Bugün dünyada ve her canlıda genel bir bakış ile doğal bir gelişim hali ve birde dayatılan değişim yani modernizm rüzgârlarının “sevgi ve kinin” mücadelesini karşılaştırmak ve insan denen mahlûkun “gelenek ve modernleşme” ne anlama geldiğini çıplak gözle herkese bir demek olarak eğitmenlerimden öğrendiğimi size sunuyorum. Okumak, anlamak, uygulamak örnek almak ve örnek olmak için yaşadığımız ve bize yaşatılan bütün oyunları gün yüzüne çıkarmak için tarafsız olarak günahı ve sevabıyla bir de bu gözden bakmak değil de görmek ve hayata geçirmek dileğiyle…
Doğal gelişim veya gelenek; bir anlamda kâinatla uyumlu yaşama sanatıdır. Doğayı olduğu gibi kabul etmektir. Dayatılan değişim veya modernizm ise; bilim adı altında geliştirdiği kimyasal bileşikler, biyolojik silahlar, hormonlar ve daha pek çok GDO`lu icatla övünür, ama gerçekte yaptığı sadece doğayı tahrip etmektir. Doğal gelişim yani gelenek, insan hayatını kolaylaştıracak yeni bir bilimsel icada tabiatın düzenini bozmama şartıyla izin verir. Çünkü her canlının hayat hakkına saygı duyar ve bu hukuku bireysel çıkarın üstünde tutar.
,Modern birey yani dayatılan değişimin adamı yakınlarına sevgisini göstermek için çiçek verir. Ama ona sahip olmak için önce koparması gerekir ya da koparan birisinden satın alır. Doğada yaşayan bitkinin kendisine ait olmadığını düşünmez. Benlik hissi “sahip olma” kaygısından kaynaklandığı için o canlının hayatına son vererek ellerine alır. Böylece artık çiçeğin sahibi olduğunu düşünür. Dolayısıyla geleceğine karar verme hakkının da kendisine ait olduğunu zanneder. Dayatılan değişim yani modernizmin sevgisi sahtedir, çünkü sadece çiçeğin kaderine değil, herkese hükmetmektir.
,
Doğal gelişim yani geleneksel insan sevgi gösterisinde bulunmak için böyle bencil bir duruma asla düşmez. O bilir ki, her canlı gibi çiçeğinde yaşam hakkı vardır, bu kutsal değeri kimse sahiplenmez, bir başkasına hediye edilemez. Doğal gelişimin insanları çiçeği toprağından ayırmadan da sevdiklerine armağan edebilir. Her canlı memnuniyetle yaşamını ona ve sevdiklerine adar. O, sarı çiçekle konuşur, yunusun dilini anlar, kuşların lisanını bilir… Bütün varlığın bir ve bütün olduğunun farkındadır. Denizde, karada, havada her ne varsa kendi hür iradesiyle ona tabidir.
Doğal gelişimin yani geleneğin dünyasında dayatılan modern değişim egoizmin tipik ürünü olan “hayvanat bahçesi” yoktur. Eğlence için bir başka canlının hürriyetini kısıtlama hakkı olmadığını bilen doğal gelişim yani geleneksel toplum, özellikle hakkını savunamayan güçsüzlerin koruyucusudur.
Dayatılan değişim yani modern hukuk ise adaletsizlik üzerine kuruludur. Bir tarafta haklı- haksız ayrımı yapmadan müvekkilini savunan avukat, onun karşısında ise haksız yere mahkûm etme kaygısı taşımadan suçlayan savcının başarı kriteri adalet değil, yargıcı ikna etme çabasıdır. Özünde adil olmayanların mahkemesinden nasıl adalet beklenebilir?
Doğal gelişim yani geleneğin hukuk düzeninde insanların avukata mahkûm eden karmaşık “usul” kuralları yoktur. Kurallar net ve herkesin anlayacağı şekilde sadedir. Okuma- yazma bilmeyen biri, fakir bir köylü veya kimsesiz bir yaşlı bile kolaylıkla hâkime ulaşabilir ve hakkını alabilir. Yargıç, yazılı kuralları uygulamakla değil, adaleti sağlamakla yükümlüdür. Onun verdiği kararın temyizi halkın kanaati vicdanıdır. Toplum vicdanında kabul görmeyen bir karar her ne kadar usule ve kanuna uygun olsa da hukuka aykırıdır, çünkü “HAK” yerini bulmamıştır.
