ BİLİR Beye ve bize kattıkları için ne kadar minnet etsem azdır. Aydınlanmanın ışında kardeş olanlara selam olsun… ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN…

İstanbul Times / Murat Akbaş