Ünlü Yunan filozof Herakletios’a ait olan “ Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz “ sözü ile vurgulamak istediği: Yaratan, insana aynı zaman, aynı mekan ve aynı şartlardaki bir imkanı yalnızca bir defa verir; onu değerlendirip değerlendirmemek de insanın elindedir. Evrende her şey değişir, hiçbir şey kalıcı kalmaz, her şey akar ve her şey hareket eder. Dolayısıyla aynı nehirde yıkanmaya kalkıştığınızda, su aynı su olmadığı gibi “siz de eskisi gibi değişime uğramamış olarak kalmış olamazsınız” vurgusunda bulunmuştur.

Peki, aynı suyla iki kez yıkanılmazken, bir insan aynı fikirlerle neden ömrünü tüketiyor? Fikr-i sabitlikle ısrar etmek tıpkı üst üste dönen değirmen taşlarının birbirlerini aşındırdığı gibi kendi beynini de aşındırmaktan başka hiçbir sonuç elde edemez.( Bilindiği gibi değirmen taşları, içinde öğütecek bir şey olmadığı zaman birbirine sürtünür ve kendini aşındırır.)

Kainatta bulunan hiçbir nesne yoktur ki değişime uğramasın. Kırıp parçaladığımız bir kaya bile, belli bir zaman aşımından sonra, rüzgarın ya da yağmurun etkisiyle renk değişimine maruz kalarak fiziki değişime uğruyor.

Değişime karşı direnen ve karşı duran tek varlık, hiç kuşkusuz insanoğlunun kendisidir. Bu direnme kendisiyle beraber aşılması zor olan sorunları da beraberinde getiriyor. İnsanoğlu bütün yaşamı boyunca sorar ve yanıtlar. Bu eytişim (diyalektik) sürer gider ve kuşaktan kuşağa aktarılır. İnsanlığın birikimi sonsuzluğa uzanır, hiçbir zaman noktalanmaz. Her bir soru bir yanıtın peşindedir; her bir yanıt yeni bir soruya yol açar, uygarlık böyle gelişir. İnsanoğlunun varoluşu bir tümcede vurgulanır. Descartes’in deyimiyle “ düşünüyorum öyleyse varım” Düşünmek bir erdemdir; insan düşündüğü sürece insan olma niteliğini kazanır. Bilgi aklın ürettiği bir şeydir ve akıl acımasızdır. Aklı dengeleyen tek şeyse vicdandır. Vicdandan yoksun olanların çağlar boyunca, kendi başına düşünme eylemini gerçekleştirmeyen ve belli bir kalıpta yaşayan insanların kafasına, belli bir fikri, inanışı enjekte etmek için, aynı kelimeleri ve terimleri bağırarak ve coşkulu bir ses tonu ile söylemek birçok bireyde en etkili yöntem olmuş ve olmaya da devam ediyor. Kişi kendini fikr-i sabitlikten kurtarmadığı sürece, art niyetli kişiler tarafından güdülemeye mahkumdur.

Eğer insanoğlu, beynimizin inanılmaz bir yapıya ve mükemmel bir potansiyele sahip olduğunun bilincine varsaydı şayet “ değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi” olduğunun farkına varırdı. İnsan hafızası bugüne değin ulaşan teknolojiyi aşan bir durumdadır. İnsan beyninin kapsadığı belleği bir bilgisayara benzeterek tahminde bulunacak olursak korteksimizde yaklaşık 20 milyar civarında hücre var olduğunu ve bunların arasında trilyon kere bağlantı kurulduğunu düşünürsek, yaklaşık 2,5 milyon GB hafızamız var demektir. Bu yapının ve mükemmelliğin bilincine varıp beynimizi gerektiği gibi kullanmıyoruz. Hiç kuşkusuz evren gibi beynimizdeki hafıza kaydı da sınırsızdır. Bu mükemmelliğe rağmen, uçsuz bucaksız okyanuslarda yüzmek varken, yağmur suyunun oluşturduğu göletlerde beynimizi yüzdürüyoruz; bu nedenledir ki burnunuzun ucundan başka bir şey göremiyoruz. Karnımızı doyurmak, açlığımızı bastırmak ve yaşamımızı idame etmek ( sürdürmek, devam ettirmek) için yiyecek ve içecek tüketmek zarurî iken, aynı şekilde beynimizi beslemek te bir zaruriyettir. Beynimizin gıdası hiç kuşkusuz zihinsel düşünceden geçer; kitaplar bu besinin yapı taşlarıdır. Her bir kitap bambaşka bir bilgiye açılan gizem dolu bir kapıdır. Kapıyı araladığımız an, zihnimiz bu gizem dünyasındaki güzellikleri içine çekecektir. Birçok insanın, klişeleşmiş sözlerle ya da kulaktan duyma öğretilerle, ilke ve dogmalarla bir diğerinin zihnini kalıcı bir zehirle etkilemesi, bu durumun gelecek nesillere de geçmesine ve yayılmasına neden olmaktadır. Her teknolojinin mutlak bir kalıcılığı olmadığı gibi, her bir bilginin de kalıcılığı yoktur; zira benimsediğimiz sözlerin de tüm yaşantımızda varlığını sürdürebilmesi çok zordur.

İnsanoğlu düşünen bir varlıktır ve her bir bilgiyi deneme yanılma yoluyla elde eder. Nasıl ki geçmişte, dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde döndüğü kabul olarak görünen tez, yerini dünyanın aslında uzay boşluğunda belirli bir sistem içerisinde döndüğü bilgisine bıraktıysa, yanlışlarında ve hatalarında devam eden insanlar da, bu yanlışlarından geri adım atmak zorundadırlar. An damlalarıyla akan bir nehrin suyunda, iki kere yıkanma imkanı yoktur. Zihnini değişime kapalı tutanlar, zaman tırpanıyla biçilen harman gibi cansız kalır. Yaşam; zamanın nehrinde geçen su miktarınca koşullara göre şekil alır, zira insanoğlu da kendini içinde bulunduğu anın koşuluna göre şekillendirmelidir. Aziz Nesin’in tabiriyle “ kendini çatlatmadan toprağı çatlamaz tohum “ ama gel gör ki, kendini çatlatmayı bile beceremeyen nice insanlar, bir başkasını çatlatma eğilimindeler. Fikr-i sabitlikle ısrar eden kişiler, tabiri caizse “ özgüven zehirlenmesi” yaşayanlardır. Bu tür sorunları yaşayanlar için, psikolog olan Justin Kruger ve David Dunning'in tarihe geçmelerine neden olan “ Dunning Kruger Sendromu ( Algıda Yanlılık ) eğilimi tezi bu sorunu tam olarak açıklamaktadır. Daha anlaşılır olarak “ özgüven zehirlenmesi” tanımını yapmışlar. İşinde çok mükemmel olduğuna kalpten inanan “yetersiz" kişiler, kendilerini ve yaptıklarını övmekten, her işte ön plana çıkmaktan en ufak bir hoşnutsuzluk hissetmeyeceklerdir. Aksine bunu bir “ hak “ olarak göreceklerdir. İnsafsız yaşam mücadelesinde yalnız uyarlama çevirgeçi açık olan canlı türü güçlü kalacaktır. Fikirde değil, insanlık dolu yarınlarda sabit olma dileğiyle!