Dayatılan değişim yani modernizm kadını erkekle eşit yapar, birbirine rakip haline getirir. Eşit haklar ve görevler vererek adaleti sağladığı yalanıyla aldatır. Doğal gelişim yani gelenek her konuda olduğu gibi, bu hususta da doğal düzeni esas alır. Kadın ve erkeği birbirini tamamlayan, rakip değil destek olan bireyler olarak görür. Haklarını ve görevlerini güçlü ve zayıf yanlarını dikkate alarak bir uygunluk bir denge olarak belirler.
Doğal gelişimin yani geleneksel toplumun temeli “AİLE”`dir. Dayatılan değişim yani modernizm ise aile kavramını yok edecek her türlü ahlaksızlığı teşvik eder.
Bir arada yaşayan insanların yakın iletişim ve dayanışma içinde olmaları doğal gelişimin yani geleneğin gereğidir. Toplumu oluşturan fertler yaş, bilgi, erdem gibi faziletlerin temel unsuru olduğunu bilir, çocuklarını ona göre eğitir. Doğal gelişim yani geleneksel hayat tarzında anne ve babalara, büyüklere, öğretmenlere, ustalara saygı duyulur ve bu en önemli esastır.
Dayatılan değişim yani modernizm toplumu değil bireyi ön plana çıkarır. Herkese istediği gibi yaşam hakkı, bir çeşit sahte özgürlük sunarak gençleri başıboş, kuralsız, saygısız yaşamaya özendirir. Dayatılan değişim yani modern toplumda her yer kalabalık, fakat herkes yalnızdır. Bir kendinizi bu konuda isterseniz yoklayın, modern olurken neden yalnızlaşır insan değil mi?
Doğal gelişim yani gelenek bütün insanları “BİR” ve “KARDEŞ” olarak görür. Kimse içinde doğmuş olduğu toplumdan dolayı üstün veya aşağı değildir. Herkes ailesini, halkını sevmeli ve en iyi şekilde temsil etmelidir ki, kendi milletinin dürüst, yardım sever ve güzel ahlaklı olduğunu diğer toplumlara örnek bir yaşantıyla gösterisin. Doğal gelişimin yani geleneğin milliyetçilik anlayışı, insani meziyetlerde yarışma ve diğer uluslara örnek olmaktan ibarettir. Halkını sevmek ve kalkınmasını sağlamak gayretiyle sınırlıdır.
Dayatılan değişim yani modernizmin icadı olan “MİLLİYETÇİLİK” ise etnik grupların çatışmasını teşvik eder. İnsan egosunu tahrik etmenin en kolay yolu, içinde bulunduğu toplumu yücelterek başka ulusları aşağılamaktır. Kimse ailesini kendi seçmediğine göre, ait olduğu etnik grubun meziyetlerini abartarak övünmek, başarısız insanlar için en kolay tatmin aracıdır. Kendini kandırmakla eş değirdir.
Takdir edilme ve beğenilme insan egosu için önemli bir ihtiyaçtır. Bedensel sağlıktan hemen sonra gelen bu gereksinim gerçek bir başarı ile tatmin edilmezse birey saldırganlaşır. Tutuğu takım, parti, mezhep veya etnik kimlik vasıtasıyla bu ihtiyacı gidermek zorunda hisseder. Övünme araçları ise, elde etmek için herhangi bir gayret veya yetenek gerektirmeyen etiketlerdir.
Dünyanın hemen her ülkesinde etnik milliyetçiler ve radikal mezhepçiler zekâ seviyesi en düşük olanlardır. İnsanoğlunu birbirine kırdırmaktan başka amacı olmayan dayatılan değişim yani modernistler için kullanılmaya en müsait kesimdir. Yalanın babası “İBLİS” insanın en zayıf noktasını bilmekte kalmaz, çok iyi de kullanır. Dayatılan değişim yani modernizm az ya da çok herkesi zehirlemiştir.
Yazımı bu noktada bırakırken doğal gelişim yani geleneksel prensipleri siyasi bir partide uygulanıp uygulanmadığını yazımın ikinci bölümünde kaldığımız yerden irdeleyeceğiz…
Sevgi ve saygılarımla… Güzel bakmak (iyi niyetli) mı yoksa güzele bakmak mı önemli olan..? 
Kaynakça: MUSATAFA KEMAL`İN SIRRI – N. FEVZİ BİLİR – DURAK YAYINEVİ
İstanbul Times / Murat  Akbaş