1995 yılına kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görev yaptığım için bölge şartlarını biraz daha yakından tanıma imkanına sahip oldum. Bu bölgelerdeki hemen hemen illerin çoğuna gittim. Yakılan, yıkılan köyler gördüm, aynı anda katledilen insanların, kimi zaman da güvenlik güçleri tarafından operasyonlarda öldürülen PKK’lıların haberlerini yaptım. Kısmet olursa bunları ileride bir kitapta anlatırız ama bugün de kısaca bahsetmek istiyorum o hatıralardan biraz…
Gazetecilik mesleğinde çoğu zaman duygusallığa pek yer kalmıyor. Çünkü o an habere odaklanmışsınız ve zamanla yarışıyorsunuz. Tek hedefiniz; haberi en doğru ve en kısa zamanda merkeze ulaştırabilmek. Aksi halde, aynı amaç için koşturan diğer gazeteci arkadaşlarınızdan geri kalırsınız ve bu da sizin için “azar” demek, “sınıfta kalmak” demek ve dolayısıyla bulunduğunuz kurumda yapılacak ilk tasarruf tedbirleri kapsamında “işsiz kalmanız” demek…
Ancak; özel haber yaparken olaylara daha sakin bakabiliyor ve işte o zaman duygularınızla kısa süreli olsa da başbaşa kalabiliyorsunuz. Bu konu ile alakalı çok anılarımız var ama yazıyı mümkün olduğunca kısa tutmak amacıyla sadece ikisini sizlerle paylaşmak istiyorum…
18 Ağustos 1987 tarihinde Siirt’in Eruh İlçesi’ne bağlı Kılıçkaya Köyü Milan Mezrası’na düzenlenen ve 25 kişinin hayatını kaybettiği olayı haber yapmak üzere bu mezraya gitmiştim. Az önce, mesleğimizde görev yaparken duygusal moduna pek girilemediğini söylemiştim. Ama o gün Milan’da sözün bittiği yerdeydim. Evler, aralarında bebeklerin bulunduğu insanlarla birlikte yakılmıştı. Bazılarının etleri kül olmuş, kemikleri dışarı çıkmıştı. Üzülmemek, beddua etmemek mümkün mü? “Vicdansızlar, bunun hesabını ahirette nasıl vereceksiniz?” diye kendi kendime söylenmiştim…       
Evet, Milan’da ve diğer yerlerde o suçsuz, günahsız bebeklerin, kadınların, yaşlıların, 20’li yaşlarda şehit edilen Mehmetçiklerimizin hayatlarını sonlandırmanın vebalinin altından nasıl kalkılacak?..
Başka bir tarihte, bir operasyonda öldürülen PKK’lıların haberi için helikopterle Cudi dağına götürüldük. Yerde 7 ceset vardı. Hepsi genç insanlar. O zaman da şu soruyu sordum: Değer miydi?
Ve bugün hala o soruyu sormuyor muyuz ?
Bin yıldan beri iç içe yaşayan, birbirlerine kız alıp verip yakın akraba olan, dedeleri Çanakkale’de düşmana karşı birlikte savaşan ve birlikte şehit düşen insanların, bugün silahlarını birbirlerine doğrultmaları ne kadar anlamsız, değil mi?
O günlere ait trajikomik bir anekdot daha
Bir yere baskın düzenlenmiştir, ya şehit vermişiz, ya da çok sayıda vatandaşımız katledilmiştir. İçişleri Bakanı Diyarbakır’a gelir, havaalanında yaptığı açıklama şöyledir: Şehitlerimizin-vatandaşlarımızın kanı yerde kalmayacak. Bir avuç eşkiyaya pabuç bırakmayacağız. Teröristler hak ettikleri dersi alacak…
Bakın özellikle falan İçişleri Bakanı demedim. Çünkü hangi isim olursa olsun, hatta hangi Bakan olursa olsun söyledikleri sözler aşağı yukarı aynı oluyordu. Ama maalesef 30 yıldan beri akan kan durmadı ve bu “haram savaş” bir türlü bitirilemedi...
Şimdi, Başbakan Erdoğan’ın tükenmeyen sabrı, metaneti, öngörüsü ve kararlılığı sonucu ülkenin büyük bölümünü heyecanlandıran bir “barış süreci” başladı. “Teröre taviz”, “ülke bölünür”, “şu, bu” diye karşı çıkanlar olmasına rağmen halkın çoğunluğu bu sürece destek veriyor. Vermeli de...
Kusura bakmayın! İki anımı anlatacaktım o tarihlere ait ama şimdi aktaracağımla 4’ü bulacak. Bölgede görev yaptığı yaklaşık 10 yıl içinde çok dostlarımız oldu. Sohbetlerde Kürt kardeşlerime, “Türkiye’nin bölünüp Kürdistan Devleti’nin kurulmasını istiyor musunuz?” şeklinde sorular da sormuştum. Hiç kimsenin “evet” dediğini duymadım. Aksine “Biz niye İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e yabancı kalalım? Böyle bir düşünce aklımızın ucundan bile geçmiyor” şeklinde yanıtlar aldım…
EKONOMİ ŞAHA KALKAR
Bugüne kadar 40 bin cana malolan bu çatışma, ekonomimizin de temeline dinamit koymuştur. Bir milyar dolar için IMF’nin kapısında nöbet tutarken yaklaşık 400 milyarlar doları da bu mücadele için harcamışız. Düşünebiliyor musunuz; 400 milyar doların kasamızda kaldığını.
Huzur ve güven olmadığı için Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde binlerce yatırım gerçekleştirilemedi, yüzbinlerce insan da bu yüzden işsiz kaldı.
Barış sürecinin gerçekleşmesi halinde inanın Türkiye şaha kalkar. Bu halimizle bile birçok Avrupa ülkesinden iyi durumdayız. Huzur ve güvenin gelmesiyle Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda gibi niye olmayalım?
Farkındayım, yazıyı biraz uzattık ama böylesine önemli, tarihe geçecek bu süreç için ancak bu kadar özet yapabildim.
Yüce Rabbimden, barış sürecinin sekteye uğramadan en kısa zamanda mutlu sonla tamamlanmasını diliyorum…

İstanbul Times / Müslüm Aktürk